Kapitalizm doğası gereği, her sorunu katmetleştirerek derinleştirir. Kadın sorunu da bunlardan en yakıcı olanıdır. Sınıflı toplumların ortaya çıkışıyla birlikte kadın köleleştirilmiş ve baskı altına alınmıştır. Günümüzde de kadın toplumsal yaşamda silikleştirilmek istenmekte, şiddetin her türlüsüne maruz kalmaktadır.
Bugün kadın cinsel, sınıfsal, ulusal her türlü baskıya maruz kalıyor. Kadına yönelik baskı evde, fabrikada, okulda, yurtta, gözaltında, yani hayatın her alanındadır. Gün geçmiyor ki yeni bir kadın cinayeti, tecavüz vb. haberleri gazete manşetlerini doldurmasın. Emperyalist savaşlarda en çok zararı kadın görmektedir. Yeri geldiğinde ganimet olarak alınıp-satılmakta, savaş sırasında tecavüze maruz kalmaktadır.
Kadına yönelik baskı ve şiddet üniversitelerde de bir artış içindedir. En son Erzurum Üniversitesi’nde yaşanan kadın öğrenci cinayeti, geçen sene Dokuz Eylül Üniversitesi Kampüsü’nde yaşanan tecavüz olayı, bunun yanında yurtlarda kadın öğrencilere yönelik baskı, kadın sorunun yaşamın her alanında karşımıza çıktığını gösteriyor.
Kadın özel mülkiyetin doğumuyla birlikte ezilmeye başladığı için kadın sorunu sınıfsal kökenli bir sorundur. Ayrıca kapitalizm koşullarında sorunu en ağır biçimiyle emekçi kadınlar yaşamaktadır. Emekçi kadınlar fabrikada patronun, evde kocasının baskısına maruz kalmaktadır. Kadın sorunu, hem sorunu en ağır biçimi ve tüm kapsamıyla yaşamasından, hem de sorunun kaynağı olan düzeni yıkacak sınıfın temel bir parçası olmasından ötürü, temelde emekçi kadının sorunudur.
Kadın sorununun kaynağını salt erkeğe indirmek ve düzenin rolünü burada yok saymak bizi marksist bakış açısından uzaklaştırır. Bugün baktığımızda birçok sol grup ve feministler, sorunu sınıfsal özünden öteye kadın-erkek eşitliği çerçevesinde ele almaktadır. Bu da çözümü yanlış yerde aramaya itmekte, yani düzen içi bir arayışa yöneltmektedir.
Meselelere Marksizm’in devrimci yöntemiyle yaklaşan biz genç komünistler biliriz ki kadın sorunu ancak tüm toplumsal ilişkilerin köklü bir değişimi ve dönüşümüyle birlikte ortadan kalkacaktır. Çünkü kadın sorunu kendini bu ilişkiler içinde var etmiştir. Dolayısıyla kadının kurtuluşu da özel mülkiyet düzenini yıkacak ve onun yarattığı toplumsal ilişkileri köklü bir dönüşüme tabi tutacak sosyalist devrimdedir. Aynı zamanda bu, kapitalizm koşullarında elde edilebilecek haklar-reformlar mücadelesini devrimci mücadelenin bir öğesi olarak ele almayı da zorunlu kılar.
Sonuç olarak:
Kadın sorununda en temel devrimci ilkelerin bir yana bırakılması ve sorunun sınıfsal özünün karartılmaya çalışılması nedensiz değildir. Burjuvazinin ideolojik-politik hegemonyası bir dizi alanda olduğu gibi, kadın sorununda da solun ana gövdesini çeşitli düzeylerde etkisi altına almıştır. Bugünkü devrim ve reformizm saflaşmasının gerisinde bu zayıflık vardır.
Bu saflaşmada doğru yerde durabilmek için de ideolojik ve politik anlamda bir birikim gerekir. Bunun için çok yönlü bir eğitim çalışması yapmalı, kendimizi geliştirmeli ve çevremizi de dönüştürmeliyiz. Devrime hazırlığımızın 25. yılında, devrimin kızıl bayrağını taşımanın ruhu ve özgüveni ile hareket etmeliyiz. Bu bir aylık süreçte kampüslerde bu konuyu işlemeli, ulaşabildiğimiz kadar insana ulaşıp bu konuda politik bir taraflaşma yaratmalıyız.
Bizler de Ekim Gençliği olarak 10 Şubat’ta kadın kurultayına doğru yürürken kampüslerimizdeki insanları bu taraflaşmanın bir parçası haline getirmeliyiz. Bunu ancak düzenli, yaratıcı ve çok yönlü bir çalışmayla başarabiliriz. Genç komünistler olarak bütün okurlarımızı ve tüm gençliği Devrimci Kadın Kurultayı’na, yani devrim saflarına çağırıyoruz.
(Ekim Gençliği, sayı 142, Ocak 2013)