Kanlı Gemi

  • Arşiv
  • |
  • Sol Hareket
  • |
  • 18 Ağustos 2012
  • 13:23

Saat sabahın beşiydi. Yorgun kent henüz uykudaydı. İşe gitmek için henüz erken sayılırdı. İzzet kafasını kurcalayan birçok sorunla boğuşuyordu. Sorunlar birkaç gündür uykusunu kaçırıyordu. Bugün de pek uyuyamamıştı. Sanki karabasan basmıştı. Üzerinde çok büyük bir yorgunluk vardı ama yine de uyuyamıyordu. Son zamanlarda bir hayli yıpranmıştı.

Hızla fırladı yatağından, mahmur gözlerle banyoya gitti, elini yüzünü yıkadı. Ayna alaycı bir tebessümle ona yaşlandığını söylüyordu. Bir kamyonun kontrolsüz gürültüsünü andırıyordu öksürüğü. Bu sıralar ciğerleri parçalanırcasına öksürüyordu. Doktora gidecekti ama işyerinden vizite kâğıdını alamamıştı. İşler çok yoğundu ve İzzet ustanın mutlaka çalışması gerekiyordu. Yaşadığı hayata sövüp saymayı bu sabah da ihmal etmemişti.

Kapıyı öfkeyle çarparak evden çıktı. Sigarasını yaktı ve tren istasyonuna doğru yol aldı. İstasyon evine 15 dakikalık bir mesafedeydi. Her gün bu mesafeyi yürürken derin düşüncelere dalardı. Henüz gün aydınlanmamıştı. Gökte asılı duran ayın ışığı sessiz caddelere soluk bir “merhaba” diyordu. Sokak lambaları soluk sarı ışıklarını etrafa yayıyordu. Lambanın biri göz kırpar gibi yanıp sönüyordu. Güneş utangaç bir kız çocuğu gibi bir yerlerde saklıydı. Bugün işe gitmesem diye düşündü sigarasından son nefesi alırken. Ama mutlaka gitmeliydi. Yoksa işten atılacaktı. Üstelik paraya da çok ihtiyacı vardı. Bu düşüncelerle istasyonun turnikesinden girdi ve treni beklemeye koyuldu. İstasyonda henüz kimsecikler yoktu ve ortalık çok sessizdi. Korku filmlerini andırıyordu. Tanımadığı otların ve bitkilerin arasından uzayan ağaçlar yerini güneşe terk etmek üzere olan aya tebessümle el sallar gibiydi.

Tren sessizliğe meydan okuyarak gürültüyle geliyordu. İstasyona usulca yanaştı. İzzet açılan kapıdan girdi ve kapıya yakın bir yerde oturdu. Vagon neredeyse boştu. Olanlar da uyku ile uyanıklık arasında bir haldeydi. Yol boyunca özensizce dizili evler, fabrikalar, yeşillikli tarlalar geride kaldı.

Tren İçmeler İstasyonu’na varmıştı. İzzet’le birlikte trenden birkaç kişi daha indi. Henüz erkendi. 7.30 treni tıka basa dolu olurdu ve orada inen işçiler yorgun ve asabi olurlardı. İstasyon meydanında ilk olarak işportacı Sedat’a yöneldi. Kendine bir eldiven aldıktan sonra çay ocağına girdi. Çay ve poğaçalarla yaptığı iğreti kahvaltının ardından çaycı ile kısa bir sohbet yaptı. Ardından sigarasını yaktı, etrafı incelemeye koyuldu. Belli aralıklarla gelen trenden işçiler gruplar halinde geliyordu. Hepsi de kahvaltı yapmak için çay ocaklarına yöneliyordu.

Bir müddet sonra Ferhat da geldi. Çaylarını yudumlarken koyu bir sohbete dalmışlardı. Artık kalkmaları ve yola koyulmaları gerekiyordu. İşe varmaları yarım saatlerini alacaktı. Yolda yürürken sohbetlerine devam edeceklerdi. Birlikte aynı tersanede çalışıyorlardı. Çocukluktan beri iyi arkadaşlardı. Birbirlerine bağlıydılar ve dostluklarını hiçbir şey bozamamıştı.

Tersaneler Caddesi üzerinde işlerine giden yüzlerce işçi gibi onlar da mutlu değillerdi. Çalışma şartları çok zordu. 14 saat çalışıyorlardı. Aldıkları ücret diğer işlere oranla normal sayılırdı ama yine de yetmiyordu. Hem ağır bir işti. Sonunda ölüm de vardı. Bu yüzden o cadde üzerinde yürüyen hiç kimse yaptığı işten ve yaşantısından memnun değildi.

İzzet ve Ferhat çalıştıkları tersaneye vardılar. Doğruca soyunma konteynırına gittiler. Burada ağır pas kokusu, ter kokusuna karışmıştı. Arkadaşlarına “Günaydın” dedikten sonra malzeme sepetine pense, kablo, seyyar, hem rotil hem de bazik elektrot, maske, eldiven, baret koydular ve çalışacakları 83 numaralı tanker gemisine yöneldiler. Geminin yan duvarına kaynak yapacaklardı. Parçalar halinde puntalanan sacları kaynatacaklardı.

Hazırlıklarını yaptıktan sonra derme çatma kurulmuş iskeleye çıktılar. Rasgele birbirine geçirilmiş boruların üzerinde tahta kalaslar vardı ve onlar bu kalasların üzerinde çalışıyorlardı. Kafa maskelerini takıp penseyi saca vurdular. Şiddetli bir kıvılcım çıkaran pense, sacları birbirine kenetliyordu.

Saat öğle 12.30’u gösterdiğinde yemekhaneye gittiler. Yüzlerce işçi, arkadaşlarıyla birlikte yemeklerini yiyorlardı. Son yemeklerini yiyen kurbanlık koyunları andırıyorlardı. Baretlerini rasgele sağa sola savurmuşlardı. Elleri yüzleri simsiyahtı. Güney Afrika’daki elmas madenlerinde çalışan siyahi köleleri andırıyorlardı.

Yemekten sonra çalıştıkları geminin altına uzanmışlardı. Kavurucu yaz sıcağında burası daha serindi. Aşırı sıcaklar herkesi bunaltmıştı.

İşbaşı düdüğü çaldığında yüzlerce işçi aynı anda 83 numaralı gemide çalışmaya koyuldu. Taşçıların, boyacıların, raspacıların, montajcıların, borucuların çıkardığı gürültülü sesler birbirine girmişti. Çıkan ses hiç de hoş bir melodi oluşturmuyordu.

İşçiler çalışmaya başladıktan bir süre sonra İzzet ve Ferhat’ın çalıştığı iskele büyük bir gürültüyle çöktü. İki yakın arkadaş, iki “kader” dostu 20 metre yükseklikten yere çakılmışlardı. Tersanede kızılca kıyamet koptu. Korku ve endişeyle sağa sola koşturan işçilerin çığlıkları bir süre sonra ambulans, itfaiye ve polis sirenlerinin tüyleri diken diken eden gürültüsüne karışmıştı. Fakat Ferhat ve İzzet bütün bu çığlıkları duymayacaktı.

İzzet gözlerini hastanede açtı. Başucunda yaşlı babasını gördü. Her tarafı kırık döküktü. Bir daha asla eski sağlığına kavuşamayacağını tahmin ediyordu. Babasına ne kadar süredir hastanede olduğunu sordu. Babası “üç gün” dedi. Doğrulmak istiyordu. Güç almak için yatağının yakınındaki kalorifer peteğine elini uzattı. Petek sıcaktı. İzzet inanamadı. Doğruldu perdeyi araladı ve dışarı baktı. Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. İşte o zaman durumun vahametini anladı. Bir mevsim boyunca yoğun bakımda komada kalmıştı. Aylardır bir ölü gibi yatağa çakılıp kalmıştı.

Babasına Ferhat’ı sordu. Babası hüzünlü bir sesle “öldü” dedi. Sanki gök kubbe başına yıkılmıştı İzzet’in. Üzerine örtülü battaniyeyle yüzünü örttü ve bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

* Yukarıda anlatılan öykü gerçek bir öyküdür. 90’lı yılların başında Sadıkoğlu tersanesinde (Şu an ki ismiyle Kıran Tersanesi) iskele çöktü ve Ferhat isimli işçi yaşamını yitirdi. Tersanelerde iş cinayeti sonucu ölenlerin oluşturduğu 151 kişilik ölüm listesinde Ferhat’ın adı yok…

Zeynel Nihadioğlu
02.08.12
F Tipi Cezaevi A-6 / 17 Edirne