İsrail'in Suriye Devrimi hakkındaki duruşunun gelişimi

  • Arşiv
  • |
  • İsrail
  • |
  • 29 Ağustos 2012
  • 23:50

15 Temmuz 2012 – Arap Araştırma ve Siyaset Çalışmaları Merkezi

Arap devrimlerinin patlak vermesinden beri İsrail makamları, baskıcı, tiranlık rejimlerini vatandaşların haklarına saygı gösteren ve sosyal adalet ile ilgilenen demokratik devletlerle değiştirmeyi amaçlayan bu hareketlere karşı düpedüz düşmanlık ve tasvip etmeme tutumu benimsedi. İsrail'in Arap ülkelerinde daha fazla özgürlük ve demokrasiye ve/veya Arap birliğine yönelen her harekete şüpheyle yaklaşan uzun tarihi, bu duruşun arkasındadır. Bu duruş, İsrail hükümetindeki yetkililer, askeri-güvenlik kurumlarındaki yetkililer ve İsrail medyasında çalışan bir dizi “Arap meseleleri analistinin” yaptığı birçok açıklamada ifade edilmiştir. Bu açıklamalar, Arap devrimlerinin hedefleri ve ideolojik payandaları hakkında şüpheler uyandırmaya yönelikti.

İsrailliler, bu ayaklanmaların tehdit ettiği, özellikle “ılımlı Arap devletleri” diye andıkları Mübarek'in Mısır'ı ve Bin Ali'nin Tunus'u gibi çürümüş ve tiran Arap rejimlerini savuna gelmiştir. İsrail medyası ve akademik kurumu, bu rejimlerin haklarına gaddarca davranma ve iyi planlanan ve uygulanan acımasızlıkla rejimin gücünü ve kalıcılığını yansıtma yetilerine olan beğenilerini asla gizlememiştir. Bu devletler, İsrail'in meydan okuması ile karşı karşıya gelemeyecek duruma düştüler ve bölgede İsrail politikalarına uyum göstermek zorunda kaldılar.

İsrail, başlamasından itibaren hızla geniş ölçekli bir devrime dönüşen Suriye halk ayaklanmasına yakın ilgi göstermektedir, Suriye'nin İsrail'in stratejik planlamasının merkezinde olmasından dolayı bu çok doğaldır. İki tarafın birçok kez savaştığını ve İsrail'in Suriye topraklarının bir kısmı işgal etmeyi sürdürdüğünü anımsayın, bu Suriyelilerin akıllarından çıkarmadıkları bir şeydir. Suriye'nin Arap Levant'ının merkezi olduğunu söylemeye gerek yok. İran ve Hizbullah ve bir dizi Filistinli örgüt ile yakın bağlara sahiptir, bu ise özellikle de Verimli Hilal bölgesinde olayların gidişatını etkileme yetisini artırmaktadır.

İsrailliler'in Mübarek'in devrilmesine ilişkin tutumu ile kıyaslandığında Suriye rejimine ve onun geleceğine ilişkin duruşları daha karmaşıktı. Suriye ayaklanmasının ilk yılı boyunca İsrail makamları devrimin ilerleyişi ve Beşar Esad rejiminin kaderi hakkındaki resmi sessizliklerini korudular, kasıtlı bir muğlaklık politikası benimsediler. Ancak Suriye Devrimi, dayanıklılığını gösterince İsrail makamları, burada detaylı olarak incelenecek nedenlerden ötürü yeni bir çizgi belirlemek zorunda kaldı.     

Esad rejiminin olası düşüşüne ilişkin İsrail'in duruşu, bir dizi farklı ve bazen çelişen sıkışmalara tabi olmaktadır. Evvela, İsraillilerin Suriye liderliğinin devrilmesini tercih etme eğilimine sokacak etmenler vardır: Suriye'nin bir barış anlaşması için ABD-İsrail şartlarını uzun süredir kabul etmeyi reddetmesi, bunun yerine İsrail'in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları uyarınca 4 Haziran 1967'de sınırlarına çekilmesi gerektiğinde ısrar etmesi. Ondan sonra, Suriye'nin İran, Hizbullah ve bir takım Filistinli fraksiyonlar ile ittifakı var; bu “eksen” İsrail-Amerikan bölgesel hegemonyasına karşı önemli bir engel oluşturuyor. Suriye'nin 1991 Madrid Konferansı'ndan beri Arap-İsrail barış sürecine katılmasına karşın, İsrailliler, Suriye'yi bir düşman olarak görmeye devam ediyorlar.

İsrailliler, barış yaptığı Arap devletlerini – örneğin Ürdün ve Mısır, beraberinde barış süreci seçeneğini destekleyenler (ör. Fas, Filistin Ulusal Yönetimi, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinden bazıları) – ve İsrail-Amerikan ön şartlarının uygulanmasına karşı çıkanları birbirinden ayırt edebilir. İsrailliler, Suriye rejiminin yıkılmasına şimdilerde bölgedeki etkilerini sınırlayan İran-Suriye ekseninin çöküşü olarak bakar; rejimin yıkılması, İran'ın nükleer programı üzerine Batılı güçler ve İsrailliler ile karşı karşıya gelişinin bu kritik anında İran'a bir darbe olacaktır. Ayrıca Suriye rejiminin çöküşü, Suriye'nin Hizbullah ile ittifakının sonunun müjdesi olabilir, bu Lübnanlı grubun gücünü büyük ölçüde azaltacak bir değişim olacaktır.

Tüm bunlara karşın ve İsrail stratejik düşünüşü, Suriye'yi bir düşman olarak görmeye devam ederken Suriye aşağıdaki nedenlerden dolayı görece sakin bir cephe olagelmiştir:

1) Suriye rejimi, 1974 çekilme anlaşmasının çizdiği Golan Tepeleri boyunca uzanan ateşkes hattına bağlı kaldı. İsraillilerin on binlerce Lübnanlı ve Filistinli masumun kurban gittiği, Lübnan ve Filistin halklarına karşı yürüttüğü bir takım operasyonlara karşın Golan'daki İsrailliler'e karşı Suriye ordusundan öfkeyle bir tek kurşun bile atılmadı. Suriyeliler'in kaderlerine razı olmaları, İsrail'in 2007 yılında Deyr el-Zor yakınlarındaki Suriye nükleer reaktörüne saldırısına karşın, General Mahmud Süleyman'ın -Beşar Esad'ın bir danışmanı- 2008 yılında Tartus'ta suikasta uğramasına karşın ve aynı yıl İsrail'in Şam'da Hizbullah komutanı İmad Muğniye'ye suikast düzenlemesine karşın sürdü.  

2) Suriye rejimi, Golan Tepelerinde herhangi bir halk hareketinin yükselmesini acımasızca ve etkin bir şekilde önledi.

3) En azından Madrid Barış Konferansı'ndan beri Suriye rejimi, İsrailliler karşısında stratejik dengeye ulaşma umudunu bir kenara bıraktı, sadece “barışçıl araçların”, yani İsrailliler ile dolaylı müzakerelerin işgal altındaki Golan Tepeleri'ni geri getireceği sonucuna vardı.

4) Suriye rejimi 1990'larda ABD aracılığıyla İsrailliler ile bir dizi kapsamlı müzakerelere girdi, bunu Türkiye aracılığıyla 2007 ve 2008 turları izledi. Bu süreçler boyunca Suriyeliler, İsrailli mevkidaşları ile bir barış anlaşması imzalama istekliliklerini ifade ettiler, böylece onlarla “normal” ilişkiler kurulacak ve karşılığında Golan Tepeleri geri verilecekti.

5) Tecrübe, İsrailliler'e Şam'daki resmi çizgi aksini ileri sürdüğü zaman bile en sıkıştırıcı pan-Arap meselelerinin bazısında Suriye rejimi ile bir anlaşmaya – karşılıklı çıkarlara dayalı – varma şanslarının olduğunu öğretti. Bazı örnekler, 1982'de yayınlanan bir İsrail kitabında anlatılıyor. Kitap, İsrail'in Lübnan iç savaşı sırasında silahlı Filistinli fraksiyonlara ve onların Lübnanlı müttefiklerine karşı savaşına ilişkin İsrailliler ve Suriyelilerin ortak bir anlayışı paylaştığını detayları ile anlatıyor. Nitekim İsrailliler ihtilafın bu halinde Suriyelilerin tarafsızlığını garantiye almak için Suriye liderliği ile doğrudan temas kurdu. Hatta o zamanki İsrail savunma bakanı Ariel Şaron (Lübnan'da Filistinlilere karşı savaşın mimarı) ve yardımcısı Abraham Tamir, Suriye hükümetinin de facto ikinci adamı (ve şimdiki başkanın amcası) Rifat el-Esad ile 1981 yılının aralık ayında Cenevre'de bir araya geldi. Şaron, iki tarafın ortak çıkarları olarak gördüğü, en başta Filistin Kurtuluş Örgütü'nün ezilmesini ve Lübnan topraklarının açık ve belirgin nüfuz alanlarına bölünmesini teyit etmek için bu fırsatı kullandı. İsrail'in Lübnan'daki operasyonu sırasında hedeflerinin yalnız Filistin güçleri ile sınırlı olduğunu ve Suriye'nin bu ülkedeki çıkarlarını tanıyacaklarını ifade etme zahmetine girdi. Şaron ve Rifat Esad arasında bu konularda varılan anlaşma kağıda dökülmedi.


Suriye devrimine yönelik resmi İsrail duruşunun muğlaklığına karşın bir dizi ders çıkarılabilir:

1) Başından beri İsrailliler, Suriye rejiminin, halkının daha fazla demokrasi ve özgürlük çağrısına yanıt vermemesini her zaman tercih etmişlerdir; Suriye'de muhtemel bir demokratik rejimin kurulmasını stratejik bir kayma olarak bakıyorlar, bölgede Suriye'nin daha önemli bir rol oynayabileceği yeniden canlanması olasılığını -orta ve uzun vadede- barındırır, bu da Suriye'nin İsraillilere karşı koyma ve onların politikalarına meydan okuma yetisini artıracaktır.

2) İsrailliler, devrimcilerin amaçlarının çabucak gerçekleşmemesini, hiç olmazsa, isyanın mümkün olduğunca uzamasını tercih edecektir. Uzun süren bir devrim sadece Suriye rejimini tüketmeyecek, aynı zamanda bütün olarak ülkeyi, ilaveten Suriye halkını tüketecektir. İsrailliler, Suriye'nin tüm taraflarını aynı kefeye koyuyorlar -rejimi, devleti, halkı- hepsini düşman olarak görüyor. İsrail'in çıkarlarının prizmasından bakılırsa Suriye'nin zayıflaması iyi birşey olacaktır ve devrimin uzaması bu amaca hizmet edecektir.

3) İsrailliler ayıca Suriye'deki mevcut emir komuta zincirinde bir arızadan korkuyor; Suriye rejiminin Golan cephesinde sükuneti korumasına müsaade eden tam da iktidarın bu merkezileşmesidir. Suriye sınırları içinde merkezi otoritedeki her kötüleşme, merkezi otoritenin ülke topraklarının önemli kısımları üzerinde düzeni sağlama yetisinde her zayıflama, silahlı grupların oraya yönelmesi için bir işaret fişeği olabilir, İsrail'in elindeki topraklara saldırılar yapılmasını daha olası kılar. 

4) İsrailliler ayrıca Suriye devletinin otoritesinin zayıflamasının, ülkesinin stokladığı konvansiyonel olmayan silahların – biyolojik ve kimyasal dahil – nakline yol açabileceğinden korkuyor. Bu silahların İsrail'e muhalif bölgesel güçlerin eline geçmesi riski var, en tehlikeli olasılık ise Hizbullah'ın eline geçmesi. 


İsrail resmi duruşundaki gelişmeler

2012 şubatında İsrail Dışişleri Bakanlığı'ndaki bürokratlar, Suriye'nin durumuna ilişkin hükümetlerine yeni bir politika önerdiler. Resmi muğlaklığa son verilmesi ve Başkan Beşar Esad'ın istifasını isteyen Birleşik Devletler ve Avrupa Birliği'nin politikasına yakın bir politikanın benimsenmesi istendi. Bu yeni önerinin arkasındaki argüman, aralarında ABD, AB ve Arap Birliği'nin olduğu birçok ülke Suriye'de gelişen duruma ilişkin net tutumlar alırken İsrail'in artık sessiz kalamayacağıydı. İsrail Dışişleri Bakanı  Avigdor Lieberman, bakanlığındaki bürokratların sunduğu öneriyi benimsedi ve İsrail kabinesine sundu. Ancak İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Ehud Barak, diğer birkaç bakan ile birlikte Lieberman'ın önerisine karşı çıktılar, resmi muğlaklık çizgisinin korunması yönünde oy verdiler. Bununla birlikte, Suriye devriminin ivme kazanması ve Suriye rejiminin masum Suriyeli sivillerin katliamını artırmasıyla giderek artan gaddar baskısı ve beraberinde uluslararası öfkenin artması, Netanyahu'nun duruşunda değişimin başlaması anlamına geldi. Bunun ilk işaretleri 2012 şubatı başında geldi, Netanyahu şöyle diyordu: “Son günlerde hangi bölgede yaşadığımızı bizlere hatırlatan haberler duyduk. Suriye ordusunun kendi halkını öldürdüğünü gördük.” Bu açıklama kısa ve öz olduğu kadar, İsraillilerin çoğunun tutumunu yansıtıyor: dünyanın işgal ettikleri bu kısmında en iyi anlaşılan dilin sadece ve sadece şiddet olduğu görüşlerini yansıtıyor, Filistin halkına muameleleri için onlara bir gerekçe veriyor.

Netanyahu'nun yorumları, Siyonist devlet tarafından daha sonra aceleyle benimsenen yeni bir politikaya giriş mahiyetindeydi. Tüm kademelerden İsrailli yetkililer ivedilikle kendilerini Suriye halkının zor durumunu anlayanlar olarak sunmaya koştular; Suriye halkının uğradığı katliamları kınamayı ağızlarına aldılar, kendilerini insani değerlerini savunucuları olarak sunmaya çalıştılar. Devletleri Filistin halkının yerinden yurdundan edilmesi üzerine kurulan İsrailliler, Filistin'de, Lübnan'da ve diğer yerlerde sivilleri katletmeye daha istekli olma konusunda nam salmışlardır; onlarınki insani bir devlet değildir.

Gerçekte İsrail toplumu ve liderliği, Arap siviller söz konusu olduğunda insancıllığı hiç de uygun görmezler. Öbür türlü görmeleri, adalet, demokrasi, tüm vatandaşları için bir devlet bağlamında tam vatandaşlık hakları ve bir halkın kendi kaderini tayin etmesi ilkelerine İsrail'in desteği olduğunu  varsaymak olacaktı, fakat tüm bunlar Siyonist ana akım için kabul edilemezdir; İsrail devletinin varoluşuna bir tehdit teşkil edebilecek bu ilkeler, Araplarla ilişkilidir.

İsrail daha da ileri gitti, Suriye rejiminin suçlarını İran ve Hizbullah ile ilişkilendirdi, düşmanlarını daha büyük bir durumun sonucu olarak daha da tecrit etmeye girişti. 27 Mayıs 2012'de Netanyahu, Hula katliamına ilişkin bir açıklama yayınladı, “Esad güçlerinin masum sivilleri boğazladığı devam eden katliamlara” atıf yaptı ve “İran ve Hizbullah'ın da bu katliamlardan kabahatli olduğunu ve dünyanın onlara karşı da eyleme geçmesi gerektiğini” ileri sürme fırsatını kaçırmadı. Barak da Hula katliamını kınayan siyasetçiler listesine adını yazdırdı, bu katliamı “Suriye rejiminin İran ve Hizbullah'ın sağladığı kılıfla gerçekleştirdiğini” savundu. Barak sözlerine şunları ekledi: “Suriye'de meydana gelen katliamlar, komşularımızın bazılarının hareket tarzı hakkında durup düşünmemize yol açıyor, İsrail ordusunun etrafımızdakiler göz önüne alınınca devleti savunmak için güçlü ve hazır durması mecburiyetinin farkına varmamıza yol açıyor.” İsrailli politikacılar, bu utanmaz tarzla, Arapların İran ve Hizbullah'a olan inançlarını yitirdiği genel ruh halini tamamen alakasız bir gündemi daha ileriye taşımak için Suriye'de akan kanı istismar etmektedir.  

Netanyahu, Barak ve Cumhurbaşkanı Şimon Peres dahil İsrailli yetkililer ve birçok kabine üyesi, 10 Haziran 2012'de söylemlerini tırmandırmaya başladılar, Esad'ı Suriye halkına katliamlar dahil çeşitli suçlarla itham ettiler. Haftalık kabine toplantısında konuşan Netanyahu, “Suriye rejimi kendi halkına karşı gerçekleştirdiği katliamların tek sorumlusu değildir, daha ziyade bu rejime yardım ve yataklık eden İran ve Hizbullah ile sorumluluğu paylaşıyor. Tüm dünya bu şeytan ekseninin ayırdında olmalı ve ne çeşit bir dünyada yaşadığımızın farkına varmalı.” dedi. Başbakan yardımcısı Şaul Mofaz da Suriye rejimini lanetleyenler listesine adını yazdırdı, dünya güçlerini lafta kınamamaya, Suriye rejiminin karşısına dikilecek “uygun tedbirler” bulmaya çağırdı.

Sonuç

İsrail hükümetinin Suriye konusundaki duruşunun son aylarda ABD/AB konsensüsüne ne kadar çok yakınlaştığı kayda değerdir. ABD/AB duruşuna doğru hareketin devam edeceği öngörülebilir, aynı zamanda İsrail'in resmi beyanlarının sıklığı ve şiddetinin, özellikle de rejimin gerçekleştireceği her katliamda artması oldukça muhtemeldir. İsraillilerin bu açıklamalardaki güdüleri gizli saklı olacaktır, kendilerini işgalleri altında yaşayan Filistinlilere muamelelerinde sürekli olarak ve ısrarla ihlal ettikleri insani değerlerin savunucusu olarak sunmaya çalışacaklardır. Buna ilaveten İsrailliler kendi art niyetli dürtüleri için İran ve Hizbullah'ı kışkırtma fırsatını kaçırmayacaktır. Onların sebeplerinin Arapları Irak ve Suriye'deki Arap karşıtı İran politikalarına gücenmeye iten sebeplerden tamamen farklı olduğu not edilmelidir.

Gerçekte bu İsraillilerin Suriye'deki ihtilafın uzaması arzularına uyuyor, yani böyle bir sonucun ortaya çıkması için bile çalışabilirler; Suriye devletinin zayıflaması ve Suriye Devrimi'nin mezhep çatışması niteliği kazanması onların çıkarınadır.

Katar merkezli Arap Araştırma ve Siyaset Çalışmaları Merkezi'nin sitesinden kizilbayrak.net tarafından çevrilmiştir.