Sevgili okurlarım, önceki yazıda cari işlemler açığının en nihayetinde döviz açığı demek olduğundan bahsetmiş, bu açığın nasıl ve hangi kaynaklardan kapatılmaya çalışıldığını anlatmaya çalışmıştım. Bu kaynaklardan ilk ikisi doğrudan yabancı yatırımlar ve portföy yatırımlarıydı. Bunlara geçen hafta değinmiştim. Şimdi sizlere diğer iki kaynakla ilgili değerlendirmelerimi aktarmak istiyorum.
Cari işlemler açığının önemli finansman kalemlerinden biri de kredilerdir, yani borçtur. Türkiye’de yerleşik kişiler, yurtdışından kredi sağladıklarında, cari işlemler açığını da finanse etmiş olurlar. Türkiye’de cari açığın finansmanı için borçlanma çok sık başvurulan bir yol olmuştur. Örneğin, Kasım 2012 itibarıyla son bir yılda, cari açığın finansmanı için Türkiye 13 milyar dolar borçlanmıştır. Başka bir deyişle, aynı dönemde verilen 52 milyar dolarlık cari açığın 13 milyar doları borçlanma yoluyla finanse edilmiştir.
Bir ülke sürekli olarak cari işlemler açığı veriyorsa o ülkenin borçları da artar. Türkiye de sürekli cari işlemler açığı veren bir ülke olduğuna göre ve açığın önemli bir kısmını borç yaratıcı kaynaklarla finanse ettiğine göre Türkiye’nin de borcu büyüyor demektir. Ancak Sayın Başbakan her yerde Maastricht Kriterlerini tutturduğumuzu söyleyerek borcumuzun azaldığından bahsediyor. Bu bir çelişki değil mi? Hangimiz yanılıyoruz? Sayın Başbakan mı, ben mi?
Aslında ortada bir kavram karmaşası var. Sayın Başbakanın bahsettiği borçlar kamu borçları. Evet doğru, kamu borçlarının yani devletin borçlarının milli gelire oranı düşüyor Bu oran yüzde 37’lere kadar geriledi. Neden? Faiz dışı fazla politikaları sebebiyle… 2001 krizinden sonra sağlanan mali disiplin ve özellikle IMF’nin sıkı gözetim ve denetimi, kamunun dış borçlanmasına ciddi sınırlandırmalar getiriyordu. Böylece kamu borçlarının milli gelire oranında ciddi gerilemeler oldu.
Ancak ekonominin borç yaratma dinamiği devam ediyordu. Cari işlemler açığının bir şekilde finanse edilmesi gerekiyordu. İşte kamu borçlanmasının sınırlandırıldığı böyle bir ortamda, görevi özel sektör devraldı. Yani bir balon gibi düşünecek olursak, balonun bir tarafını sıkıyorsunuz ama öbür tarafı şişiyor. Hikaye tamamen budur.
AKP hükümetleri dönemi boyunca Türkiye’nin özel sektörün dış borcunda çok ciddi artışlar meydana geldi. 2002 yılında özel sektörün dış borç stoku sadece 43 milyar dolardı. Yani Cumhuriyet kurulduğundan 2002 yılına gelene kadar Türkiye’deki özel sektör firmaları 43 milyar dolar dış borç biriktirmişlerdi. Tüm Cumhuriyet tarihi boyunca kurulan bütün hükümetlerin politikalarının dış borç birikimine katkısı sadece bu kadardır. Ancak AKP iktidarında, özel sektörün dış borcu 212 milyar dolara ulaşmıştır. Yani son on yılda özel sektör dış borcu dört kattan fazla artmıştır. Cumhuriyet tarihi boyunca sadece 43 milyar dolar dış borç biriktiren özel sektör firmaları, son on yılda 169 milyar dolar dış borç biriktirmiştir. Türkiye’nin geldiği nokta maalesef bu. Birilerinin bu gerçeği Sayın Başbakana hatırlatması gerekiyor sanırım.
Neyse tekrar konumuza dönecek olursak. Türkiye cari açığını finanse etmek için bir yol daha kullanıyor: Net Hata ve Noksan… Net hata ve noksan hangi amaçla geldiği belli olmayan para demek. Türkiye’ye bir şekilde para gelmiş, kayıtlarda gözüküyor ama bu para ne doğrudan yabancı sermaye yatırımı, ne portföy yatırımı ne de borç. Peki ne? Bilinmiyor. Bu şekilde son bir yılda Türkiye’ye gelen paranın miktarı 6 milyar dolardan fazla. Bir ara bu rakam 15 milyar dolara kadar çıkmıştı.
Hangi amaçla yurda geldiği belli olmayan bu paraların önemli miktarlara ulaşması bir ekonomi için ciddi risk unsurudur. O yüzden ülkeler bu paraların kaynağını ve hangi amaçla geldiklerini bilmek isterler ve bunun için gerekli çalışmaları yaparlar. Çalışmalar sonunda bu meblağların orta ve uzun vadede hangi amaçlarla geldikleri tespit edilerek ilgili kalem altına yazılması beklenir. Ancak Türkiye’de bu çalışmaların çok sağlıklı bir şekilde yapıldığı söylenemez. Nihayetinde, son bir yılda Türkiye’ye hangi amaçla girdiği belli olmayan 6 milyar doların üzerinde para vardır ve bu meblağ ülkemiz için çok yüksek bir miktardır.
Sonuç olarak, Türkiye’de cari açığın finansmanının kaliteli olduğu söylenemez. İhtiyaç duyulan kaynakların büyük kısmı ya adına sıcak para denen kısa vadeli fon girişlerinden (portföy yatırımları ya da net hata noksan gibi) ya da borç yaratıcı kalemlerden sağlanmaktadır. Cari işlemler açığının ulaştığı boyut ve dünyanın içinden geçtiği ekonomik konjonktür düşünüldüğünde böyle bir finansman şeklinin sürdürülemez olduğu açıktır. Türkiye, kırılganlık yaratan ve borç biriktiren bu modeli bir an önce yeniden düşünmelidir. Zamanın ruhu bunu dayatmaktadır.
Yurt / 02.02.13