Hozat’ta yaşanan skandalın açığa çıkardığı gerçekler... / KB

  • Arşiv
  • |
  • Kızıl Bayrak
  • |
  • 01 Aralık 2012
  • 12:04

Hozat’ta yaşanan skandalın açığa çıkardığı gerçekler...

Tunceli’nin Hozat ilçesinde kaymakamın talimatıyla jandarma ve polisin, aralarında çok sayıda kamu görevlisinin de bulunduğu kişileri fişlediği ortaya çıktı. Hozat Belediye Başkanı Cevdet Konak’ın da yer aldığı fişleme listesinde Özel İdare Müdürü, Milli Eğitim şube müdürleri, okul müdürleri, adliye çalışanları, AKP İlçe Başkanı ve oğlundan, köylüsü ve esnafına kadar 7’den 70’e herkesin bulunduğu açıklandı. Fişleme dosyalarında, kişilerin resimleriyle birlikte ev adresleri, boy, kilo, saç, göz rengi gibi bilgiler, konuşma şekilleri, ailelerinin kökeni, hangi örgüte yakın oldukları, hangi partiye oy verdikleri vb. yer alıyor. 

Sermaye devletinin karanlık tarihi düşünüldüğünde hiç de şaşırtıcı olmayan bu olay, dinci gerici AKP hükümetiyle birlikte sahte bir demokratikleşme havasının yaratılmaya çalışıldığı bir dönemde açığa çıktı. AKP hükümeti sözde “yargı reformları”yla, Ergenekon vb. operasyonlarla, Kenan Evren vb.’lerini göstermelik yargılamalarıyla askeri vesayeti kırdığını, darbelerle yüzleştiğini, devletin anti demokratik yapıdan arındırıldığını topluma propaganda edip duruyordu. 28 Şubat vb. süreçlerde kendilerinin de fişlenme vb. uygulamalarla mağdur olduklarını belirterek, buna kesinlikle izin verilmeyeceğini iddia ediyordu. Bu söylemlerin başta liberaller olmak üzere solun bazı kesimleri üzerinde etkisi ve yankısı olduğu biliniyor.

Sermaye devletinin yapısında ve icraatlarında hiçbir değişiklik olmadığını sadece Hozat’taki fişleme olayı değil, bir dizi olay ortaya koymaktadır. Kürt halkının en meşru ve demokratik talepleri karşısında imha ve inkâr çizgisinde gösterilen ısrar, işçi ve emekçilerin her türlü hak mücadelesine karşı uygulanan baskı ve yasaklamalar, komünistler ve devrimciler başta olmak üzere sınıfın örgütlü ve öncü unsurlarına karşı uygulanan azgın terör, burjuva hukukunu ayaklar altına alan uygulamalar vb., sermaye düzeninin nasıl bir polis rejimine dönüştüğünün en dolaysız kanıtlarıdır.

Bu tablodan sadece sermaye devleti tarafından düşman görülen “muhalif” kesimler değil tüm toplum etkilenmektedir. Bugün en sıradan adli vakalarda bile polis terörünün yaşanıyor olması, sokak infazları, siyasal özgürlüklerin kısıtlanması, dinsel gericiliğin toplumsal dokuya iyice nüfuz etmesi, başta kadınlar olmak üzere ezilen tüm kesimler üzerindeki baskının artması, yaşanan “demokratikleşme”ye ayna tutmaktadır. Ortadoğu’daki “baskıcı rejimler”e karşı kendi iktidarlarını “demokrasinin nişanesi” sayan dinci partinin şefi Erdoğan’ın, AKP bakanlarını tribünlerde yuhalayarak protesto eden seyircileri bile “terörist” olarak tanımlaması, nasıl bir “demokratikleşme” sürecinden geçildiğini göstermektedir.

Despotizmin sınırlarının bu denli zorlanması, düzenin demokratikleşme yönünde ilerleyen bir düzen olarak kutsanması elbette nedensiz değil. Dünya çapında derinleşen kapitalist krizin yarattığı yıkım, faturayı işçi ve emekçilere ödettirme ihtiyacını dayatıyor. İşçi ve emekçilerin daha azgın sömürü koşullarına mahkûm edilmesi, sermaye sınıfının semirmesi ve küresel rekabette ayakta kalması için tek çıkar yol olarak görülüyor. Yanı sıra sermaye devletine emperyalizmin hizmetinde biçilen taşeronluk rolü, dışarıda ve içeride saldırganlığın dizginlerinden boşalmasına neden oluyor. Tüm bunlar, toplumun zapturapt altına alınmasını, siyasal özgürlüklerin baskılanmasını ve gericiliğin egemen kılınmasını koşullandırıyor.

Bu yüzden, bir yandan sahte bir demokratikleşme propagandası yapılıyor, kitlelerin mücadeleyle elde ettiği kimi haklar bile hükümetin bir lütfuymuş gibi sunuluyor. Öte yandan her türlü saldırı yasaları “reform” adı altında hayata geçiriliyor, toplumun denetlenmesi, devletin tahakkümü yolunda en gerici adımlar hızla atılıyor.

Hozat’ta yaşanan fişleme skandalı da bu gerçekliğin küçük ama önemli bir kesiti olarak karşımıza çıkıyor. Bu olayla, gerçekte tüm toplumun fişlendiği ve bunun da iddia edildiği gibi “devlet içine gizlenmiş kimi çetelerin” ya da “yetkilerini kötüye kullanan kişilerin” işi olmayıp bizzat devlet politikası olarak gerçekleştiği daha iyi görülüyor. Telefon dinleme vb. örnekleri hatırlamak yeterlidir. Sermaye devletinin bu kirli yüzünün deşifre olduğu durumlarda sorumluluk bir kişiye yüklenerek bir “günah keçisi” bulunuyor, böylece gerçeklerin üzeri örtülmeye çalışılıyor. Hozat olayında yapıldığı gibi...

Sermaye düzeninin doksan yıllık tarihi boyunca “fişleme” uygulaması bir devlet politikası olarak süregelmiştir. Başta düzen muhalifleri olmak üzere toplumun değişik kesimleri bu uygulamaya maruz kalmıştır. Sosyal-siyasal gelişmelere bağlı olarak bu uygulamalar kimi dönemlerde alenen gerçekleşmiş, kimi dönemlerde ise gizli-kapaklı yürütülmüştür. Bugün de bu tür uygulamalar devletin çeşitli kurumlarınca sürdürülmektedir.

Sonuç olarak, özel mülkiyete dayalı kapitalist sömürü düzeninin hükümranlığı sürdüğü müddetçe, “en demokratik görünümlü” devletlerde bile fişleme vb. uygulamalar devam edecektir. Bunun biçimini ve sınırlarını, işçi sınıfı ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlükler uğruna yürüttüğü mücadelenin düzeyi belirleyecektir.

Bugün işçi ve emekçilerin sermaye devletinin bu türden saldırılarını püskürtebilmesinin yolu, “Açık-gizli tüm faşist militarist örgütlenmelerin dağıtılması (Kontr-gerilla, özel kuvvetler, MİT, JİTEM, siyasi polis, Jandarma, Köy koruculuğu vb.)” (TKİP programı-Acil demokratik ve sosyal istemler bölümü) vb. talepler doğrultusunda mücadeleyi yükseltmesinden geçmektedir. İşçi ve emekçilerin siyasal özgürlükleri en geniş anlamda kazanmaları ise, sermayenin sınıf iktidarının yıkılmasıyla, sosyalizmle mümkün olacaktır.

(Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak, 30 Kasım 2012, Sayı 14-47)