Hegemonya krizi - “savaşları”... - Volkan Yaraşır

  • Arşiv
  • |
  • Volkan Yaraşır
  • |
  • 06 Şubat 2013
  • 23:12

Emperyalizmin yeni av sahası: Afrika ve Mali’ye askeri müdahale


Kapitalizmin yapısal krizi, senkronize bir kriz özelliği taşır. Hegemonya krizi, yapısal krizin en somut dışavurumlarından biridir.

Yapısal kriz, emperyal özneler arasında rekabeti ve çelişkileri yoğunlaştırdı.

11 Eylül konsepti, ABD’nin hegemonyasını restore etme girişimiydi. Irak ve Afganistan işgali bu konsepte uygun adımlar oldu. “Yeni Dünya Düzeni”nin inşasına yönelik emperyal müdahaleler, istenilen sonuçlar doğurmadı. ABD’nin imparatorluk projesi çöktü.

2007-2008, yani yapısal krizin küresel düzeyde kendini yıkıcı bir şekilde hissettirmesi, yeni bir konjonktürü işaretledi. Emperyal özneler arasında gerilim ve rekabet şiddetlendi. Hegemonya krizi yoğunlaştı.

İmparatorluk projesi, tek kutuplu bir dünya tasavvurunun dışa vurumuydu. Bir anlamda “Yeni Roma”nın inşasıydı. Ama imparatorluk projesinin çöküşü askeri ve ekonomik olarak farklı güçlere sahip çok kutuplu bir dünyanın önünü açtı.

Dünya bugün askeri olarak tek kutupluluğu yaşıyor. ABD kendisinden sonra gelen 20 ülkenin askeri gücünü aşan, muazzam bir küresel askeri güç olarak dünyanın efendiliğini yapmaya çalışıyor. Ekonomik ve kültürel düzeyde yaşadığı hegemonik aşınmayı askeri güç yansıtmalarıyla aşmaya çabalıyor. Öte yandan dünya ekonomik açıdan ise çok kutupluluğu yaşıyor. “Eşitsiz Gelişim Yasası”na uygun ve bu yasanın çıplak bir yansıması olarak, 2000’li yıllar özellikle Almanya, Rusya ve Çin’in küresel düzeyde ekonomik ve nüfuz alanlarını genişlettiği bir dönem oldu. Yine bu ülkeler askeri gücünü hızla artırdı.

Çok kutupluluğun merkezleri

Rusya “büyük çöküşten” sonra “kriminal” bir kapitalizm süreci içine girdi. Bu süreç nomenklatura ve küresel finans kapitalin inisiyatifinde şekillendi. Eski Sovyet topraklarında tarihin gördüğü en büyük yağma ve talan gerçekleşti. Yıkım ve yağma üzerinden kapitalist entegrasyon örüldü.

Rusya yaşadığı büyük sarsıntılara rağmen özellikle Putin döneminde toparlandı ve kısa zamanda yeniden yapılandı.

Altyapının gelişkinliği ve emek gücünün kalifikasyonu sürecin hızlı yaşanmasını sağladı. Özellikle enerji sektörü bu sürecin finansmanını oluşturdu. Putin iktidarları döneminde Rusya, küresel kapitalizmin enerji santraline dönüştü. Askeri gücünü arttırdı ve modernize etti. Eski Sovyet coğrafyasında nüfuzunu yeniden kurdu ve yaydı. Hızla toparlanan bir emperyalist güç olarak, başta Ortadoğu, Uzak Asya ve Asya’da ağırlığını hissettirdi. Şanghay İşbirliği Örgütü bu ataklarının somut yansımalarından biri oldu. Rusya emperyal bloklaşma yönünde attığı adımlarla dikkat çekti.

Uzak Asya, Ortadoğu hatta Avrupa ve Latin Amerika’da ekonomik ve nüfuz alanlarını genişletti. Petrol ve doğal gazı, hegemonyasını yayma aracı olarak etkin bir şekilde kullandı. Rusya, küresel jeo-politiğin belirlenmesinde enerji silahıyla ağırlığını hissettiriyor. Ayrıca askeri gücünü ve teknolojisini hızla geliştiriyor.

Almanya “büyük çöküşten” sonra, ağırlıkta Avrupa odaklı hareket etti. Demokratik Almanya’yı “yuttu”. AB süreci Almanya’nın dominant bir ülke olarak öne çıkmasını sağladı.

Almanya emperyal politikalarını, bir emperyalist blok olan AB eksenli kurguladı. Blok’un kurucu gücü ve yönlendiricisi oldu. Özellikle Doğu Avrupa’da ekonomik ve nüfuz alanını hızla yaydı.

Almanya, kapitalizmin yapısal krizini ve krizin Avrupa’ya yansımasını AB’nin yeniden yapılanma süreci olarak değerlendirdi. Politikalarını bu yönde “soğukkanlı” bir şekilde hayata geçirdi. Bir yandan hegemonya “savaşlarına” hazırlık için AB’nin daha homojen bir yapıya dönüşmesi yönünde (askeri boyut dahil) adımlar attı. Diğer yandan AB’nin periferisinin yeniden sömürgeleştirilmesini hedefledi. Kamu borç krizi ve bankacılık krizinin AB’nin Akdeniz havzasını sarması, bir double kriz olarak derinleşmesi, Almanya’nın emperyal ataklarına güç verdi. (1)

Almanya’nın 1990’lardan sonra askeri yatırımları da yoğunlaştı. Askeri gücünü katladı. Kafkasya ve Ortadoğu’ya yönelik emperyal hamlelerini pekiştirdi. Küresel ağırlığını artırdı. Almanya 21. yüzyıl savaşlarına hazır emperyal bir güç olarak öne çıktı. Almanya, bir emperyal odak (ya da emperyalist proto-devlet) olarak AB’yi emperyal öznelerin hegemonya “savaşlarına” uygun yeniden yapılandırmak için politikalarını derinleştiriyor. Ekonomik gücüyle hamle üzerine hamle gerçekleştiriyor. Ayrıca AB’nin askeri ayağını örmeye çalışıyor.

Çin, 1990’lı yıllarda olağanüstü ekonomik atak yaptı ve küresel sermayenin ana yatırım alanına dönüştü. Çin dünyanın atölyesi olarak hızlı bir ekonomik büyüme gösterdi. 1970’lerin ortalarında başlayan, 1980’li yıllarda şekillenen Çin’in kapitalizmle hızlı ve derin entegrasyon süreci, 1990’lı yıllarda sıçrama kaydetti. 1990’lı yılların ikinci yarısı ve 2000’li yıllar Çin’in küresel bir güce dönüşümüne tanıklık etti. Çin’in 2020’de dünyanın en büyük ekonomik gücü olması bekleniyor.

Çin emperyal bir güç olarak, hegemonyasını küresel düzeyde bir anlamda “soft” politikalarla inşa etti. Aynı süreçte askeri gücünü olağanüstü artırdı. Çin’in askeri gücünün resmi açıklamaların çok üstünde olduğu biliniyor.

Çin ilk başlarda Asya ve Pasifik bölgesine güç yansıtmaya başladı. Özellikle ABD’nin Irak ve Afganistan işgali ve işgale karşı halkların direnişi ABD’yi Ortadoğu’da sıkıştırdı ve bloke etti. Bu durum Çin’in küresel düzeyde ataklarını yoğunlaştırmasına yol açtı.

Çin’in küresel bir fabrika olarak konumlanışı, hızlı kapitalist büyüme ve küresel hegemonik bir güç olma iddiası muazzam enerji ve hammadde kaynağı ihtiyacı yaratıyor. Çin bu ihtiyacını karşılamak ve blokajlardan kurtulmak için son derece kompleks ve çok boyutlu politikalar geliştiriyor.

Japonya uzun dönem Uzak Doğu’nun İngiltere’si gibi hareket etti.

Uzak Doğu ve Pasifik’te ABD’nin jeo-politik ihtiyaçlarına uygun konumlandı. Ekonomik gücüyle Uzak Doğu’da kendi hinterlantını yarattı.

Doğu Asya krizi Japonya için yeni bir moment oldu. Krizin yıkıcı senkronları ve Japonya’nın içine girdiği zombi bankacılık krizi 1990’ların ortalarından sonra Japonya’yı sarstı. Japonya ekonomisi 20 yıla yayılan “sürekli” bir kriz içine girdi.

Japonya ekonomisi krizle anılmaya başlandı. Her ne kadar kriz, ekonomiyi sarssa da ekonominin işlemesini engellemedi. Bir nevi kriz yönetildi. Japonya ekonomisi krize adapte oldu ve krizle işleyen bir özellik göstermeye başladı.

Ne var ki 2008 sonrası süreç, Japonya’nın krizle birlikte “yaşama” özelliğini bozdu. Yapısal krizin küresel anaforu Japonya’yı içine aldı. Japonya’nın yaşadığı uzun süreli kriz hali yeni süreçte kamu borç krizini tetikledi.

Japonya şiddetli finansal bir kriz içine girebilir. 2013 yılı Japonya için kritik bir yıl olabilir. Krizin “kontrolden” çıkması, yıkıcı bir evreye girmesi yüksek bir olasılıktır. Japonya’da yaşanacak finans krizi küresel düzeyde şiddetli sonuçlar doğuracaktır. Yapısal krizi derinleştirici bu gelişmenin küresel düzeyde büyük alt-üst oluşlar yaratması kaçınılmazdır.

Vietnam yenilgisi ve özellikle Cezayir Devrimi Fransa için post-kolonyal bir döneme geçiş oldu. Geçmişin en önemli sömürgeci gücü olan Fransa ikinci paylaşım sonrası kurulan “Yeni Dünya Düzeni” sonucu ve 1960’ların başında ulusal kurtuluş mücadelelerinin yükselişiyle ikincil bir emperyalist güç konumuna düştü.

Cezayir Devrimi, bu anlamda kritik bir moment oldu. Sömürgelerinden çekilen Fransa Avrupa merkezli politikalar izlemeye başladı. De Gaulle iktidarı, bu momente geçişin simgesi oldu.

Yeni hegemonik güç ABD, küresel düzeyde yeni sömürgecilik ilişkilerini inşa etti. AT ve AB süreci Fransa’nın Avrupa merkezli politikalarının bir yansıması oldu. Fransa, AB’nin iki önemli dominant ülkesinden biri olarak hareket etti. Bu iki emperyalist ülkenin AB içinde çelişkili birlikteliği, AB sürecinin her kritik aşamasında kendini dışa vurdu.

Fransa 2000’li yılların başından itibaren ciddi güç yitimine uğradı. AB içinde Almanya’nın etki gücünün artması, ekonomik ve nüfuz alanlarını genişletmesi, Fransa’nın karşı hamlelerine neden oldu.

Almanya ve Fransa arasındaki çelişki, özellikle 2008 sonrasında kendini sert bir biçimde gösterdi. Fransa Anglosakson kuşakla, ABD ve İngiltere ile flörtünü geliştirdi. Fransa’nın yakın süreçte NATO ile ilişkileri bunun somut örneği oldu. Kriz süreci Almanya ve Fransa arasında izlenecek politikalarda farklı yaklaşımları da beraberinde getirdi. Özellikle Hollande döneminde yaklaşım farklılığı biraz daha arttı. Daha önce Merkel, Sarkozy arasında “uyumlu” bir hava esse de, Sarkozy özellikle ABD ile gelişkin ilişkiler kurdu. Libya’ya NATO müdahalesinde Fransa aktif unsur olarak rol oynadı.

Almanya’nın AB bünyesinde ekonomik hegemonyasına alternatif oluşturamayan, hatta ekonomik anlamda ciddi problemler yaşayan Fransa’nın Libya agresyonu, AB içinde konumunu koruma ve dominantlığını güçlendirme hamlesi olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda Libya operasyonu Afrika’ya yönelik ekspansiyonist hamlelerinin başlangıcı oldu.

Fransa bu noktada Almanya’yı zorluyor ve kontrpiyede bırakıyor. Fransa, ABD ve İngiltere ile son derece angaje politikalar izliyor. Libya’nın kaderinde belirleyici bir söz hakkının olmamasına karşın, NATO müdahalesinde en agresif tavrı alan Fransa, benzer yaklaşımları Suriye ve Lübnan sorununda da gösteriyor. Fransa, AB içindeki Almanya’nın hızla artan inisiyatifine karşı küresel düzeydeki hamleleriyle cevap veriyor. Bu adımların AB iç dengelerine şiddetli etkileri olacağı ortadadır.

Fransa, Almanya’nın AB içindeki hegemonyal gücünü pekiştirmesine karşı ikinci atağını Mali’de gerçekleştirdi.

Fransa son yıllarda Almanya’nın farklı düzlemlerdeki markajlarına İngiltere ile girdiği ilişkilerle yanıt verdi. Silah endüstrisinde ortaklıklar ve acil askeri müdahaleler için kurulan çevik kuvvet bu adımlardan bazıları oldu.

Fransa’nın Almanya’nın hamlelerine yanıtı özellikle Afrika’daki eski sömürgelerinde, geleneksel nüfuz alanlarında yeniden inisiyatif kazanma biçiminde gelişti. Çünkü bu coğrafyalar, Fransa’nın yakıcı ihtiyaç duyduğu yeni pazarlar, yeniden sömürgeleştirilecek alanlar, enerji ve hammadde kaynakları olarak dikkat çekiyor. Ama Afrika sadece Fransa değil, başta ABD olmak üzere diğer emperyal güçlerin “yeni av sahası” olarak öne çıkıyor.

Batı Afrika’da bölgesel savaşa doğru,

Mali’ye emperyalist müdahale

Mali, Batı Afrika’da yer alan zengin hammadde kaynaklarına sahip bir ülke. Eski Fransız sömürgesi olan Mali, 1960 yılında “bağımsızlığını” kazandı. 67 yıl Fransa’nın sömürgesi altında kalan Mali; Afrika, Asya, Latin Amerika ve Uzak Asya’yı saran ulusal kurtuluş mücadelelerinin etkisi ve Fransa’nın Avrupa merkezli politikalara yönelmesi sonucu “bağımsızlığını” ilan etti.

Çok geniş bir coğrafyaya sahip Mali’nin büyük bir kısmı çöldür. Ülkenin güneyinde tarım ekonomisine bağlı Bantaralar yaşıyor ve Bantaralar Mali’nin egemen sınıfını temsil ediyor. Mali nüfusunun %90’ını Müslümanlar oluşturuyor. Bu nüfusunda %10’unu Tuareg kabileleri meydana getiriyor. Tuaregler Batı Afrika’nın birçok ülkesinde yaşayan etnik bir gruptur. Bu ülkelerde toplam 3 milyon Tuareg yaşıyor. Tuaregler 1960’ların başından beri bağımsızlık mücadelesi yürütüyor.

Batı Afrika, Afrika’nın sömürgeleştirme politikalarından en çok etkilenen coğrafyalardan biri oldu. Tarihsel olarak birçok sömürgeci gücün saldırılarına maruz kaldı.

Kara kıtanın yalnızca yeraltı ve yerüstü kaynakları talan ve yağma edilmedi. Afrikalılar’ın milyonlarcası köleleştirildi. Kölelerin büyük bir kısmı Kuzey ve Güney Amerika’ya gönderildi. Bu köle ticaretinde yine milyonlarca Afrikalı öldürüldü. Kara kıta acının, gözyaşının, ölümün, soygun ve talanın coğrafyasına dönüştü. Sömürgeci güçler tarafından enerji ve hammadde kaynaklarına, kabile ve etnik yapılara göre cetvelle belirlenen nüfuz alanları oluşturuldu. Devletler kuruldu.

Batı Afrika Fransa’nın nüfuz alanında kaldı. Bu coğrafyada kurulan devletler kendi bünyelerinde, birbirleriyle tarihsel sorunları ve çelişkileri olan halklar hapishanesi işlevi gördü. Sömürgeci güçler her defasında halklar, farklı etnik yapılar ve kabileler arasındaki çelişkiyi kullandı. Makro tahakküm oluşturmak ve bu tahakkümü meşrulaştırmak, kısaca “beyaz adamın” efendiliğinin kabul edilmesi için bu çelişkiler derinleştirildi. Halklar birbirinin düşmanı ya da celladına dönüştürüldü.

Batı Afrika’da halkların mücadelesi, özellikle Cezayir halkının Fransız sömürgeciliğine karşı yürüttüğü direnişle beslendi. Bir anlamda Cezayir devriminin dinamikleri (2), Batı Afrika halklarının dinamiklerini besledi ve şekillendirdi. Özellikle İslam bu dinamiğin önemli bir parçası oldu. Cezayir’de Şeyh Abdülkadir’in 1830’lara dayanan direniş dalgası ve Libya’da 1923’deki Ömer Muhtar’da cisimleşen İtalyan sömürgeciliğine karşı direniş, Mali’de ve Batı Afrika’da etkisini gösterdi. İslami karakter de taşıyan bu anti-sömürgesi isyanlar bölgeyi sarstı.

Özellikle II. paylaşım savaşı sonrası dengeler, Çin ve Küba Devrimi’nin gerçekleşmesi, 1960’larda küresel düzeyde ulusal kurtuluş mücadelelerinin yükselişi; Afrika’da muazzam bir uyanışa ve kara kıtanın ayağa kalkışına yol açtı.

Klasik sömürgeci güçlerin tasfiye edildiği bu süreç, anti-sömürgeci devrimlerle taçlandı.

Fransız sömürgeciliğinin Cezayir halkı tarafından sökülüp, atılması ve Cezayir Devrimi’nin gerçekleşmesi Batı Afrika için yeni bir moment oldu. Aynı konjonktürde bir dizi Batı Afrika ülkesi bağımsızlığını kazandı.

Bu süreç bir yönüyle de ABD emperyalizminin bölgede ekonomik ve nüfuz alanını genişlettiği bir dönem oldu. ABD yeni sömürgecilik ilişkileri üzerinden Batı Afrika’yı yeniden yağmaladı. Batı Afrika Sovyetler’in kıtaya yönelik politikalarını bloke etmek ve Kuzey Afrika’da etkisini kırmak için bir tampon coğrafya olarak işlevlendirildi.

Soğuk Savaş sonrası bir dönem “unutulan” coğrafya ,11 Eylül konsepti ve yeni jeo-politiğe bağlı olarak emperyal özneler arası hegemonya “savaşlarının” şiddetlenmesiyle odak coğrafya olarak öne çıktı.

Batı Afrika önümüzdeki dönem, kıtaya yönelik emperyal özneler arasındaki çelişkilerin yoğunlaşacağı bir coğrafya ve yaşanacak “savaşların” laboratuvarı olarak görülebilir.

Mali’nin önemi

2000’li yıllar Çin’in yeni ve hızlı yükselen bir emperyalist güç olarak, küresel düzeyde ekonomik ve nüfuz alanlarını genişlettiği bir dönem oldu.

Çin, muazzam kapitalist büyümenin ihtiyaçlarını karşılamak ve emperyalist projeksiyonlarına uygun son derece iyi hesaplanmış adımlar attı.

Çin özellikle enerji ve hammadde ihtiyacını ve bu ihtiyaçların düzenliliğini ve güvenliğini sağlamak yönünde kompleks politikalar geliştirdi. Afrika Kıtası bu anlamda Çin’in erken temas kurduğu ve ekonomik ilişkilerini hızla geliştirdiği bir coğrafya oldu.

ABD’nin Ortadoğu bataklığına saplanması, Çin’e kıtada göreceli rahat hamleler yapma şansı kazandırdı.

2008’de kapitalizmin yapısal krizinin küresel düzeyde yarattığı sarsıntı ve ortaya çıkardığı yüksek konjonktür kıtanın emperyalist özneler tarafından yeni bir av sahasına dönüşmesini beraberinde getirdi.

Özellikle Mısır ve Tunus’ta yaşanan isyan ve ayaklanmalar Arap coğrafyasını sarstı ve muazzam bir aura yarattı. Aşağıdan devrim tehlikesi, Müslüman Kardeşler’in aktif rol oynadığı emperyalist restorasyon politikalarıyla engellendi. Libya’da Kaddafi rejimi NATO müdahalesiyle yıkıldı. Kaddafi rejiminin yıkılması bölge statükolarını etkiledi. Arap coğrafyasını saran dalganın etkileri kırılmaya çalışıldı. Batı Afrika’nın bu süreçten şiddetle etkilenmesinin önüne geçildi.

Libya müdahalesi, bir başka bağlamda Rusya ve Çin’in Afrika kıtası için atlama taşı olarak gördükleri Libya’da devre dışı kalmalarına yol açtı.

Kuzey Afrika’da gerçekleşen farklı eksenlerdeki emperyalist stabilizasyon politikaları, hızla Batı Afrika’da kendini hissettirdi.

Mali operasyonu bu sürecin bir devamı oldu. Fransa Libya’dan sonra Mali’de de agresyon politikası izledi. Fransa, Mali’nin kuzeyinde konumlanan ve bölgeyi kontrolleri altında tutan El-Kaide’ci İslamcı güçlere karşı operasyon yapıldığını açıkladı.

Mali hükümeti, Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Örgütü-ECOWAS ve Afrika Birliği’ne bağlı 14 ülke daha önce Mali’ye uluslararası bir güç gönderilmesi için Birleşmiş Milletler’e çağrı yapmıştı. Bu çağrıyı ve “İslami tehdidi” Fransa, askeri müdahale için meşruluk zemini olarak kullandı.

Mali hükümeti yaygın yolsuzluk ve ekonomide yaşanan kriz ve şiddetli yoksullukla dünya komuoyunun gündemine girmişti. Mali zengin hammadde kaynaklarına sahip olsa da, ekonomisi pamuk ihracatına dayanıyor. 2011 ve 2012 yılında ABD’deki pamuk üreticilerinin yüksek sübvansiyonlar alması, dünya pamuk fiyatlarında önemli düşüşlere yol açtı. Bu gelişme Mali ekonomisini sarstı ve ülkede hızlı bir yoksullaşma yaşandı.

2012 yılında gerçekleşen askeri darbe Mali’yi yeniden gündeme taşıdı.

Mali hükümeti Tuareglerin isyanını kontrol edememesi ve ülkedeki siyasal tansiyonun hızla yükselmesi darbenin gerekçesi oldu. Darbe sonrasında geçici bir hükümet oluştu.

Mali’nin kuzeyinde etkili olan Tuareg hareketi seküler bir yapıya sahip ve Anzawad’ın Bağımsızlığı İçin Ulusal Hareketi (MNLA) içinde örgütlü. Uzun bir mücadele geleneğine sahip Anzawad örgütlenmesi içinden yakın dönemde İslamcı bir kanat koptu. Bu kanat Ansar Dine adında bir örgütlenme kurdu. Ansar Dine Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki siyasal İslam’ın gelişmesine paralel olarak hızla güçlendi ve MNLA’yı kısa zamanda zayıflattı ve marjinalleştirdi.

Mali’nin kuzeyi yine aynı faktörlerden dolayı ve özellikle Cezayir’deki FIS süreci ve Libya’daki Kaddafi rejiminin yıkılmasından sonra İslamcı örgütlerin kontrolüne geçti.

Bölgeye Magrip El-Kaidesi ve Batı Afrika’da Cihat İçin Birlik adındaki iki grup hakim. Ansar Dine Magrip El-Kaidesi’yle ittifak yapıyor.

Libya’da Kaddafi iktidarının yıkılmasıyla İslamcı gruplar ve Tuareglerin eline ağır silahlar geçti. İttifak bazı kuzey kentlerini ele geçirdi. Ensar Dine Gao, Kidal gibi güney kentlerini kontrolleri altına aldı. İslamcı örgütlenmeler hem askeri olarak, hem de finansal anlamda son derece güçlü bir yapıya sahipler. Kuzeyde MNLA’nın devre dışı bırakılmasıyla bölgenin bütün denetimi İslamcıların eline geçti. Ayrıca bu örgütler içinde uluslararası İslamcı kadrolar da bulunuyor. Ve bu İslamcı güçler gençlik içinde son derece örgütlü bir yapıya sahipler. Özellikle Cezayir içsavaşı sonrası FIS kadroları bu bölgeye kaydı. Katar Libya operasyonunda koordinasyon rolü oynayarak, ABD onaylı çok miktarda askeri malzemeyi İslamcı güçlere devretmişti. Bu mühimmatın büyük bir kısmı da Mali’deki İslamcı güçlerin eline geçti.

Tuaregler etnik grup olarak, Burkina-Faso, Cezayir, Moritanya, Nijerya ve Mali’de yaşıyorlar. Gelişmeler hem Tuareglerin bulunduğu coğrafyayı, hem de Kuzey Afika’yı etkiliyor. İslamcı grupların Cezayir ve Libya’da geniş ilişkileri var. Ayrıca Nijerya’da Boko Haram, Somali’de El Şebab gibi İslamcı örgütler önemli bir güce sahip. Bu durum Kuzey ve Batı Afrika’da bazı bölgelerin “kontrolsüzleşmesine” yol açıyor. Özellikle Mali’deki gelişmeler “kontrolsüzlüğü” artırıcı bir etken olarak değerlendirildi. Bundan dolayı bölgede çıkarı olan küresel güçler acilen devreye girdi. Bölge ülkeleri ve Mali hükümeti harekete geçti.

ECOWAS ve Afrika Birliği’nin acil müdahale çağrısı BM Güvenlik Konseyi’nde onay gördü. 20 Aralık 2012 tarihli ve 2085 Nolu Birleşmiş Milletler Kararı alındı. Karar, bir anlamda Mali’ye müdahalenin yol haritasını ortaya koydu.

Fransa’nın Mali’ye müdahalesiyle, Batı Afrika bir av sahasına dönüşüyor. Fransa’nın müdahalesi ABD ve İngiltere tarafından desteklendi. ABD’nin Africom birliklerinin bir kısmının Mali’ye kaydırılması bekleniyor.

ABD, bölgede belirleyici inisiyatifini kaybetmeden, iyi tasarlanmış, Fransa’nın da devrede olduğu, bölge ülkelerinin iştirak ettiği bir savaşın organizasyonunu yapıyor. Mali’deki savaşın “Afrikalılaştırılması” yönünde düzenlemelere girişiyor.

Batı Afrika’da yürütülen kaynak savaşlarında (Batı Afrika enerji kaynaklarının dışında, zengin mineraller ve kıymetli madenlere sahip bir coğrafyadır.) yerel devletlerin devreye girmesiyle, sadece Mali değil, bölgenin bütününün savaş coğrafyasına dönüşmesi yüksek bir olasılıktır. Savaşın Afrikalılaştırılması bir anlamda bölgesel savaşın zeminlerinin örülmesi olarak okunabilir.

Altın, uranyum ve fosfat: Mali

Batı Afrika’nın yeniden sömürgeleştirilmesi yönünde Mali bir sıçrama alanıdır. Mali son derece zengin altın, uranyum ve fosfat kaynaklarına sahip bir ülkedir. Mali, Güney Afrika ve Gana’dan sonra Afrika’daki üçüncü büyük altın üreticisidir. Altın üretimi 2011 yılında %20 oranında arttı, 43.5 tona yükseldi. Mali aynı zamanda zengin fosfat yataklarına sahiptir. Ülkenin kuzey bölgesinde son derece zengin uranyum yatakları da bulunuyor. Bu stratejik madenler Mali’yi emperyalist güçlerin odak coğrafyası haline getiriyor.

Çin Ortadoğu’ya olan enerji bağımlılığını azaltmak için 2000’li yılların başlarında Afrika’ya yöneldi. Batı Afrika sahip olduğu enerji kaynakları, mineral ve kıymetli madenleriyle Çin’in Afrika’daki odak coğrafyalarından biri olarak öne çıktı.

ABD aynı tarihlerde Africom’u kurarak Afrika’yı hedef coğrafya olarak belirledi. Africom G. Bush döneminde kuruldu ve Afrika’da sivil ve askeri operasyonlar düzenleme misyonlarıyla hareket etti. Africom’un faaliyet alanı bütün kıtayı kapsıyor. Africom Mali’de 12 yıldan beri süren savaşta aktif rol oynadı. Başkent Bamako ve çevresinde çok sayıda ABD üssü bulunuyor. ABD bugüne kadar Afrika’da bir dizi operasyon gerçekleştirdi. Nijerya ve Somali’yle birlikte kıtada doğrudan askeri müdahalelerde bulundu. ABD, özellikle Çin’in Afrika’da artan ekonomik ve nüfuz alanlarını daraltmayı ve kırmayı hedefliyor.

Libya’da gerçekleşen NATO müdahalesiyle hem Çin’in, hem de Rusya’nın Afrika’ya yönelik bazı hamleleri boşa çıkarıldı. ABD aynı zamanda Africomun Almanya Stuttgart’ta bulunan üssünü Afrika’ya taşıma şansı buldu. ABD 2013 yılında Afrika’da daimi bir askeri üs kurmayı hedefliyor. Bu yıl içinde Pentagon Afrika’daki asker sayısını 3000’e yükseltti. ABD Africom aracılığıyla Afrika’yı bütünüyle denetlemeyi hedefliyor. Özellikle enerji kaynaklarının ve kıymetli madenlerin bulunduğu birçok ülkede (Mali, Gine, Somali, Kamerun, Botsvana, Senegal gibi) savaş provaları olarak ortak askeri tatbikatlar gerçekleştirdi. Ayrıca mobilizasyon gücü yüksek olan askeri birliklerini, dönüşümlü olarak Güney Afrika, Fas, Gabon, Tunus ve Libya’da konuşlandırdı.

Africom tarafından yapılan açıklamalarda Afrika’daki birçok ülkenin ordularıyla “teröre ve ayaklanmalara” karşı ortak mücadele ve ortak hareket edileceği bildirildi. Pentagon 2013 yılına girerken 35 Afrika ülkesine asker gönderme kararı aldı. Pentagon’un kısa bir zaman içinde asker göndereceği ülkelerin başında Mali bulunuyor. Mali’yi Nijerya, Sudan, Cezayir, Kenya ve Somali izliyor. Ayrıca bir dizi eski Fransız sömürgesi olan ülkeyle Pentagon’un direkt ve yakın ilişkisi var.

ABD stratejik önem atfettiği yerlerin başında Nijer Deltası petrol bölgesi bulunuyor. Bu stratejik yönelim Wikileaks belgelerinde açığa çıktı. ABD Gine Körfezi’ne petrol aramalarını yoğunlaştırdı.

ABD Nijer Deltası petrol bölgelerinden elde edeceği petrolün 2015 yılında, ithalatının %25’ini karşılayacağı hesaplanıyor. Bu durum ABD’nin Delta’nın güvenliğine stratejik önem vermesine yol açıyor. Hatta Pentagon yetkilileri Afrika’daki askeri kuvvetlerin esas misyonunun bölgedeki güvenliği sağlamak olduğunu açıkladı. ABD Batı Afrika ülkelerine 2011 yılında 400 milyon Dolar yardım etti. Mali bu yardım paketinden 150 milyon Dolar aldı. ABD petrolün yanında kıtanın bütün kaynaklarını denetim altına almayı hedefliyor.

Afrika Kıtası emperyalizmin av sahasına dönüşüyor.

Kıta düzeyinde Çin ve ABD arasında şiddetlenen hegemonya atakları karşısında, Fransa etkisini kaybediyor. Fransa yaşadığı bu hegemonya aşınmasını yeni hamleler yaparak, aşmaya çalışıyor. Özellikle eski sömürgelerinde nüfuzunu yeniden inşa etmek için adımlar atıyor. Fransa eski sömürgelerine askeri birlikler yolladı. Gabon, Orta Afrika Cumhuriyeti, Kongo, Fildişi Sahili ve Çad’da 9000 Fransız askeri konuşlanmış durumda. Fransa’nın Mali’ye müdahalesi bu adımlardan biri oldu.

Mali Fransa açısından stratejik önem taşıyor. Ülkenin uranyum açısından zengin rezervleri Fransa Mali’ye yoğunlaşmasına yol açıyor. Mali’yle aynı coğrafyada olan Nijerya, Fransa’nın nükleer enerji santrallerinin uranyum ihtiyacının 1/3’ini karşılıyor. Fransa’da 58 nükleer enerji santrali bulunuyor. Nijerya’dan gelen uranyumun ve Mali’den elde edilecek uranyumun Fransa açısından stratejik önemi var. Fransa nükleer enerji tekeli Areva’nın Mali’ye askeri müdahale yapılması için yoğun kampanyalar gerçekleştirmesi boşuna değil. Mali’deki destabilize bir ortamın Nijerya’yı etkilemesi Fransa için yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Ayrıca bölgedeki “istikrarsızlık” Mali’nin diğer komşusu olan Cezayir de etkili olabilir. Cezayir Fransa’nın en önemli pazarlarından biridir. Ayrıca Cezayir Avrupa’nın doğalgaz ve petrol ihtiyacının önemli bir kısmını karşılıyor. Fransa Suriye’de vahabizmi ve El-Kaide’ye bağlı örgütleri desteklerken, Mali’de El-Kaide’ci İslami yapıları terör ve tehdit unsuru olarak görmesi boşuna değil. Bu söylemlerle Fransa askeri müdahalesini meşrulaştırmaya çalışıyor. Reel politikaya uygun adımlar atıyor. Ve burjuva oportünizmin tipik örneğini gösteriyor.

Fransa’nın Mali’ye askeri müdahalesi Batı Afrika ve Kuzey Afrika’da bir dizi gelişmeyi tetikleyebilir. Savaşın bölgeye yayılması yüksek bir olasılıktır.

Kanla İmza Atanlar adlı örgütün Cezayir’de BP’nin doğalgaz üretim tesislerine saldırarak, Avrupa ve Japon kökenli 200’ün üzerinde çalışanı rehin alması, bölgenin savaş atmosferi içine girdiğini gösteriyor. Cezayir güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu 20’nin üzerinde rehinenin öldürülmesi Mali’deki savaşın Cezayir’e hızla sıçrayabileceğini ortaya koydu. İslami örgüt BP operasyonunun, Fransa’ya ve Fransa’ya hava sahasını açan Cezayir’e karşı gerçekleştirildiğini açıkladı.

Somali’de faaliyet gösteren El Şebab ve Nijerya’da Boko Haram’ın benzer eylemler yapma ihtimali yüksektir. Süreç Batı Afrika’yı saran, hatta Kuzey Afrika’ya sıçrayan bölgesel bir savaşa dönüşebilir.

Savaş, emperyal öznelerin Batı Afrika’yı yeniden sömürgeleştirilmesinde son derece önemli işlev görecektir.

Bölgenin destabilizasyonunu engellemek adına müdahale eden emperyal güçler, bölgeyi tam anlamıyla destabilize ederek, savaşın bölgeselleştirilmesini ve yayılmasını sağlayacaktır. İslami terör ve tehdit bu destabilizasyonun temel argümantasyonudur ve emperyal müdahaleye meşruluk aracıdır. Savaş aynı zamanda Batı Afrika’nın tüm yer altı ve yerüstü kaynaklarının talan ve yağma edilmesi anlamına gelecektir. Mali’ye askeri müdahale bu talan ve yağmanın başlangıcına işarettir. Mali Batı Afrika’nın yeniden sömürgeleştirilmesinin sıçrama alanı ve kıtada izlenecek sömürgeleştirilme politikalarının laboratuvarıdır.

Kıtadaki büyük kapışmanın en önemli coğrafi bölgesi olan Batı Afrika’nın dikkatle izlenmesi gerekir. Bölgenin bir savaş coğrafyasına dönüşmesi yüksek bir olasılıktır. Batı Afrika emperyal özneler arası kaynak savaşlarının en kanlı ve en yıkıcı geçeceği bölgelerden biri olacaktır.

Dipnot

 (1) Kısa ve orta vadede bu sürecin Almanya’ya ve emperyal politikalarına olası etkileri ayrı bir yazı konusudur.Bu aynı zamanda AB’ yi saran krizin evrimi ve özellikle AB’nin 5 zayıf halkasındaki gelişmelerle birlikte değerlendirilebilir.Bunun yanında kapitalizm’in yapısal krizini derinleştirecek faktörlerde önemlidir. Japonya’da olası finans krizi, Çin’in ekonomik büyümesinde görülecek hızlı gerileme,Ortadoğu’da bölgesel savaş olasılığı, zombi bankacılık krizinin salgın hale dönüşmesi ve benzeri gelişmeler küresel boyutlarının yanında, Almanya’nın ekonomik yapısını etkileyecek içeriktedir.

 (2) Cezayir Devrimi, devrimin özgünlükleri ve dinamikleri hakkında daha geniş bilgi için bakınız: Volkan Yaraşır, Sokakta Politika, Gendaş Yay., 2002.