Türkiye’de anti-emperyalist mücadele ve gençlik denildiğinde iki olay akıllara gelir. Birisi Dolmabahçe’deki 6. Filo eylemidir. Bir diğeri ise ODTÜ’de CIA şefi Vietnam kasabı Robert Kommer’in arabasının yakılması eylemidir. Bu olaylardan ikincisinin ODTÜ’de olması hiç de tesadüfî değildir. ODTÜ’nün kendi isminden menkul bir durum olmadığı açıktır. Tarih içerisinde birçok olayın tetiklemesinin ve öğrencilerin özne durumuna geldiği örgütlenme modellerinin çıkartılabilmesinin sonucu olarak ODTÜ öne çıkmaktadır.
Bu yüzdendir ki, gençliğin gündemleri arasından hiç çıkmayan anti-emperyalist mücadelenin yakıcı bir hal aldığı bu dönemde geçmişin deneyimlerini tartışmak ve sonuçlar çıkartmak önemli hale gelmiştir. Özellikle yakın dönem gençlik hareketinin önemli deneyimlerinden biri olan ODTÜ Öğrencileri deneyimini incelemek, günümüzle benzer tarihsel koşullara sahip olduğu düşünülürse, çok daha anlamlı olacaktır.
ODTÜ’nün kuruluşu ve tarihinden kısa notlar...
İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın hemen ardından ABD ile kurulan ilişkilerin “gelişmesi”, Marshall yardımlarıyla beraber ABD emperyalizminin Türkiye’de çok daha fazla söz sahibi olduğu bir dönemin kapıları açılır. ABD emperyalizmi sadece sanayide değil, politikadan orduya, eğitimden kültüre hemen her alanda hegemonyasını hissettirmeye başlar. Bütün bu adımların eğitim alanındaki karşılığı, ABD finansmanıyla Amerikan eğitim sisteminin, Amerikan kültürünün hâkim olacağı bir üniversitenin kurulmasıydı.
Bu hedeflerle 1956’da kurulan ODTÜ, 1963’te şu anki kampüsüne taşınmıştır. Türkiye’de sınıf hareketinin ve gençlik hareketinin yükseldiği, FKF/Dev-Genç üzerinden örgütlü bir hal aldığı, tüm dünyada Vietnam, Küba, Filistin üzerinden anti-emperyalist, devrimci mücadelenin moral-motivasyon kaynağı olduğu dönemde daha yeni kurulmuş olan bir üniversitenin öğrencilerinin bu olaylardan etkilenmemesi imkansızdır.
’68’de hemen hemen tüm üniversitelerde yükselen gençlik hareketinin kendi taleplerini boykotlarla mücadeleye konu etmesi ODTÜ’de de karşılığını buldu. ODTÜ’de, “ABD eğitim sistemine son, öğrenciler yönetime katılsın!” talepleri öne çıkıyordu. Mimarlık Fakültesi’nde karşılık bulan bu talepler kabul edilmiş ve öğrenciler yönetimde söz sahibi olmuşlardı. Bu taleplerin öne çıkmasında iki temel neden vardı. Birincisi anti-emperyalist duyarlılık, ikincisi ise gençlerin kendi eğitimlerinde, yaşam alanlarında ve geleceklerinde söz sahibi olma isteğiydi.
Aynı yıl, ODTÜ’deki stadın adını fiili olarak değiştiren “DEVRİM” yazısı yazılır. Silinememesinden öte sürekli olarak ODTÜ öğrencilerince sahiplenilen “DEVRİM” yazısının bugüne kadar kalması bu sahiplenmeden kaynaklıdır.
Aynı yılın sonunda Türkiye’ye gelen CIA şeflerinden Kommer, hem İstanbul’da hem de Ankara’da havalimanında protesto gösterileriyle karşılanır. Hatta Deniz Gezmiş’in de aralarında olduğu 5 devrimci İstanbul’daki eylemin ardından tutuklanır.
Tüm bunların üzerinden birkaç hafta geçmişken ODTÜ Rektörü Kemal Kurdaş’ın davetlisi olarak 6 Ocak 1969 tarihinde ODTÜ’ye gelen Kommer’in arabası binlerce öğrencinin katılımıyla Rektörlük binasının önünde yakılır. Kommer’in özellikle ODTÜ’ye gelmesi, ABD’nin bu üniversitenin kuruluşunda büyük pay sahibi olmasındandır. ODTÜ’deki anti-emperyalist duyarlılığın kaynaklarından birisi de ABD’nin bu sahiplenmesidir aynı zamanda.
Arabanın yakılmasından öte, ardından gelişen süreç ve yapılan eylemi binlerce öğrencinin sahiplenmesi çok daha anlamlıdır. 7 öğrencinin tutuklanması için karar çıkar. Öğrenciler eylemle teslim olur ve binlerce öğrenci dilekçe vererek biz de yaktık derler. Bu sahiplenme davanın cezasız sonuçlanmasını sağlar. Tüm bu süreçler boyunca üç şey öne çıkmaktadır. Birincisi; geniş öğrenci kitlelerini harekete geçirecek politikaların işlenebilmesi. İkincisi; bu politikaların militan-devrimci bir tarzda hayata geçirilmesi. Üçüncüsü ise geniş gençlik kesimlerinin sözünü söyleyebildiği, özneleştiği örgütlenme modellerinin açığa çıkmasıdır.
Gençliğin özneleşmesi ekseninde örgütlenme tartışmaları
Tüm bu süreçler boyunca ODTÜ FKF, ODTÜ Dev-Genç, ODTÜ Öğrenci Birliği, ODTÜ-Der, ODTÜ-ÖTK ve benzeri birçok örgütlenme ile ODTÜ’de öğrenciler sürekli olarak örgütlü bir duruş sergilemişlerdir. Burada tartışılması gereken bu örgütlenmelerin nasıl işlediği, nasıl işlevsel hale getirildiği ve birer örgütlenme modeli olarak gençlik hareketi tarihinde oynadıkları roldür.
Dev-Genç, gençliğin militan, devrimci gençlik örgütlenmesidir. Gençliğin tabandan gelen, her düzeyinde söz sahibi olduğu, birçok siyasal bakışın içerisinde yer aldığı ancak siyasetlerin ortaklaşması değil, siyasetlerin kitlelere yönelik politika ürettiği ve onları harekete geçirmeye çalıştığı bir örgütlenmedir. Gücünü tabandan, fakültelerde kurulan öğrenci birliklerinden almaktaydı. Öğrenci birlikleri ile herkesin söz sahibi olduğu bir işleyiş oluşturulmuştu. Dev-Genç üzerine birçok tartışma yapılırken, isminde bir alamet-i farika aranırken örgütlenme modeli hiç göz önüne alınmamaktadır.
Yine aynı şekilde ODTÜ’de her fakülte ve bölümde seçimlerle temsilcilerin belirlendiği, her bölüm ve fakültede düzenli toplantıların alındığı ve herkesin süreçlerine katıldığı bir ODTÜ-Der ve ODTÜ-ÖTK deneyimi vardır.
ODTÜ-ÖTK’yı bugünkü ÖTK’larla karıştırmamak gerekir. ODTÜ-Der tarafından 1974’te örgütlenen boykotun temel taleplerinden birisi de öğrencilerin yönetimde temsiliyet kazanmasıdır. ODTÜ-ÖTK ile bu karşılanırken, seçilmiş temsilcilerden öte, birimlere dayalı bir örgüt işletilmektedir. O dönemki ÖTK için “yasallık”, gençliğin bir öz örgütlülüğü olmasından gelen gücünün ve meşruluğunun ODTÜ Rektörlüğü’ne zorla kabul ettirilmiş olmasının sonucudur.
ODTÜ Öğrencileri’ne ODTÜ tarihinden miras:
Kitle örgütlenmesi deneyimi
2000’lerle beraber ODTÜ’de birçok taban örgütlenmesi girişimi ve esnek örgütlenmeler deneyimi yaşandı. Elbette bunlar gençliğin öz örgütlülüğü haline gelemedi. Toplam gençlik hareketinin politikleşme düzeyiyle ve buradan ortaya çıkan örgütlenme ihtiyacıyla doğrudan bağlantılı olan bu durum hiç de şaşırtıcı değildi. Ancak buna rağmen ODTÜ’de kitleleri işin parçası yapacak, kitleleri harekete geçirecek bir çalışma tarzının uzunca bir süre sürdürülebildiği çalışmalar oldular.
Açık toplantılarda alınan kararlarla örülen süreçlerde, siyasetlerin ortaklaşmasından öte, toplam kitlenin ortaklaşmasının öne çıkması siyasetler arası tartışmalar yerine özgül sorunların tartışılması, herkesin karar mekanizmalarına dâhil olması önemliydi. Elbette bunu yapabilmek sadece “böyle olsun” demekle değil, toplamında böylesi bir kültürün yaratılması, kitleyle böylesi bir bağın ve güven ilişkisinin kurulması, doğrudan ilintilidir.
Açık toplantılar, forumlar, yurt sohbetleri, yurt-bölüm-hazırlık birimleri ile tabana yayılan, çalışmanın nasıl yapılacağı konusunda yerel inisiyatifin açığa çıktığı süreçlerin örülmesi, her bireyin kendisini örgütlenmenin bir parçası hissetmesini sağlamaktaydı. Ancak ve ancak, böylesi bir işleyiş ve kültür yaratıldığında dayatmacı tutumlar dışlanabilmekte, kitleyi ikna edemeyen, kitleyle bağ kuramayan siyasal akımlar sürecin dışında kalmaktadır.
Bu noktada öğrenci toplulukları da çok önemli bir yerde durmaktadır. Özellikle ODTÜ’de sosyal ve politik yaşamda önemli bir yerde duran topluluklar, içerisindeki güçlerle de bağlantılı olarak, birçok politik süreç içinde inisiyatif alabilmektedir. Topluluklar toplantısı gibi işleyişlerle ortak süreçlerin örülmesinin önü her zaman açıktır. Burada elbette ki samimi ve güvene dayanan ilişkiler kurulabilmesi ile ortak süreçler örülebilmektedir.
2003’te Irak işgaliyle birlikte sermaye devletinin çıkarmaya çalıştığı tezkereye karşı 1 Mart’ta gerçekleştirilen eyleme bini aşkın ODTÜ öğrencisinin katılması ve ardından gerçekleştirilen 1 Mayıs, 6 Kasım, yemekhane boykotu gibi birçok süreç kitlelerin özneleştiği süreçler olarak örülmüştür.
Özellikle gençliğin anti-emperyalist duyarlılığının açığa çıkartılmasında hareket-örgüt diyalektiğinin göz önüne bulundurulması gerekir. Kitleleri harekete geçirecek politikalar, ancak o politikalara uygun çalışma ve örgütlenmelerle hayata geçirilebilir.
Son aylarda, Türkiye üzerinden Suriye’ye dönük saldırının gündeme gelmesi, füze kalkanının kurulması, patriot füzelerinin Maraş’a kurulmaya başlanması ile anti-emperyalist mücadele daha da yakıcı bir önem kazanmıştır. NATO’nun on yılları bulan emperyalist savaş, işgal, müdahale ve iç savaş örgütü olma misyonunu tekrardan oynadığı bu süreçte gençliğin anti-emperyalist duyarlılığını arttıracak, bu duyarlılığı eylem alanlarına taşıyacak, gençliği özneleştirecek, taban örgütlülüklerine, açık toplantılara, forumlara dayanan süreçler örülebilmelidir.
Ortaya çıkan duyarlılığı örgütlülüğe kavuşturmak, sonrasında gelişecek süreçlere müdahaleyi de kolaylaştıracaktır. Aksi durumda anlık yükselişler ve ardından hızlı düşüşlerle gençliğin enerjisi heba olacaktır.
Buna izin vermemek gençlik hareketinin tarihinden öğrenmeyi ve dersler çıkartmayı gerektirir. Örgütlü mücadeleyi büyütmek kendi dar-grup çıkarlarının peşinden koşmak değil, kitleleri harekete geçirecek örgütsel mekanizmaları işletebilmek ve ona yön vermekten geçmektedir.
(Ekim Gençliği, sayı 142, Ocak 2013)