Kapitalist düzenin kadın düşmanlığı durmak bilmiyor!

  • Arşiv
  • |
  • Kadın Sorunu
  • |
  • Kadın-Türkiye
  • |
  • 04 Ağustos 2012
  • 10:59

Melek Karaaslan geçen hafta çifte sömürü düzeni tarafından katledildi. Henüz çocukken cehenneme dönüştürülen yaşamı söndürüldü. Dünyaya ilk gözlerini açtığında belki de güzel düşlerle ailesi Melek ismini koymuştu ona. Ama acımasız sömürü düzeni ona güzel olan hiçbir şey vermedi. Ondan bahar güneşlerini, çocuklarının gülücüklerini, kendi çocukluğunu, mutluluğunu, geleceğini, aklını, bedenini, en son umut ışığını, yani yaşamını ve böylece her şeyini çaldılar.

Melek’in dramatik yaşam öyküsü ailesinin ondan 6 ay haber alamamasının ardından gün yüzüne çıktı. Polis Melek’i iki büklüm bir şekilde tuvalete bağlanmış, açlıktan ölmek üzereyken buluyor. Gördüğü işkence yüzünden yaraları kurtlanmış, 30 kilo’ya düşerek bir deri bir kemiğe dönmüş.

Melek 16 yaşında evlendirilmiş. O günden itibaren kocasından, kayınpederinden ve kayınvalidesinden sürekli işkence görmüş. 18’inden önce hamile kalmış. Hamileyken dövülmüş. Yaşadığı (nasıl yaşamak denebilirse) Ağrı’da -30 derecede sokağa atılmış. Akıl sağlığını yitirmiş, hem fiziksel hem de psikolojik olarak aldığı ağır yaralarla tüm bedeni sakatlanmış. Perişan ve çaresiz. Kucağında ölü bebeğiyle evine gittiğinde ailesi tarafından kocasının evine geri yollanmış.

Bu aradan geçen 6 yıl boyunca Melek’in neler yaşadığını anlamak için hastanedeki görüntülerine, fotoğraflarına bakın. Yalnızca gözlerine bakın yeter. İnsanlık dışı zorbalığın ve vahşetin, 10 yıl süren zindan yaşamının tahribatı gözlerine işlenmiş adeta. Bakışları her şeyi anlatıyor ‘insana’. Yaşarken öldürülmüş bir kadının karşılık bulamadığı sessiz imdat çığlıkları donmuş kalmış gözlerinde.

Mahmure Karakule’nin öyküsü de yaşamı da tıpkı Melek’inki gibi. İstanbul’da 13 yaşında evlendirilen, sürekli kocası tarafından işkence gören, iki çocuk dünyaya getiren Mahmure’nin öyküsü kısa ve acı. Mahmure’yi de geçtiğimiz günlerde imam nikahlı kocası 47 yerinden bıçaklayarak öldürdü. Ve Mahmure 19 yaşında kaldı.

Zahide’nin öyküsü de çarpıcı bir örnektir. İstanbul’da yaşayan Zahide Feyzioğlu kendisini sürekli dövdüğü için kocasından şikayetçi olmuş. Polis Zahide’yi sığınma evine, çocuklarını da yakınlarının yanına yerleştirmiş. 7 aylık bebeğini görmeye giden Zahide ile karşılaşan kocası boğazını keserek onu katletmiş.

Bu yalnızca Melek’in, Mahmure’nin ya da Zahide’nin değil, tüm kadınların öyküsüdür; Güldünyalar’ın, Ayşe Paşalılar’ın ve nice isimsiz kadının öyküsü...

Sermaye devletinin kadının bedenine ve yaşamına yönelik sistematik saldırıları hızlanırken Melek’in ve güya devletin koruması altındayken kocaları, sevgilileri tarafından hunharca katledilen kadınların haberleri yaşamlarımızın tam ortasına düştü. Bu saldırılar sermaye düzeninin kadınlar için hazırladığı karanlık geleceğe dair önemli ipuçları veriyor. Geleneklerin, dinin ve toplumsal değer yargılarının ağır baskısı altında ezilen, aşağılanan, çalışma yaşamında emeği azgınca sömürülen kadınların kölelik zincirlerine eğitim reformu ve kürtaj yasağı ile yeni halkalar ekleniyor.

Ekonomik-sosyal yıkımı, Ortaçağ’dan kalma gerici ideolojik saldırılar tamamlıyor. Kadına yönelik fiziki şiddet dinci-gerici sermaye uşağı AKP iktidarı döneminde tamamen dizginlerinden boşalmış durumdadır.

Peki suçlu kim? Bedensel ve zihinsel olarak sakat bırakılmış Melek’in perişan, çaresiz durumuna rağmen kocasının evine geri yollayan, onu ufacık yaşında evlendiren ailesi mi? Yoksa ona bu işkenceyi sistematik olarak uygulayan kocası ve onun ailesi mi? Mahmure’yi acımasızca katleden kocası mı suçlu?

Sermaye iktidarı eşitsizliği ve ayrımcılığı yerleşik hale getirerek kadının toplumsal yaşamdaki ikincil konumunu daha da derinleştirmenin, kadınların kazanılmış haklarını yok etmenin peşindedir. Gelenek-göreneklerle, töreyle, şiddetle, emek sömürüsünü, ayrımcılığı ve aşağılanmayı, ezilmişliği ağırlaştıran politikalarla dünden bugüne kadın üzerindeki çifte sömürü en ağır biçimlerde sürdü.

O halde suçlu eşlerini, kardeşlerini bıçaklayanlar, kurşunlayanlar mıdır? Kapitalizmin yapısal ve çözümsüz krizleri derinleştikçe artan sömürü karşısında hakları için mücadele yolunu seçmeyen işçiler umutsuzluğun ve karamsarlığın etkisi altında kötürümleştirilmiştir. Emekçi kitlelerin içinde bulundukları yoksulluğa ve yoksunluğa karşı örgütsüz ve doğallığında savunmasız olmaları farkına varmadan sermayenin hegemonyası altına girmelerini ve çaresizliği, çaresizlik de insanı insanlıktan çıkaran psikolojik sorunları, davranışları doğurmaktadır.

Bu vahşi cinayetlerin, kadına yönelik cinsel istismarın, tecavüzün, şiddetin tek faili vardır. O da işçi sınıfını sömürerek esareti altına alan, yüzlerce yıllık gerici tortuyla beslenmiş egemen ideolojiyle zihinleri zehirleyen ve kadınları hem cinsel, hem sınıfsal, hem ulusal baskı ile ezen kapitalist zorbalıktır.

Bugün binlerce kadın duvarları sayısız engellerle örülmüş bir zindan yaşamına mahkum edilmektedir. Dini referanslar eşliğinde ev işlerinin ve çocuk bakımının ağır yükü altında eve hapsedilmek kadının toplumsal misyonu ve rolü olarak kabul ettirilmeye, kanıksatılmaya çalışılıyor. Kadının yüzlerce yıllık köleliği kapitalizm koşullarında ‘özgürce’ devam ediyor.

Köhne düzenlerini aklamaya çalışacak, ideolojik tahakkümlerini güçlendirecek kampanyalarla kadının tarihsel sömürüsüne neden olan egemen sınıf gerçeklerin üzerini örtmeye, kendi uğursuz misyonunu gizlemeye çalışıyor. Yoksa sürekli katledilen, baskı gören, ötekileştirilen, yaşamın dışına itilen, sosyal-ekonomik eğitim hakkı ellerinden çekip alınan kadınları umursadıkları bile yok.

Kadın cinayetleri sıklaşırken sermaye hükümetinin aldığı önlem kadının sosyal-ekonomik haklarını düzeltmek midir? Hayır! Kadına yönelik şiddetle ilgili farkındalık yaratmak ve sağlık hizmetlerinin sunumu için kimlere görev verilmektedir, sosyal hizmet uzmanlarına mı? Hayır, din görevlilerine!

Din dün olduğu gibi bugün de özel mülkiyet düzeninin bekası için kadının tarihsel ezilmişliğinin ideolojik dayanağıdır. Dinin ahlaki değerler sistemi kadına yönelik ayrımcılığı ve şiddeti daha da derinleştirir. Çünkü dinde kadının özgürlüğü ve eşitliği olgusuna yer yoktur. Erkeğe itaat ve hizmet etmeye razı olmayan her kadın bir çatışmanın içinde kendini bulur. Kadının daha az şiddet görmesi için düzenin çizdiği toplumsal role harfiyen uygun hareket zorunda olması bunun en açık örneklerinden biridir. Yapılan pek çok araştırma, çalışma yaşamına katılan ya da üniversite mezunu kadınların şiddet görme oranlarının daha yüksek olduğunu söylemektedir.

Kadının eve hapsedilmesini ya da üretime çekilmesini bir avuç sömürücü asalağın dönemsel çıkarları, politikaları ve kârı belirliyor. İşçi sınıfına yönelik kapsamlı yıkımın bir parçası olarak emekçi kadının toplumsal yaşamda ve çalışma yaşamında kazanılmış hakları bir bütün olarak yok edilmeye çalışılıyor. Ev işleri ve çocuk bakımı-hasta bakımı tümüyle kadınların omuzlarına yükleniyor. Böylece sermaye devletinin karşılaması gereken sosyal hizmetler milyonlarca kadının bir arı misali gece gündüz çalışmasıyla karşılanıyor. Kapitalistler kadın emeğini bu şekilde de sömürerek ciddi bir kâr elde ediyorlar. Kadınlar fabrikalarda ve atölyelerde patronların eşitsiz politikalarıyla, ağır, ucuz, sendikasız, sigortasız ve sosyal haklardan yoksun çalışma koşullarıyla sömürülüyorlar. Öte yandan kadınların işsizlik oranı da giderek artıyor.

Toplumun üzerindeki egemen ideolojinin gerici tahribatı ancak devrimci bir sınıf hareketi ile kadının eşitlik ve özgürlük mücadelesi güçlendirilerek kırılabilir. Kadınların yaşamında derin izler bırakan tüm acılar ve yaralar ancak bu şekilde sarılabilir. Ve nihayetinde, sosyalist bir toplumsal düzen ile kadınların tüm hakları güvene altına alınacaktır.

Y. Kaya