Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu raporundan yansıyan karanlık tarih...

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 01 Aralık 2012
  • 12:28

Kontrgerilla cumhuriyetinden hesabı emekçiler soracak!

Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı raporun bazı bölümleri burjuva medyaya sızdırıldı. Böylece, darbelerle hesaplaşma ve toplumsal bilinç yaratma demagojileri eşliğinde, burjuva devlet aygıtının sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılması sürecinin kesintisiz bir şekilde işletildiği bir kez daha gözler önüne serildi. Bu süreç toplumsal hafızanın silikleşmesini hedefleyen kapsamlı bir operasyon biçiminde ilerlemektedir. Ve AKP, tam bir orta oyununa dönen 12 Eylül yargılaması, Ergenekon operasyonu gibi hamlelerle “askeri vesayetin aşılması”, “derin devletle hesaplaşma”, “demokrasinin gelişmesi” yalanları eşliğinde sermaye düzeninin faşist baskı ve zorunu en kaba biçimiyle uygulamaya devam etmektedir. “Cumhuriyeti demokratikleştirme” masalıyla kitleler aldatılırken, katliamcı devlet geleneği kesintisiz bir şekilde sürmektedir. Böylece tüm kurumlarıyla çürüyen devlet aygıtı aklanırken, diğer taraftan devletin gerektiğinde her türlü kirli yöntemi kullanabileceği düşüncesi meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.

Aslında dün olduğu gibi bugün de kontrgerilla, sermaye devletinin çelik çekirdeği olarak görevinin başındadır. ABD emperyalizmine uşaklık çizgisinde bölgede güç olmaya çalışan, bunun için izlediği saldırgan dış politikayı derinleştiren sermaye iktidarı, içerde de istikrarı hakim kılmak için faşist-militarist yöntemlere başvurmuştur, başvurmaktadır. Kapitalist sistemin bugünkü kapsamlı bunalımı tüm dünyada polis rejimi uygulamalarını yaygınlaştırırken, Türkiye’de de bu kirli yöntemlerin kesintisiz bir şekilde kullanılacağı apaçık bir gerçektir.

Raporun “genel değerlendirme” bölümünde, “Özel Harp Dairesi, kontrgerilla ve gayrinizami harp”e geniş yer verilmiş. Rapor, faşist baskı ve zorun gelenekselleşmiş devlet politikası olduğu gerçekliğinin üstünü örtmek amacını taşıyor. Tarihi boyunca işçilere, emekçilere, devrimcilere, Kürt halkına, Ermenilere, Rumlara vb.’ne karşı kesintisiz bir şekilde uygulanan katliamcı gelenek ile sınıf/devlet gerçeği birbirinden koparılıyor. Raporda “Hakim ve oligarşik bir zümre olan askeri yelpaze etrafında ve liderliğinde oluşmuşsa da yapının içinde istihbarat, medya, sermaye ve bürokrasiden unsurlar mevcuttur. Uygulayıcılar ise görünür yer üstü birimi özel kuvvetler komutanlığı; Yer altı birimleri ise vatansever sivillerden müteşekkildir” biçiminde yapılan “derin devlet” tanımlaması bunun en açık kanıtı. Öte yandan, bu politikanın ordu-bürokrasisinin bir kanadı tarafından dönemsel ve zorunlu bir yöntem olarak izlendiği, ancak bugün bu durumun geride kaldığı yanılsaması yaratılmaya çalışılıyor. Genelkurmay ve MGK merkezli militarist yapılanmanın tekelci sermayenin tercih ve çıkarları çıkarları doğrultusunda hareket ettiği bir sis perdesiyle gizleniyor. Provokasyonlar, kitlesel katliamlar, işkenceler, yargısız infazlar, faili meçhuller ve çeşitli zorba yöntemlerin sorumluluğu askeri vesayete havale edilerek, burjuvazinin kanlı tarihinin üstü örtülmeye çalışılıyor.

Raporda, burjuvazinin kanlı iktidarını ayakta tutmak için uyguladığı ve zaten bilinen kirli yöntemlerine bir kez daha işaret ediliyor. Ergenekon operasyonu çürüyen düzenin pisliğinin bir bölümü; onbinlerce insanın fişlendiği, “iç ve dış” tehditlere karşı devletin resmi aygıtları dışında kontgerillanın ve harekete geçmeye hazır “sivil” odakların varlığı devlet eliyle teşhir olmuştu. Bu çerçevede bu raporda da, Özel Harp Dairesi’nde Lojistik Şube Müdürü olan emekli Albay İsmail Tansu’nun şu sözlerine yer veriliyor:

Sivil uzantılar işgal edilince kullanılmak üzere barış zamanında eğitilip bekletilenlerdir. Görev verilemez. Kopuk bir tespih taneleri gibi her yere dağılmışlardır. Türkiye’nin her yerindedirler. Savaşla birlikte tespihin ipi bağlanır. Görev alırlar. Karı koca aynı birimdedirler. Ama birbirlerinden haberleri yoktur. Herkes kendi görevini yapar.”

MİT’i özel harp dairesi yönetti, harp dairesi ve MİT arasındaki işbirliği dairenin kuruluşundan itibaren vardı. Hatta işbirliğinden öte bir iç içe geçmişlik durumu söz konusuydu. Ortak eylem ve operasyonlarda hep deşifre olanlar MİT mensupları oldu; özel harpçıların kim oldukları hala bilinmiyor.”

Malumun itirafı olan bu sözler, çeteleşen devlet gerçekliğinin ifşa olduğu Susurluk’tan Şemdinli’de Umut Kitapevi önünde suçüstü yakalanan “iyi çocuklara” kadar, geniş bir tabloyu gözler önüne seriyor.

Faşist-militarist aygıtların isimleri zaman içinde farklılaşsa da uyguladıkları yöntemler değişmiyor. ABD emperyalizmine göbekten bağlı olan Türk burjuvazisinin “iç ve dış” tehditlere karşı uygulayageldiği kontra yöntemler bugün de AKP iktidarı eliyle sürdürülüyor. Dün NATO’ya girebilmek için Kore’ye asker gönderen, uşakça bir sadakatle Sovyetler Birliği’ne karşı emperyalizmin ileri karakolu görevini üslenen Türk sermaye devleti, bugün de bölge halklarına karşı emperyalizm adına tetikçilik yapıyor. Türkiye’nin bir savaş ve saldırı üssü olarak kullanılması toplumsal muhalefetin teslim alınmasını ve düzene yedeklenmesini gerektirdiği içindir ki, her türlü zorbalık tam bir pervasızlıkla uygulanıyor.

Y. Kaya