“Ön saflarda daha çok emekçi kadın olmalı!”
Kızıl Bayrak: Çalıştığınız alandan ve bir kadın olarak karşılaştığınız sorunlardan bahseder misiniz?
Burçin Kuz: Ben bir mimar olarak bugüne kadar çeşitli proje ofisleri ve şantiyelerde çalıştım. Her ikisi de çalışma saatlerinin düzensiz olduğu, hafta sonu çalışması ve fazla mesainin mutlak dayatıldığı alanlar.
Proje ofisinde çalışıyorsanız, giriş saatiniz bellidir ancak çıkış için mesainin bitimi dahi sizi kurtaramaz. İş Kanunu'nda belirli olan saatlere uymak isterseniz “Mimar memur gibi çalışmaz, sen demek ki işini sevmiyorsun” gibi sözlerle karşılaşırsınız. Proje ofisleri, “esnek çalışma” olarak sunulan bu belirsiz saatler ve bitmek bilmeyen sabahlamalar demektir esasında. Onların “esnekleştirdiği” koşullara karşı yaptığınız her karşı çıkış mobbinge uğramanıza sebep olabiliyor. Bir kadının, hele de sistemin hakim anlayışla, çocuğun bakımından sorumlu bir kadının bu koşullarda çalışabilmesi oldukça zor. Çalışma ortamında yaşanan tacizler ise oldukça yaygın diyebilirim.
Şantiye çalışması ise bu tarz sorunlara ek olarak, erkeklerin çoğunlukta olduğu ve kadınların tercihen dışında bırakıldığı bir alan.“Şantiyemde kadın istemem” diyen şantiye şefleriyle bizzat karşılaştım. Yüzüme baka baka, “kadının şantiyeye uğursuzluk getirdiğini” kendince bilimsel(!) açılardan anlatmaya çalışan mühendislerden bahsediyorum. “İşçilerin dikkatlerini dağıttığı için kadınların iş güvenliğini ortadan kaldırdıklarını” anlatan bir de kendince okumuş etmiş insanlar bunlar!
Böyle bir duvarı aşıp işe başlayabildiyseniz ise benzer davranışlar saha içinde de peşinizi bırakmıyor maalesef. “Bu kız çocuğu da nereden bilecek?” diyenlerle karşılaşıyorsunuz. O yüzden özellikle sahada ilk iletişim hep sorunlu başlıyor diyebilirim.
İmalatın kontrolünü yapıyorsanız, sahadaki ustalar erkek bir meslektaşınızı çağırıp işi bir de onun kontrol etmesini isteyebiliyorlar. Ortamda rahat gezinemediklerinden, rahat konuşamadıklarından yakınabiliyorlar.
Kurulan diyalogların dışında, fiziksel ortamın düzenlenişi de kadın çalışanları yok sayar biçiminde aslında. Saha tuvaletlerinden giyinme odalarına, işçi sağlığı için kullanılan ekipmanlara… Hiçbir şey şantiyede kadının kendini var edebileceği şekilde düzenlenmiyor. Sanıyorum bu durum çalışanlara sizin neden orada olduğunuzu daha çok sorgulatıyor.
Şantiyelerde ve ofislerde çoğunlukla bu koşullarda çalışıyoruz diyebilirim.
Kızıl Bayrak: Yakın zamanda İTO/Teknopark işçileri olarak bir direniş süreci örgütlediniz. Bu süreçten ve direnişçi bir kadın olarak size kazandırdıklarından bahseder misiniz?
Burçin Kuz: Sizin de bahsettiğiniz gibi, yakın zamanda ücretlerimizi alamadığımız için sokağa çıkıp bir direniş başlattık. Başta proje sahipleri olmak üzere tüm muhatapların bizleri aylarca mağdur etmesine karşı biz de yaklaşık bir ay boyunca projenin gerçek yüzünü teşhir ettik ve hakkımızı aradık.
Bu süreç benim için pek çok açıdan oldukça önemli. Hem bir teknik eleman hem de bir kadın olarak bu direniş bana çok şey kattı diyebilirim.
Çalışırken, ilişkilerde teknik eleman olmaktan kaynaklı kurulan hiyerarşi ile kadın olmaktan kaynaklı yaşanan sıkıntı yerini bambaşka bir biçime bıraktı. Aylarca birlikte çalıştığım insanları daha iyi tanıdım, onlar da beni ve neler yapabileceğimi daha iyi anladı diye düşünüyorum.
28 Aralık'ta ilk eylem günü içimden “Acaba gelecekler mi?” diye düşünürken, sonradan öğrendim ki diğer direnişçi arkadaşlarım da benim için “O gelecekse orada olmam lazım” diye düşünüyormuş. Direniş çadırındaki sohbetlerde, polis müdahalelerine rağmen benim bir kadın olarak direnişi sürdürüyor olmamın kendilerini motive ettiğini söyleyenler oldu. İşçi arkadaşlarımın eşleri ve çocukları ile tanıştık. Hatta gördük ki, bir ay gibi kısa denebilecek bir zamanda direnişteki işçilerin eşleri ve çocukları da mücadelenin bir parçası oldular.
Kızıl Bayrak: 10 Şubat günü gerçekleştirilecek olan Devrimci Kadın Kurultayı hakkında neler düşünüyorsunuz?
Burçin Kuz: Toplum üzerindeki baskının kadınlar açısından katmerlenerek yeniden sunulduğu, kadına yönelik şiddetin ve cinayetlerin sıradanlaştırılmaya çalışıldığı bir dönemde kadın sorununa ilişkin atılan her adımı çok değerli buluyorum. 10 Şubat'ta düzenlenecek olan “Özgürlük, Eşitlik ve Sosyalizm Mücadelesinde Devrimci Kadın Kurultayı” ise benim için ayrıca önemli.
Kadın sorununa yönelik yapılan her eylemin ve söylenen her sözün, sınırı ne olursa olsun, önemli olduğu bir dönemde; bu pratiklerin devrimci bir eksende nasıl değerlendirilebileceğinin tartışılması gerekiyor. Bunu yaparken de mevcut yönelimlerin eleştirilebilmesi önemli diye düşünüyorum.
“Kadının mücadele içinde özgürleşmesi” çok kullanılan ama durumu da en iyi anlatan slogan herhâlde. Belki bir yanını tamamlamak gerekiyor: Kadın mücadele içinde özgürleşirken, sorunun kaynağı gibi görünen erkeği de aslında bu yanılsamadan çıkarıp gerçek anlamda özgürleştirebiliyor. Mücadele içindeki kadın kendi sınırlarını da düzenin sınırlarını da çok daha iyi çözümleyebiliyor. Bence erkek egemen bakışı da toplumsal cinsiyet rollerini de kıran yine buradan çıkan güç oluyor.
Tam da bu sebeple, bu düzeni değiştirecek mücadelede ön saflarda daha çok emekçi kadının olması, bu toplumun her açıdan dönüşebilmesinin en önemli aracı. Bu iddiayla düzenlenen Devrimci Kadın Kurultayı'nın ise olumlu sonuçlar üreteceğine yürekten inanıyorum.
Kızıl Bayrak / Ümraniye