Emperyalist-sömürgeci savaşa karşı, bölge halklarının birleşik devrimci direnişi!

  • Arşiv
  • |
  • Makaleler/Yazarlar
  • |
  • 31 Temmuz 2012
  • 08:33

Yıllardır başında Beşar Esad’ın bulunduğu Suriye’deki Baas rejiminin zulmünü yaşayan Kürt halkı, Batı Kürdistan’da özgürlüğe yürüyor.

Batı Kürdistan halkı, önce Kobani’de, ardından da, Afrin, Derika ve Amude’de yönetime el koydu. Büyük bir coşku içinde, remi-sivil her yerde Suriye bayrakları indirildi, yerine Kürt ulusal bayrakları göndere çekildi. Tüm bu bölgeler rejim yanlısı güçlerden arındırılmış bulunuyor. Her yerde PYD- Demokratik Birlik Partisi’ne bağlı YPG-Halk Savunma Birlikleri güvenliği sağlıyor.

Böylesi bir somutluk ve yakıcılıkla beklenmemiş olacak ki, Kürt halkının Batı Kürdistan’da attığı bu adımlar tüm dünyada şaşkınlığa yol açtı. Fakat gerçek şudur ki, bu gelişmeden en çok sömürgeci sermaye devleti etkilenmiştir. Sermaye devleti, bu gelişme karşısında, deyim uygunsa şaşkınlıktan da öte, bir korku nöbetine tutulmuştur. Zira bu gelişme, Kuzey Kürdistan’daki özgürlük mücadelesi karşısında tam bir acz ve çaresizlik durumunu yaşayan sermaye devletini boylu boyunca daha büyük bir açmazın içine yuvarlamıştır.

Ankara’daki hesap bu kez de Şam’dan geri döndü

Sermaye devleti Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısıdır. Onun gibi her daim sömürgeci ve yayılmacı heveslere sahip olmuştur. İşbaşındaki AKP hükümeti de neo-Osmanlıcıdır, sermaye devletinin yolu dayanaksız hayallerle döşeli olan sömürgeci ve yayılmacı heveslerinin günümüzdeki temsilcisidir. Ateşli bir mirasçısı olduğu Osmanlılar gibi tüm bir bölgeyi kendilerinin doğal bir etkinlik alanı olarak görmekte ve tam bir küstahlıkla bölgenin neredeyse her yeri üzerinde hak iddiasında bulunmaktadır.

Sömürgeci sermaye devleti, bu sömürgeci eğilimlerini daha önce Güney Kürdistan, somut olarak da Musul ve Kerkük üzerinden dillendirmişti. Bir süredir de, AKP aracılığıyla Suriye’deki gelişmeler vesilesiyle dile getirmektedir. Onlara göre Suriye komşu bir ülke değil, pek çok kenti ile kendilerinin üzerinde hak iddiasında bulunabilecekleri doğal bir etkinlik alanıdır. Bu ülkedeki her gelişme onları yakından ilgilendirmekte olup, kuvvetle etkilemektedir. Tüm sorunları da, bir dış sorun olmayıp, kendilerinin bir iç sorunudur.

Sermaye devleti, tam bir sömürgeci zihniyetin ürünü ve ifadesi olan bu düşüncelerle başından itibaren Suriye’deki gelişmelerle yakından ilgilendi, olası bir rejim değişikliğinden yararlanmak üzere türlü hesaplar yaptı. Hiç kuşkusuz, hesaplarının tümü de kanlı ve kirli hesaplardı.

Şüphesiz ki ABD’nin Ortadoğu’daki planları çerçevesinde, bölgenin en güçlü devleti olmak istiyorlardı. Bu nedenle de ABD’nin gönüllü taşeronluğu, daha doğru bir söyleyişle tetikçiliği misyonunu üstlendiler. Bu sayede bölgede, doğal olarak ABD’nin izin verdiği sınırlar çerçevesinde müdahalelerde bulunabilecek, kendi sömürgeci amaç ve çıkarlarını kollayabileceklerdi.

Sömürgeci Türk devleti, daha önce Güney Kürdistan’a dönük olarak da, bu aynı hesap, heves ve hayallerle hareket etmişti. Güney’deki güçleri küçümsemiş, aşağılamış, bağımsız ya da otonom, hiçbir gelişmeye izin vermeyeceklerini, hele hele Musul ve Kerkük’e dair hiçbir hevese kapılmamalarını, zira bu iki kentin de Osmanlı toprağı olduğunu, haliyle şimdi de kendilerinin hak iddiasında bulunacakları kentler olduğunu dile getirmişlerdi. Her fırsatta Güneylilere dönük tehditlerde bulundular. Ne var ki, tüm bu çabalar boşa gitti. Ankara’da yapılan kirli planlar Bağdat’tan geri döndü.

AKP iktidarı aracılığıyla Suriye’ye dönük olarak pek çok şey yapılmak istendi. Sözgelimi, sermaye devletinin Başbakanı R. T. Erdoğan küstah bir sömürge valisi pozlarında, her vesileyle, ara sıra bölgedeki Kürtlere de mesajlar içeren tehditler savurdu. Son dönemlerini yaşayan Baas rejiminin ardından oluşacak olan yeni Suriye’nin şekillenmesinde aktif taraf olduklarını dile getirdi. Buraya dönük kirli planların gerçekleşmesi için de, besleyip silahlandırdıkları en az Beşar Esad’ın kan dökücü güçleri kadar acımasız olan gerici Müslüman Kardeşler örgütünü harekete geçirdiler. Giderek ABD ve batılı diğer emperyalist güçlerin artan desteğini de alan, Kosova’daki UCK misali, çetelerden oluşan Özgür Suriye Ordusu'nu devreye soktular.

Bununla da kalmadılar, kirli hesapları açığa çıkmasın ve uluslararası meşruiyet kazansın diye, Kürtleri de yanlarına çekmek istediler. Ancak bu girişim daha ilk adımda boşa çıktı. Zira tümüyle kendi işbirlikçilerinden oluşan, sözde “Suriye Ulusal Meclisi’’ Kürt halkının, kendi kaderlerini tayin anlamına gelen hiçbir talebini kabul etmedi. Beslemesi oldukları sömürgeci Türk devleti gibi sadece “Suriye vatandaşı” olarak tanıyabileceklerini dile getirdiler. Haliyle ipler koptu, hesaplar da iyice karıştı.

Daha önce hesap Bağdat’tan dönmüştü, bu kez de Şam’dan geri döndü. Bu kez de, hesabı bozanlar Batı Kürdistan halkı oldu.

Her yerde aynı politika; yalan, inkar, imha

Kürt cephesinde olası Güney Kürdistan benzeri bir gelişme sermaye devletinin en büyük korkusuydu. Böylesi bir gelişmenin son dönemde Mesut Barzani üzerinden dillendirilen Bağımsız Kürdistan özlemini tetikleyeceği kesindi. ABD’nin de baskısıyla Güney'deki Federe Kürt Devleti tanınmasına tanınmıştı ama sömürgeci Türk devletinin yeni bir özerk Kürt oluşumuna hiç ama hiç tahammülü yoktu. Buna izin verilemezdi.

Sermaye devletinin büyük korkusu gerçeğe dönüştü. Batı Kürdistan halkı sözkonusu kentlerde yönetimi ele geçirdi. Sırada ise, Batı Kürdistan’ın başkenti olmaya aday en büyük kenti Qamışlo var.

Bu seferki gelişmenin ayırdedici bir yanı var. Adı geçen kentlerde Kürt halkı adına yönetimi ele geçirenler, aynı zamanda silahlı bir gücü de sahip olan PKK çizgisindeki PYD-Demokratik Birlik Partisi’dir. Bunun kendisi sermaye devletini ve AKP iktidarı ve T. Erdoğan’ı kelimenin gerçek anlamıyla çılgına çevirmiştir.

Başta Erdoğan olmak üzere sömürgeci devletin sivil-asker tüm birimleri günlerdir toplantı üstüne toplantı yapıyorlar. Kanlı ve kirli hesaplarının boşa çıkmasından kaynaklı bir saldırganlıkla PKK, PYD ve onların üzerinden Batı Kürdistan halkına kin kusuyor, tehdit üstüne tehdit savuruyorlar. Batı Kürdistan halkının kendi geleceğini belirleme anlamına gelen hiçbir hakkının bulunmadığı, olsa olsa bir Suriye vatandaşlığı hakkı talep edebilecekleri dile getiriliyor. Bir sözde Suriye Ulusal Konseyi sözcüsü ise, tam bir pervasızlıkla, açık açık buradaki Kürtlerin kendi ümmetleri olduğunu, bağımsız ya da otonomiye gerek olamadığını dillendiriyor. Hali hazırda ilan edilen özerk yönetime derhal son verilmesini, bayrakların indirilmesini, tahriklerden uzak durulmasını, aksi durumda müdahale edeceklerini belirtiyorlar.

Bu arada her zamanki gibi kirli savaş medyası yine işbaşında. AKP iktidarından aldığı direktifler doğrultusunda sürekli olarak savaş çığırtkanlığı yapıyor. Kürt halkına ve Kürt özgürlük hareketine kin kusuyor. Kirli Türk medyası sabah akşam Suriye’deki gelişmelere ve en çok da Batı Kürdistan’daki gelişmeye ilişkin haberler veriyor, bu çerçevedeki tartışmalara sahne oluyor. Hiç kuşkusuz tüm bu saldırgan çabaların gerisinde, Batı Kürdistan’daki gelişmelerin Kuzey'deki Demokratik Özerklik kavgasını olumlu yönde tetikleme ve güçlendirme korkusu ve dahası da, Kürt sorununun giderek bir bölge sorunu halinde büyümesi ve sermaye devleti üzerinde daha büyük bir ağırlığa dönüşmesi yatmaktadır.

Bir kez daha, sermaye devleti şimdi daha büyük bir açmazın içinde debelenmektedir. Bunun ifadesi bir acz ve çaresizlikle hareket etmekte, kirli ve kanlı yeni senaryoların peşinde koşmaktadır.

Kürt ve diğer kardeş halklara düşmanlık ve artan savaş çığırtkanlığı

Sömürgeci Türk devleti öteden beridir içerde işçi ve emekçiler, kardeş Kürt halkına düşmanlık yapmakta, diğer yandan ise Osmanlılara özgü sömürgeci ve yayılmacı heves ve hayaller eşliğinde bölgedeki kardeş halklara dönük bir saldırganlık politikası izlemektedir. ABD ve batılı emperyalist diğer efendilerinin dahi zaman zaman dizginlemek zorunda kaldıkları bir savaş çığırtkanlığı yapmaktadır. Suriye’deki ve somut olarak da Batı Kürdistan’daki gelişmeler vesilesiyle savaş çığırtkanlığına bir kat daha hız kazandırmış bulunmaktadır.

Tek başına Suriye’ye ve Batı Kürdistan’a işgal düzeyinde bir müdahalede bulunamayacağını bilmektedir. İlk elden Rusya ve bölgede de İran’ın buna izin vermeyeceği bir yana, ABD'nin de bu aşamada bunu onaylamayacağını da bilmektedir. Tüm bunlara rağmen BM ve NATO üzerinden bir müdahalenin koşullarını oluşturmak amacıyla hummalı bir diplomatik çaba yürütmektedirler. Sermaye devletinin yegane korkusu, bu kez de Batı Kürdistan halkının Suriye’deki çözülme ve dağılmadan yararlanarak güneydeki gibi kalıcı bir Kürt yönetimi oluşturmalarıdır. Savaş çığırtkanlığına hız vermesinin nedeni de budur. Uluslararası destekle bir an önce Batı Kürdistan’a müdahale etmektedir.

Sermaye devletinin bir diğer yandan da Güney’deki güçlere müdahale etmektedir. Daha kısa bir süre öncesine kadar, PKK çizgisindeki PYD ile diğer 16 Kürt örgütünün ayrı durduğunu, anlaşamadıklarını, ne var ki, Barzani’nin yakın günlerde tümünü Hewler’de bir araya getirip, birleşmelerini sağladığını ileri sürmekte, Batı Kürdistan’daki gelişmenin de hemen bunun ardından gerçekleştiğine dikkat çekmektedirler. Tüm bu açıklamalar, şüphesiz ki, gizli bir mesajı içermektedir.

Bununla açıkça Barzani’ye “Ya diğer 16 Kürt örgütünün de yardımıyla, esas olarak da kendi imkanlarını ve gücünü kullanarak bu oluşumu, bizim de denetimimizi içerecek biçimde kontrol altına al ya da bunu yapamıyorsan, sana yakın güçlerin hali hazırdaki birlikten-Kürt Ulusal Konseyi-ayrılmalarını sağla. Bu arada, bundan böyle, bağımsızlık, hele hele Bağımsız ve Birleşik Büyük Kürdistan sözleri hiç etme” demeyi de ihmal etmiyorlar. Dahası, aksi durumda sorumluluğun kendilerine ait olacağını, duruma eyvallah demeyeceklerini ve her türden müdahale için hazırlık yaptıklarını belirtiyorlar.

Hiç kuşkusuz bunların birer tehdit ve şantajdan öte anlamı vardır. Burada kullanılan dil sömürgecilerin dilidir. Yapılan tam da sömürgecilere mahsus bir küstahlıktır. Barzani üzerinden Kürt halkını aşağılamaktır.

Osmanlı'da oyun çoktur, Kürt halkı her zamankinden de uyanık olmalıdır

Her şeye rağmen, sermaye devletinin tüm bu çabaları kurusıkı tehditlerden ibaret sayılmamalıdır. Osmanlı'da oyun çoktur ve sermaye devleti de kendi sömürgeci çıkarları tehlikeye düştüğünde her türden kirli, kanlı ve çılgınca şeyler yapmaktan çekinmeyecektir. Şimdiden türlü senaryolar üretmekte, kardeş halklara dönük tuzaklar için koşullar oluşturmaktadır. Suriye’deki Kürt ve diğer kardeş halkları bekleyen bir dizi tehlike vardır ve tümü de ciddiye alınmalıdır.

Zaman içinde emperyalist güçleri ikna edip Batı Kürdistan’a dönük emperyalist-gerici bir müdahale, emperyalistlerin ve doğrudan da sermaye devletinin besleyip kirli çıkarları için tetikçilik görevi verdiği Özgür Suriye Ordusu denen çetelerin marifetiyle, Suriye’de yıllardır bir arada yaşayan çeşitli etnik, dini ve kültürel topluluklar arasındaki çelişkileri kaşımak, çatışmaları kışkırtmak ve bir iç savaşa sürüklemek, böylece Esad rejiminin neden olduğu acılara daha büyük acılar eklemek, Kürt güçleri arasına nifak tohumları ekleyip, onları birbirine düşürmek ve nihayet, tam bir çaresizlik ruh hali ile batı Kürdistan’daki gelişmeyi bahane edip, Birleşik Bağımsız Kürdistan özlem ve hedefine gidişatın önünü kesmek anlamına da gelen, Güney’deki Federe Kürt yönetimine saldırıyı da kapsayan, Kürt halkına dönük topyekün bir saldırı ihtimali, Doğusu, Batısı, Güneyi ve Kuzeyi ile tüm Kürt halkını bekleyen tehlikeler bunlardır.

Tehlikelere karşı her zamankinden daha da fazla uyanık olunmalı, tuzaklar boşa çıkartılmalıdır. PYD hali hazırdaki politik duruşu, örgütlülüğü ve hazırlığı ve nihayet, silahlı güçleri de dahil mevcut gücü ile, Batı Kürdistan’daki Kürt halkını emperyalist-gerici güçlerin tuzaklarından, en başta da kardeş halklarla kendilerini boğazlaştırmayı amaçlayan bir iç savaşın bir parçası olmasını önleyebilecek imkanlara sahip bir güçtür. PYD süreci doğru okumalı ve imkanlarını tümüyle emperyalist-gerici müdahaleleri boşa çıkartmak üzere kullanmalıdır.

Emperyalist-gerici savaşa karşı halkların birleşik direnişi

“Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak”, hiçbir şey sermaye devletinin durumunu bu özdeyişten daha iyi anlatamaz. Sermaye devleti yalana ve inkara dayalı politikada ısrar ettiği sürece, Güney’de olduğu gibi, Batı Kürdistan’da da kaybetmeye mahkumdur.

Batı Kürdistan’daki Kürt halkı sürece, politik, askeri, her bakımdan en hazırlıklı giren güçtür ve bunun semeresini de almıştır. Dolayısıyla, gelecekteki seyri ne olursa olsun, Batı Kürdistan’da attığı adımların şahsında Kürt halkı kazanmıştır. Fakat Batı Kürdistan’daki gelişmenin kendisinden öte sonuçları da var.

Bir kere bu gelişme, sadece Batı Kürdistan’da değil, Doğu, Güney ve Kuzey’de de sevinçle karşılanmış, özellikle PKK önderliğindeki özgürlük mücadelesi için paha biçilmez bir moral ve motivasyon kaynağı olmuştur. İkincisi, bu gelişme, Kürt halkının kendi iç birliğini sağlamak ve pekiştirmek ihtiyacını da daha bir yakıcı hale getirmiştir. Öte yandan, Güney’in ardından, Batı Kürdistan’da da özerk bir yönetimin oluşuyor olması Kürt halkının özgür, bağımsız ve birleşik Kürdistan özlemini de kamçılamaktadır. Sömürgeci devletin en büyük korkusu da budur. Agresifliğinin gerisinde de bu vardır.

Bölgenin hakim gücü olma hırsı ve hevesi içinde olan sermaye devleti ve onun neo-Osmanlıcı Erdoğan başkanlığındaki yönetimi, esasında kendilerine bağlı özerk bir Kürdistan’a yabancı değil. Kürt sorununun çözümünde temel aldıkları Ümmet teorisi de bunu içermektedir. Fakat boşuna!

Kürt halkı kendi kendisini yönetmek istemektedir. Özgürlük ve eşitlik istemektedir. Özgürlük ve eşitlik Kürt halkının en doğal ve en meşru hakkıdır. Kaldı ki, Kürt halkı bunu fazlasıyla hak etmektedir. Bu çerçevede, kendi kaderini tayin hakkının bir ifadesi olan Batı Kürdistan’daki özerk yönetimler de onların en doğal hakkıdır, Baas rejimi karşısındaki tek demokratik ve meşru yönetimdir. Dolayısıyla, bölgenin tüm kardeş halkları bu oluşumu tanımalı ve desteklemelidir.

Bu gelişme Türkiye’deki ilerici, devrimci ve yurtsever güçleri çok yakından etkilemektedir. Emperyalizm ve faşist sermaye devleti, önümüzdeki dönemde hem içerde hem de dışarda kirli savaşı daha bir derinleştirecektir. Bir yandan Kürt özgürlük mücadelesi karşısında düştüğü acz ve çaresizlik, öte yandan Osmanlı dönemindeki gibi bölgenin emperyal bir gücü olma hırsı ve hayali, onu bölgeyi bir anda bir yangın yerine çevirecek bir savaşa adeta mahkum etmektedir. Tam da bu nedenledir ki, Türkiye işçi sınıfı ve kardeş halkların, Suriye ve giderek tüm bölgeyi kapsayacak böylesi olası bu caniyane savaşa karşı, birleşik devrimci bir direniş hayati önemdedir.

Enternasyonal-İnfo