Libya'nın seçiminin ötesi - Giorgio Cafiero

  • Arşiv
  • |
  • Ortadoğu
  • |
  • 28 Temmuz 2012
  • 12:23

18 Temmuz 2012

7 Temmuz 2012 tarihinde 1,7 milyon yurttaş Libya'nın yarım yüzyıl içindeki çok partili ilk demokratik seçimine katıldı, bu tarihi bir başarıya işaret ediyor. Libya'nın kayıtlı seçmenlerinin yaklaşık %60'ı, seçimle iş başına gelmemiş geçici hükümetin, Ulusal Geçiş Konseyi (UGK), yerini alacak 200 üyeli parlamentoyu seçmek için oy kullandı.

Bir kişinin ölümü ve birkaç oy sandığının yakılması ile sonuçlanan 7 Temmuz'daki şiddet, içlerinde UGK'nın seçimi yönetme becerisini baltalamak isteyenlerin de olduğu çeşitli klikler arasındaki şiddetli çatışma aylarının ardından beklenenden çok daha azdı. Avrupa Birliği gözlemci ekibinden Alexander Graf Lamsdorff, “neredeyse tüm Libyalıların korku ve gözdağı olmaksızın oylarını vermesi kayda değerdir” dedi. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, “barışçıl, demokratik bir ruhla” yarışan Libyalı adayları övdü ve Birleşik Devletler Başkanı Barack Obama, “demokrasiye olağanüstü geçişlerinde bir diğer dönüm noktası” nedeniyle Libyalı seçmenleri övdü

Ne var ki Libya'nın demokrasiye geçişi barışçıl ve demokratik bir seçimden çok daha fazlasını gerektirecek. Seçilmiş hükümetin meşruluğu, tüm Libyalıların güvenliğini sağlarken yerel milisleri silahsızlandırabilmesine, Libya'nın petrol zenginliğini etkin biçimde dağıtmasına ve İslam'ın idaredeki rolünü belirlemesine bağlıdır. Bu kutuplaştırıcı ve ihtilaflı meselelerin çözümü – demokratik kurumlar çerçevesinde barışçıl yoldan ya da süren şiddet ve otoriterlik yoluyla – Libya'da Kaddafi sonrası dönemi tayin edecektir.

Aşiretlerin Hesaplaşması

Kaddafi rejimi isyancı güçler tarafından düşürülünce birçok Libyalı 42 yıllık diktatörlüğün sona erişini kutladı. Fakat herkes memnun değildi. Rejimle beraber savaşmış aşiretler ve etnik cemaatler, genellikle Kaddafi'nin rüşvetleri ve tehditlerinden dolayı, kısa sürede devrimin karanlık tarafını yaşadılar. “Arap Baharı” Libya'ya eriştikten bir yıl sonra Uluslararası Af Örgütü rakipleriyle hesaplaşmak isteyen savaşçıların işlediği geniş çaplı vahşeti raporlaştırdı. Rapor, UGK'nın ötekileştirilmiş Libyalıları, Kaddafi'nin devrilmesinden sonra silahlarını bırakmayı reddeden eski asilerden koruyamamasını vurguladı.

Koyu tenli Tawarga cemaati, örneğin, Libya devrimini bir trajedi olarak hatırlayacaktır. Tawargalılar Kaddafi yıllarında kayrılan bir aşiretti, rejime sadakatleri parayla satın alınmıştı ve Tawarga kasabası Misrata'nın dışında bir kasabaydı. Lindsey Wilhum'a göre “Kaddafi, Afrika'nın geri kalanını Libya ile entegre etme projesinin bir parçası olarak onları kayırdı.” Hükümet güçleri ile asiler arasında şiddet patlak verdiğinde Tawargalı güçleri Misrata'yı bombardımana tutan Kaddafi'nin zırhlı tugaylarına ev sahipliği yaptı. Birçok Misratalıya göre Tawargalı savaşçılar Kaddafi'ye muhalefeti terörize etmek için tecavüz gibi vahşetler gerçekleştirdi. Misrata’nın düşmesiyle asiler misilleme olarak sayısız masum Tawargalıyı “işkence, dayak, gözaltı ve infaza” maruz bıraktı ve Trablus'un on iki kilometre batısındaki Cenzur kampındaki Tawrgalı mültecilere karşı baskınlar yaptı. Tawarga sakinlerinin çoğu, Kaddafi karşıtı güçlerin evlerini ve altyapıyı yağmaladığı, tahrip ettiği 2011 Ağustos'unda kaçmak zorunda kaldı. Eski asiler tüm Libya'da yerinden edilmiş 30 bin Tawargalıyı ele geçirip hesaplarını görmeye devam etmekte kararlıydılar.

Nefuse Dağı bölgesinin Meşeşiye ve Kavaliş aşiretleri de benzer bir duruma uğradı. Zintanlı muhalif savaşçılar, Kaddafi'ye sadık olduğu iddia edilen aşiretlerin mensuplarına karşı intikam saldırıları düzenledi, bu saldırılar sadece 2012 Haziran'ında yüzlerce ölümle sonuçlandı. İsyancılar daha fazla denetim kazanınca birçok aşiret mensubu Trablus'a kaçtı ve evleri geri dönmekten korkarak ülke içi mülteci olarak yaşamlarını sürdürüyor.

2012 yazı boyunca siyahi Tabu ve Arap Zwai aşiretleri arasındaki intikam ve tarihi kindarlık, güneydoğu Libya'yı kana boyadı. Tabu aşiretinin çoğunluğu komşu Çad'da yaşar, bir kısmı Libya'da yaşar ve Kaddafi rejimi için savaşmak üzere Libya'ya yabancı paralı asker getirmekle suçlanmaktalar. Kaddafi, 2011 Şubat'ında ilk protestolar başladığında Bingazi'de silahsız göstericileri makinalı tüfeklerle taramaları için yabancı Afrikalı paralı askerleri öncelikle Nijer ve Mali'den kiralamasına karşın, bugün tüm koyu tenli Libyalılar ve Sahra altı Afrikası'ndan gelen göçmen işçiler, Libya'nın tarihinde derinlere kök salmış ırkçı hislerin motive ettiği intikam saldırılarına karşı savunmasızdır. Libya'daki Tabu aşiretinin lideri İssa Abdil-Mecid, aşiret mensuplarının, UGK'nın Tabu ile Zwai arasındaki ölümlü çatışmalara eğilmemesine karşılık olarak seçimleri boykot edeceğini ifade etti.

Sınırlı gücü ve meşruluğu ile UGK, mahalli silahlı milisler arasındaki şiddeti dindiremedi ve Libya halklarının insan haklarını koruyamadı, 2011 Ağustos tarihli UGK Anayasal Deklerasyonu'nunda anahatları ile dile getirilen koruma yükümlülüğüne karşın. Bu yoksun aşiretlerin güvenini ve saygısını kazanmak, gelecek hükümet ve onun demokratik kurumlar kurma yetisi için bir zorluk teşkil edecektir.

Doğu-Batı Bölünmesi

Libya'nın gelecek hükümeti aynı zamanda bölgesel özerklik meselesini çözme görevi ile de karşılaşacak. Libya'nın doğu bölgesinde, Sereneyka, çoğu kişi federalizmi ya da artan özerkliği savunuyor ve hatta bazısı bağımsızlık talep ediyor. Tersine Libya'nın batı ve güney bölgelerinden, Trablus ve Fizan, çoğu kişi, iktidarın ademi merkezileşmesine şiddetle karşı çıkıyor. Libya'nın petrolünün yaklaşık %80'i Sereneyka'da bulunuyor, bu önemli bir ihtilaf noktası.

1959'da Libya'da petrol keşfedildiğinde ülke bir federasyondu. Bundan dolayı Doğu Libya'nın petrol sahaları, Sereneyka'yı zenginliğe boğdu. Burası Kral İdris'in memleketi ve yönettiği yerdi ve siyasi İslam'ın Senusi ekolünün geliştiği yerdi. Diğer taraftan Trabluslular ve Fizanlılar Libya'nın petrol satışlarının kazancı olmaksızın yaşıyorlardı. Trablus bölgesinden eşitliğe değer veren bir çöl Bedevisi aşiretine mensup olan Kaddafi, Sereneyka'daki Akdeniz sahillerinin ayrıcalıklı Libyalılarına hınç duyarak büyüdü. Bu güçlü kin, Kaddafi'ye 1 Eylül 1969'da monarşiyi devirmesinde yardımcı olan Libyalı Hür Birlikçi Subaylar'ın diğer mensupları tarafından da paylaşılıyordu. Amerikan Üniversitesi profesörleri Ekber Ahmed ve Frankie Martin'e göre:

Kendi aşireti – Kaddafa – ve diğer batılı aşiretler menfaatine Sereneyka aşiretlerini marjinalleştirdi. Kaddafi, Senusi şahsiyetlerini ele geçirdi, Senusi mezarlarını yıktı – kemiklerini çöle dağıttı – ve Büyük Senusi'nin cesedini mezarından çıkarttı. Kaddafi, 1988'de Cagbub'taki Senusi medresesini havaya uçurdu.

2011 Şubat'ında Sereneyka şehirleri Bingazi ve el-Bayda'da ilk protestolar başladığı vakit protestocular Kaddafi karşıtı sloganlar attı, 1949 ile 1951 yılları arasında kısa ömürlü bağımsızlığı sırasında Sereneyka'yı temsil eden Senusi bayrağını dalgalandırdılar ve Kral İdris'in portrelerini taşıdılar. Ayaklanma başladıktan birkaç hafta sonra aşiret liderlerinin Bingazi konferansı, Kral İdris'in yeğeni Zubeyr Ahmed el-Senusi'yi, 2012 Mart'ında Trablus'tan bağımsızlığını ilan eden, yeni kurulan Sereneyka Geçiş Konseyi'nin liderliğine seçtiler.

Geçici hükümet, nüfusa göre üç bölgeye parlamentoda 200 sandalye (Trablus için 100, Sereneyka için 60 ve Fizan için 40) tahsis ederken, birçok Sereneykalı bu tahsisin eşitsiz olduğunu ve Trablus'a çok fazla güç verdiğini ileri sürdü. Birçok Bingazili ayaklanmayı başlatma ve devrim için en çok fedakarlığı yapma payını kendine çıkarıyor ve bundan dolayı Libya'nın gelecek hükümetinde daha fazla temsil hakkına sahip olduğunu düşünüyor. Seçimlerden bir hafta önce yüzlerce federalizm yanlısı Sereneykalı, Bingazi'deki Yüksek Ulusal Seçim Komisyonu'nun binasını bastı ve sandalyelerin dağılımını protesto için seçim malzemelerini ateşe verdi.

Ancak Sereneyka'da seçimlere katılım oranı yüksekti, Doğu Libyalılarının çoğunun ne kadar özerklik verildiğine bakmaksızın demokratik sürece katılmanın kendi çıkarlarına olduğuna inanıyor olduklarını akla getirdi. Doğu Libya'da bağımsızlık ve ayrılıkçılık çağrıları, muhtemelen Sereneyka'dakilerin çoğunu temsil etmeyen küçük bir azınlık tarafından dillendiriliyor, bundan dolayı Libya'nın parçalanma ihtimalini azaltıyor. Bununla beraber, gelecek hükümet, Doğu'da önceki rejimin sahip olduğundan daha fazla meşruluğa sahip olmak istiyorsa kaynakların paylaşımı meselesinde Sereneykalılar ile Trabluslular arasındaki gerilimleri çözmek zorunda kalacak.

Laik ya da İslamcı

Libya muhafazakar bir Müslüman ülke olmasına rağmen vatandaşları İslam'ın siyasetteki uygun rolüne ilişkin bir dizi farklı görüşe sahip. Birçok Libyalı, dinci aşırılıktan korkuyor ancak çoğu halen İslam'ın idarede merkezi bir rol oynamasını talep ediyor. 1989'da Kaddafi, İslamcıların “AIDS'den bile daha tehlikeli olduğunu ileri sürdü ve yıllarca Libyalı Müslüman Kardeşler'i acımasızca ezdi. Bununla beraber, Libyalı lider iktidara geldiği zaman şeriat uyarınca çokeşliliği yasallaştırdı ve alkolü yasakladı. Kaddafi'nin devrilmesinin yarattığı siyasi açılım, hiç şüphesiz Libya'nın İslamcılarına nüfuz kazanma imkanını sağladı. Her ne kadar Cibril'in liberal koalisyonu, 7 Temmuz'da siyasi partilere ayrılan 80 sandalyeden 39'unu kazanarak sadece 17 sandalye kazanan Müslüman Kardeşler bloğuna karşı zafer kazansa da İslamcılar, demokratik geçişi iyi ya da kötü etkileyebilme yetileri ile Libya siyasetinde sözü geçen bir güç olarak kalacak.

Libya'nın İslamcıları demokrasi üzerine bir dizi farklı görüşe sahip. Yeni kurulan Değişim için Libya İslami Hareketi, 2011 martında UGK idaresine rıza gösterdi, İslamcı olmayan siyasi oluşumlarla yan yana çalışma istekliliği gösterdi. Üyelerinin çoğunluğunun 1990'larda cihatçı olduğu düşünülürse, örgüt siyasette giderek pragmatikleşti. Adalet ve İnşa Partisi (Libyalı Müslüman Kardeşler'in siyasi kanadı) başkanı Muhammed Suvan, “şiddeti reddettiğini ve seçim sonuçlarını barışçıl şekilde kabul etme gerekliliğini yineledi.”

Tersine Enser el-Şeria (Şeriat Taraftarları) seçimleri “İslam dışı” diye kınadı, seçim galiplerinin bu katı çevre nezdinde hiçbir meşruluğunun olmayışını akla getirdi. Militan Selefiler de belli Libyalıların demokratik prosedürlere ve kurumlara ya da insan haklarına saygı göstermeyeceğinin sinyalini veriyor. Eğer radikal unsurlar vatandaşlarının inanç özgürlüğü hakkına karşı çıkar ve İslam'ın farklı bir yorumunu barışçıl şekilde yerine getirmek isteyenlere ölümcül saldırılar düzenlerse demokrasiye geçişe ket vurulacaktır.

Carnegie Endowment for International Peace'den Frederic Wehrey, seçim öncesi dönem boyunca İslamcı aşırılıkçılar ile diğerleri arasındaki gerilimi dökümante etti: [Enser el-Şeria] pikaplarla Bingazi'nin Kurtuluş meydanına geldi, şeriatın uygulanmasını talep etti. Ancak, “Libya, Afganistan değildir” sözleri ile donatılmış bayraklar taşıyan sivil toplum aktivistlerinin karşı gösterisiyle hemen dağıtıldılar.

Sufyan bin Kumu, Guantanamo'da altı yıl tutuklu kalmazdan önce Usame Bin Ladin'in kamyon şoförü olarak çalışmış eski bir Libyalı asidir. Bugün halen silahlı ve New York Times'a göre sadece Kuran'ı anayasası olarak biliyor ve Libya “Taliban-İslami tarzı bir hükümeti” benimseyene kadar silahlı kalmaya kararlıdır. ABD ordusuna göre Irak'ta ABD askerlerine karşı isyana katılması için diğer Libya şehirlerinden daha fazla Libyalı cihatçı yollayan memleketi Derne'de Kumu militan İslam'ın siyah bayrağını dalgalandıran bir milise önderlik yapıyor ve Kaddafi'nin devrilmesinden beri daha ılımlı İslamcılara karşı şiddet eylemleri düzenlemekle suçlanıyor. İslamcılar dahil Libyalıların çoğunun Batı ile düşmanca ilişkiler yanlısı olmadığı düşünülünce Kumu ve hemfikir militanlar, bir noktada seçimlere girmeye karar verseler bile sandıkta muhtemelen kazanamayacaklar.

Geleceğe Bakış

Libya'da demokrasi ve insan haklarına saygı mücadelesi henüz bitmedi. Karamsarlığın ana sebeplerinden birisi, ekonomiyi çok daha yavaş kalkındıran ve kaçınılmaz olarak otoriter hükümetlerin kontrolüne giren, yenilenemeyen doğal kaynaklara bağımlı kılan “kaynak laneti”dir. İhracat kazancının %95'i, gelirinin %80'i ve milli gelirinin %65'i hidrokarbonlara dayanan Libya, hiç şüphesiz petrol bağımlılığı azizliğine uğramıştır. Eğer Libya hidrokarbonlardan ekonomik bağımsızlığı kazanmadan demokratik geçişi başarırsa, petrol keşfedildikten sonra demokratikleşen ilk petrole bağımlı ülke olacak. (Ekonomik açıdan petrole bağımlı tek demokratik ülke, petrol keşfedilmeden önce demokratik geçişi başarmış Norveç'tir.)

Aynı zamanda Libya'nın dünyada 18. sıradaki petrol rezervleri, yaklaşık 7 milyonluk bu küçük nüfusa ülkeyi yeniden inşa etmek ve ekonomik kalkınma dönüşümü geçirmek için birçok kaynak sağlayabilir. Doğal kaynak zenginliğinin kıt olduğu ve 84 milyon vatandaşının çoğunun yoksulluk sınırının altında yaşadığı Mısır'a kıyasla Libyalıların şükran borcu olabilir. Üstelik Kaddafi'nin demokratikleşme için hayra yorulabilecek miraslarından birisi, 42 yıllık saltanatı boyunca eğitimdeki iyileşmeydi. 1969 devriminin ardından Libya petrolü millileştirildikten sonra hükümet, devasa miktarda petro-serveti eğitime aktardı, birçok Libyalı öğrenciye batılı üniversitelerde okuma imkanı sağladı. Bugün Libya'nın yaklaşık %83'lük okur-yazarlık oranı, Kuzey Afrika'daki en yüksek orandır ve birçok Libyalı yüksek vasıflı işlerde çalışabilecek meslek sahibidir. Yurtdışında liberal demokrasilerde yıllar geçirmiş Libyalı seçkin entelektüeller, ulusal demokratik kurumların kurulmasında olumlu bir rol oynayabilecek konumdadır.

Libya'nın sivil toplumdan yoksunluğu, Kaddafi rejimin bir diğer mirası, demokratik geçişe ket vuracaktır. Harvard Üniversitesi'nden kamu siyaseti profesörü Robert Putnam, demokrasinin sivil toplum içindeki hükümet dışı kurumlara dayandığını savunuyor. Putnam'ın muhakemesine göre daha canlı sivil topluma sahip Arap devletleri, örneğin Fas, Tunus, Mısır ve Lübnan, demokrasiye daha başarılı geçiş yapması daha mümkündür. Libya'nın sivil toplum örgütlerine bağlılığı, bilhassa aşiret bağlılıklarına kıyasla oldukça zayıf kalıyor.

Libya'nın aşiret bölünmeleri, bu halkın tarihinde ulusal Libyalı kimliğinden çok daha derinlere kök salmıştır. Gerçekte Libya'nın üç bölgesi, bölgenin İtalyan İmparatorluğuna geçtiği İtalyan-Türk savaşına (1911-1912) kadar ayrı Osmanlı vilayetleriydiler. Sadece 1934'te Mussolini rejimi, Sereneyka, Trablus ve Fizan'ı Libya sömürgesi olarak birleştirdi, böylece 1951'de bağımsızlığını kazanan siyasi oluşumu icat etmiş oldu. Kaddafi'nin devrilmesinden sonra birçok Libyalının Trablus'ta ortaya çıkan iktidar boşluğunda hayatta kalmak için aşiret yapılarına sığınması şaşırtıcı değildi. Çeşitli aşiretler arasında derinlere kök salmış sorunlar, ki Kaddafi rejimim toplum üzerindeki denetimini pekiştirmek için etkin biçimde istismar ettiği bir gerilim olmuştur bu, sadece ırkçılığı ve hoşgörüsüzlüğü körükleyecektir. Böyle bir siyasi kültür, demokratikleşme için hayra alamet değildir. Diğer taraftan Lübnan' ve Irak'ta çağdaş dönemde çok kan akmasına neden olan ve Suriye'yi istikrarsızlaşmakla tehdit eden Şii-Sünni mezhep bölünmesi, nüfusun neredeyse %99'unun Sünni İslam'ı uyguladığı Libya'da söz konusu değildir.

7 Temmuz seçimleri görece barış ve güvenlik içinde ve yüksek katılım oranı ile gerçekleştirildi. Ancak Libyalıların daha kökleşmiş demokrasi kurumları ve süreçleri kurup kuramayacakları, yeni hükümetin “kaynak laneti”, etnik ve ulusal bölünmeler ve Kaddafi döneminin zehirli mirası ile başa çıkabilmesine bağlıdır.

Foreign Policy in Focus sitesinden kizilbayrak.net tarafından çevrilmiştir.