Eskişehir baskını ve Terörün Finansmanı Yasası – Fatih Yaşlı

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 31 Ocak 2013
  • 10:49

İktidarın belediye baskınlarından Eskişehir’in de nasibini alması hiçbirimizi şaşırtmadı; çünkü bu baskınlar AKP politikalarının bir parçası haline gelmiş ve AKP’li olmayan belediyeler açısından adeta bir gelenek halini almıştı.


Geçmişte İzmir, Dikili, Antalya, Bodrum, Kuşadası, Ayvalık gibi sayısız belediye “yolsuzluk, ihaleye fesat karıştırma, dolandırıcılık” vb. gerekçelerle baskına uğradı, çalışanları gözaltına alındı.

İktidarın fetihçi stratejisinin burada da işbaşında olduğunu söylemek mümkün; nasıl ki yargı, üniversite, basın ele geçirilmişse, belediyelerin hepsinin de aynı şekilde ele geçirilmesi, AKP’lileşmesi amaçlanıyor.

Batı’da yolsuzluk operasyonlarıyla somutlaşan bu fetihçi strateji, doğuda KCK operasyonlarıyla şekilleniyor. BDP’li belediyelere KCK operasyonları düzenleniyor, belediye başkanları tutuklanarak cezaevine konuluyor. Van, Şırnak, Batman, Iğdır Belediye Başkanları halen cezaevinde bulunuyor.

İster “yolsuzlukla mücadele” ister “terörle mücadele” adına yapılsın, ister CHP’li ister BDP’li belediyelere yönelik olsun, tüm bu operasyonların siyasi bir nitelik taşıdığı ve esas amacın da muhalefeti sindirmek olduğu açık.

İktidarın muhalefetle polisiye yöntemlerle ve yargıyı bir silah gibi kullanarak,  yani “terörle mücadele” eder gibi mücadele etme yöntemini çok uzun bir süredir kullandığını zaten biliyoruz.

Şimdi bunun üzerine bir de “Terörün Finansmanı Yasası” ekleniyor.

Yasa, hükümete ancak olağanüstü hal dönemlerinde görülebilecek bir şekilde, sınırsız yetkiler veriyor. Hükümetin atayacağı bürokratlardan oluşacak ve başkanlığını Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) başkanının yapacağı yedi kişilik bir komisyon, kimlerin terörü finanse ettiğini belirleme ve belirlenen kişi ve kurumların malvarlıklarını dondurma kararını -yargıyı da devre dışı bırakarak- verebilecek.

Bunun yaratacağı sonuçları kestirmek ise hiç güç değil. İktidar bu yasayı kendisine yakın olmayan sermaye gruplarını hizaya getirmek, muhalif medyayı etkisizleştirmek, AKP’li olmayan belediyeleri baskı altına almak gibi amaçlarla kullanmak isteyecek.

“Terörün finansmanı yasası” son yıllarda sıkça şahit olduğumuz üzere “ya bizdensin ya terörist” söyleminin egemenliğini ilan etmesi, istisna olmaktan çıkıp kural haline gelmesi anlamına gelecek, dolayısıyla her muhalif kişi ve odağın potansiyel terörist olarak görülmesi/gösterilmesi çok daha kolaylaşacak.

Yani ilan edilmemiş bir olağanüstü hal rejimi süreklileşecek, temel hak ve özgürlükler askıya alınacak.

Ergenekon, KCK, Devrimci Karargâh ve Odatv davaları, ÇHD baskını, avukatların tutuklanması, muhalif belediyelere yönelik operasyonlar, Terörün Finansmanı Yasası… Bunların hepsinin Türkiye’de kurulmak istenen tek parti rejiminin birer aracı, birer mekanizması mahiyetinde olduğu görülebiliyor.

İktidar, devletin ve rejimin yapısının bütünüyle değişeceği önümüzdeki üç yılda, Kemalistleri, Kürtleri, Alevileri, sosyalistleri, emekçileri siyasal alanın dışında bırakmayı, her türden toplumsal muhalefeti etkisizleştirmeyi ve böylelikle hedefine sorunsuz bir şekilde ulaşmayı hedefliyor.

Böylesi bir üç yıla girilirken, “terörist” damgası vurularak siyasal alanın dışında bırakılanlar, kendi özgül taleplerinin dışında, birtakım taleplerde ortaklaşıp güçlü bir muhalefet odağı yaratabilecekler mi, yoksa bu parçalanmışlık haliyle koşar adım bir felakete doğru sürüklenmeye devam mı edeceğiz?

Hepimizin üzerinde düşünmesi gereken esas soru kanımca bu.

Yurt / 31.01.13