15 kişinin canına mal olan Filyos Köprüsü'nün çökmesine ilişkin bazı kurumlar için açılması gereken soruşturmaya izin verilmemiş. Gerekçe 'Kader soruşturulamaz' olabilir mi?
Uludere katliamı’nın failleri ‘henüz’ bulunmamaya devam ededursun geçen yıl yaşanan bir başka ‘katliam’ türü, ‘imar katliamı’ da 15 vatandaşımızı aramızdan aldı. 6 Nisan 2012’de meydana gelen bu vakada Zonguldak’ın Çaycuma ilçesine bağlı Filyos beldesindeki çayın üzerinde kurulu köprü çöktü ve o sırada 252 metrelik köprüde yürüyen dört kişinin yanı sıra bir minibüsün içinde bulunan 11 kişi hayatını kaybetti. İşin kötüsü de halihazırda bu toplam içerisinde beş kişinin cesedine ulaşılamadı. Geçen hafta bilirkişi raporlarına rağmen yaşanan facianın ‘olası’ sorumluları hakkında soruşturma açılmasına izin verilmedi. Karayolları ve Devlet Su İşleri’nin bölge müdürlükleri ve Çaycuma Belediyesi’nin olayda kusurlu olmadığına hükmeden merciler, özetle bize şunu demeye çalıştı: Kader soruşturulamaz.
İşin ilginci minibüs içinde olup hayatını kaybedenler arasında Çaycuma Belediye Başkanı Mithat Gülşen’in 79 yaşındaki babası Kemal Gülşen de vardı. Böyle bir olayda ‘soruşturma izni’ verilmeyen bu ülkede, ilginçtir Başbakan, herkese seslendiği aylık TV programlarının ismini, -biraz da ana muhalefet partisinde yaşanan ‘ırkçılık tartışmaları’nın altını çizmek için- ‘Ulusa Sesleniş’ten ‘Millete Hizmet Yolu’na çeviriyor. Hoş bir hamle tabii ki… ‘Ulus devletler’in tarihe karışmasını beklediğimiz, milli takımlarda her ülkenin ekmeğini yedirdiği gençlere forma verdiği, doğduğundan çok, doyduğun yerin önem kazandığı, damarlarımızdaki ‘asil kan’dan herkeste olabileceğinin anlaşıldığı, tek bir kriterin evrensel hukuk ve demokrasiden geçtiği bir dönemde, hele ki köylerin ve çocukların isimlerinin yakın zamana kadar devlet eliyle değiştirildiği bir coğrafyada bu tür hamleler simgesel de olsa önemli. Ama tıpkı bahsi geçen olayda vuku bulduğu üzre ‘Millete Hizmet Yolu’, hizmette kusuru bulunduğu düşünülenlere de en azından kendilerini savunma hakkı vermektir.(Filyos -ki Hisarönü olarak da bilinir- kız kardeşimin doğduğu, üç ila beş yaşlarım arasında ikamet ettiğimiz, baba tarafından kimi akrabalarımın hâlâ yaşadıkları son derece güzel bir belde. Yöreye olan ‘borcumu’ biraz da böyle ödeyelim dedim de).
Gelişmeleri takip etmişsinizdir ama bilmeyenler için özet geçeyim: Togan Gökbakar’ın çektiği ve Şahan Gökbakar’ın başrolünü Ezgi Mola’yla paylaştığı ‘Celal ile Ceren’ adlı film, ünlü sinema sitesi ‘imdb’ üzerinden yeni bir tartışma kapısını araladı. Şahan Gökbakar filmi beğenmeyip orada burada eleştiren ‘zamane gençliği’ne ‘Lolo’ yapınca, onlar da cevabı internet üzerinden vererek ‘Celal ile Ceren’i ‘imdb’deki ‘Tarihin en kötü filmleri’ sıralamasında birinciliğe çıkardılar. Sonrasında site yönetimi meseleyi anladı, durum düzeltildi, Şahan Gökbakar da olayda sorumluluğu olanlar hakkında yasal işlem başlatacağını açıkladı. Neyse, olan olmuş. Ben meseleye ‘demode’ yaklaşacağım; bu işe kendini vakfeden arkadaşlar ‘dayanışma ruhu’ içinde neler yapabileceklerini başta ‘imdb’ olmak üzere herkese gösterdiler. Peki aynı ‘zamane gençliği’ niye kötü politikacılar (iktidar ya da muhalefet fark etmez), insan hakları ihlalleri, haksızlıklar, kendilerine biçilen roller, kötü eğitim sistemleri, kötü gelecek, işsizlik, HES’ler, imar cinayetleri, her türlü ihlaller ve ihmaller gibi konularda benzer duyarlılığı göstermiyor. Bütün bu saydıklarımın yanında ‘Celal ile Ceren’ nedir ki, varsa zararı kendine bir film. Bir zamanların deyişiyle “Haydi ‘bütün’ çocuklar aşıya” diyorum…
Sağcı politikacılarımızın ‘heykel alerjisi’ kuşaklar boyu sürüyor. “Tükürürüm böyle sanatın içine” şeklinde özetlenecek bu refleksin son sahibi Saadet Partisi Antalya İl Başkan Yardımcısı Ramazan Düzen. Akşam gazetesindeki habere göre Düzen, yerel Hilal gazetesi ve netgazetecom.tr sitesinde, çıktığı İtalya gezisinin izlenimlerini kaleme almış ve Michelangelo’yla Da Vinci için ‘eşcinsel’ ifadelerini kullanırken Michelangelo’nun ünlü Davut heykeline “Hem anadan üryan hem de Hazreti Davut sünnetsiz gösterilmiş” diyerek tepki göstermiş. Bir kez daha sözün bittiği yerdeyiz galiba. Ya da şöyle bağlayayım: Rönesans hiç bu denli ‘yaratıcı’ bir şekilde eleştirilmemişti.
Radikal / 04.02.13