Kıdem tazminatı hakkımızı gasp ettirmeyelim!
“Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu” ile sınıfın örgütlenme ve grev hakkına yönelik kapsamlı bir saldırıyı hayata geçiren AKP iktidarı, yeni saldırılar için pervasızca tarih vermekten de kaçınmıyor. Öyle ki sendikaların “genel grev” nedeni saydığı ve sınıfın elindeki son tarihsel kazanım olan kıdem tazminatının gasp edilmesine bugüne kadar cesaret edilememişti. Kamuoyundan gelen tepkiler üzerine bizzat dinci-gerici hükümetin başı Erdoğan, “böyle bir gündemimiz yok” diyerek geri adım atmak zorunda kalmış ve konunun “rafa kaldırıldığı” söylenmişti.
Şimdi ise Çalışma Bakanı Faruk Çelik, yine bizzat Erdoğan’ın kıdem tazminatının fona devredilmesi için planların hızla hayata geçirilmesi talimatını verdiğini açıklamaktadır. Çelik’in yaptığı bu açıklamalara bakılırsa kıdem tazminatına ilişkin yasal düzenlemelerin ve değişikliklerin 2013 Haziran ayına kadar tamamlanması hedefleniyor.
Yine de kamuoyu tepkisini hesaba katan sermaye hükümeti, kıdem tazminatını doğrudan gündeme getirmek yerine, taşeron çalışmaya ilişkin düzenlemeler içerisine yedirerek bu saldırıyı sonuçlandırmayı düşünüyor. Faruk Çelik, özellikle taşeron işçilerinin ücretlerini zamanında ve tam olarak almaları yönünde bir çalışma yürüttüklerini belirtirken, tazminat sorunuyla da bu çerçevede bağını kurarak kıdem tazminatı fonunu gerekçelendirmiş oluyor. Bunu da “kıdem tazminatı çerçevesinde çalışanların taşeron işçilerin altında kaldığını” belirterek, oluşturulacak fon yoluyla tazminat hakkını yaygınlaştıracakları ve yararlanma hakkını kolaylaştıracakları iddiası üzerinden gerekçelendirmiş oluyor.
Böylece saldırı yasalarını sınıfın yararına adeta bir “reform”muş gibi sunan AKP’nin ikiyüzlü politikalarıyla bir kez daha karşı karşıyayız. Zira her şeyden önce hükümetin taşeron çalışmaya ilişkin hazırlamış olduğu düzenlemenin iddia edildiği gibi sınıfın yararına olan bir düzenleme olmayıp, taşeronluk sisteminin tek ve temel çalışma biçimi olarak yaygınlaştırılmasını hedefleyen bir projenin ürünü olduğu açıktır. Bugüne kadar yasalarda “temel işlerin taşerona devredilemeyeceği” yönündeki ibareler bu vesileyle ortadan kalkmış olacak ve taşeron çalışma temel çalışma biçimi olarak uygulanmaya başlanacak.
Bu plan, sendikalar yasası, bölgesel asgari ücret, kıdem tazminatının gaspı ve kiralık işçi uygulaması gibi bir dizi saldırı yasasıyla birlikte “Ulusal İstihdam Stratejisi” adlı projenin temel taşlarından biridir. Bu yüzden bu saldırı yasasını hayata geçirmek için kolları sıvayan sermaye hükümetinin, konuyu “taşeron işçilerin sorunlarına çare bulmak”, “ücret sorunlarını gidermek” gibi kamuoyunda bu sadırıyı meşrulaştırmayı ve muhtemel tepkileri etkisizleştirmeyi hedefleyen kimi açıklamalarla birlikte sunması hiç de yabancısı olmadığımız bir yöntemdir. AKP’nin geçmişte olduğu gibi bugün de ücret sorunu yaşayan işçilerin hak mücadelesine nasıl yaklaştığını Teknopark işçilerinin son günlerdeki eylemlerine karşı tutumundan görmek mümkündür.
AKP’nin kıdem tazminatı saldırısını taşeron çalışmaya ilişkin düzenleme içerisinde ele alarak sonuca gitme hesapları ise ayrı bir kurnazlık örneğidir. Zira AKP, patronların tazminat hakkını filen gasp etmelerini, sınıfın bu tarihsel hakkının tümden tasfiye edilmesi planının bir bahanesi haline getirmeye çalışıyor. Ve aslında patronların bu hakkı gasp etmesini engellemeye dönük denetim ve yaptırımları neden gerçekleştirmediği sorusunu atlayarak durumu olağan ve meşru kılan bir yaklaşımla hareket ediyor. Bu konudaki sorumluluğunu bir yana bırakarak, saldırı yasasına haklılık kazandırmaya çalışıyor. “Kıdem tazminatı çerçevesinde çalışan işçilerin, taşeron işçilerin altında kaldığı” itirafı ise, normal koşullarda bir çalışma bakanı için istifa nedeni sayılması gerekiyor. Yazık ki sınıf hareketinin bugünkü mevcut düzeyi, burjuvazinin bu maaşlı uşaklarına bu türden pervasızca açıklamalar yapma imkanı sunuyor.
Kıdem tazminatına ilişkin yapılacak düzenlemeyle bu hakkın “kullanımının daha genişleyeceği ve kolaylaşacağı” iddiası ise tam bir aldatmacadan ibarettir. Sermaye sınıfı, eğer oluşturulacak fona prim yatırmazsa ya da eksik yatırırsa işçilerin kıdem tazminatını alma hakkı yine olmayacak. Patronların bu primleri yatırmamaları halinde göstermelik de olsa bir yaptırım sözkonusu değil. Üstelik primleri daha sonra yatırabileceklerine dair ifadeler, patronları adeta buna özendiren bir içerikle hazırlandığını göstermektedir. Bu bakımdan tazminat hakkından yararlanma koşulları yine patronların “insafına” bırakılmış durumda. Sermayenin fona ödeyeceği prim miktarı ise oldukça düşük tutularak “tazminat yükünden” kurtarılmaları da sağlanmaktadır.
Diğer yandan fondan tazminat almanın koşulları sadece bununla sınırlı kalmıyor. 15 yıl dolmadan ve 3 bin 600 günlük kıdem primi yatırılmayan hiçbir emekçi tazminatını alamayacak. Bu şartlar sağlandığı koşullarda bile tazminatının ancak yarısını çekebilecek. İkinci kez para çekimi için ise yine 1800 günlük prim koşulu aranacak.
Sadece bu iki örnek üzerinden bile fon yoluyla kıdem tazminatı hakkından yararlanma koşullarının “genişleyeceği ve kolaylaşacağı” iddialarının nasıl bir kandırmacadan ibaret olduğu anlaşılabilir.
Ancak kıdem tazminatı fonunun sınıfa dönük etkileri sadece bununla sınırlı kalmayacak. Mevcut haliyle kıdem tazminatı hakkı 1 seneye 1 aylık brüt ücrete tekabül ederken ve TİS yoluyla bu hak daha ileri koşullara çekilebilirken, oluşturulacak fonla birlikte aylık gelirinin sadece yüzde 4’ü oranında bir tazminat hakkı kazanılmış olunacak. Bu da 1 yılda yüzde 48’e tekabül ederek mevcut kıdem hakkından önemli bir oranda kayıp yaşanması anlamına gelmektedir.
Ayrıca fonda biriken kıdem tazminatında yaşanan her gelir artışı üzerinden vergi alınmaya başlanacak. Askere giden ve evlenen kadınlar için sağlanan kıdem tazminatı hakkı da ortadan kalkacak.
İşçi ve emekçiler Kıdem Tazminatı Fonu’nun olumsuz sonuçlarını sadece ekonomik kayıplar üzerinden yaşamayacaklar. Bugünkü haliyle kıdem tazminatı işçilere patronlar karşısında kısmi de olsa bir iş güvencesi sağlamakta ve toplu işten çıkarmaların önünü kesen bir işlev görmektedir. Fakat fonun oluşmasıyla birlikte patronların başta sendikalaşma faaliyeti olmak üzere herhangi bir nedenle toplu olarak işçileri işten atma saldırılarının önünde hiçbir engel kalmayacak. Bu durum ise işçileri patronlar karşısında tamamen güvencesiz ve savunmasız bırakacağı için mücadeleyi en geri noktaya çekecektir. Sermaye sınıfının bu yasadan en çok yarar umduğu sonuçlardan biri de budur.
Kapitalist üretimin ve toplumsal ilişkilerinin değişmez bir gerçeği olarak oluşturulan her bir fonun, işçi ve emekçilerden sağlanan birikimlerin düzenli bir şekilde sermaye aktarılmasındaki rolü Kıdem Tazminatı Fonu için de geçerli olacaktır. Nasıl ki başta İşsizlik Sigortası Fonu gibi emekçilerin ücretlerinden kesintilerle oluşturulan fonlar bugüne kadar sermayeye ve onların icra kurulu olarak hükümetin talanına sunulduysa, Kıdem Tazminatı Fonu da bu kesimlerin ağzının suyunu akıtmaktadır.
Kıdem tazminatı hakkının tasfiye edilmek istenmesi işçi sınıfı için ortaçağ köleliğine dönüş anlamına gelecektir. Sermaye hükümetinin şimdilik bu adımları atmaktan geri durmasını sağlayan etkenler sınıfın örgütlü kesimlerinin bu hakkın korunmasına yönelik sergiledikleri duyarlılıktan kaynaklanıyordu. Ancak hükümetin Sendikalar ve Toplu İş İlişkileri Yasası’nı kolayca çıkarması, bu saldırının da hayata geçirilmesi için koşulların uygun olduğunu düşünmesinden ileri gelmektedir. Nitekim Çalışma Bakanı’nın açıklamalarına karşı sendikalar cephesinden kayda değer bir tepkinin ortaya konulmaması bunu göstermektedir.
Sendikal hareketin mevcut zayıflığına karşılık sermaye hükümetinin bu yasayı çıkarmada yine de bir dizi handikapı olduğunu belirtmek gerekir. Sınıf hareketinde altan alta yaşanan kaynaşma ve bir dizi direniş şahsında açığa çıkan tepkiler, bu kazanımın kolay kolay gasp edilmesine izin verilmeyeceğini gösteriyor. Kıdem tazminatının gasp edilmek istenmesinin yaygın bir ajitasyon-propagandaya konu edilmesi, bu doğrultuda sınıfın eylemsel gücünü açığa çıkaracak birleşik-militan bir mücadele hattının örülmesi güncel bir görevdir. Başta sınıf devrimcileri olmak üzere sınıfın ileri ve öncü kesimleri bu sorumluluğun bilinciyle hareket etmelidir.
(Kızıl Bayrak, 1 Şubat 2013, Sayı 05)