Bu rejimi bir yerden gözümüz ısırıyor ama.. - Yetvart Danzikyan

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 13 Ağustos 2012
  • 04:22

AKP’nin bilhassa son 1 yıldır başta Kürt meselesi olmak üzere her türlü toplumsal muhalefete karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin klasik “bastırma” yöntemlerine geri döndüğü artık bilinen ve yaygınlaşan bir görüş, daha doğrusu gerçeklik. AKP’ye bir zamanlar destek veren kesim buna “devletleşme” diyerek, gerekli mesafeyi koydu. Fakat AKP’nin toplumsal muhalefeti geçip Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk ve Sünni “merkez”iyle derdi olanlara karşı da provokatif bir siyasete yönelmesi, buna ilave olarak Kürt meselesinde klasik devlet politikalarına dönüşü eleştiren gazetecilerin/aydınların bazı tetikçi yayın organlarınca hedefe konması ve Hükümet’in buna hiç de karşı çıkmaz bir çizgi izlemesi yeni bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu düşündürüyor. Keza CHP’nin artan PKK saldırıları karşısında “TBMM toplansın” önerisinin hem AKP hem de MHP tarafından “terör örgütü kuyrukçuluğu” olarak adlandırılması, 2010’lara özel yeni bir Milliyetçi Cephe’nin oluştuğunu düşünmemiz imkan sağlıyor. Üstelik mevcut durumda bu MC’nin 1980 öncesindeki gibi sayısal olarak “dengede” bir parlamento üstünlüğü yoktur, çoğunluk konusunda gayet rahattır. Dolayısıyla meselemiz ciddidir.

Filmi biraz geriye saralım. Hatırlanacağı gibi AKP’nin gittikçe koyulaşan “sağ-devletçi” siyasetini eleştiren isimlerden Ali Bayramoğlu, Akit gazetesine yakınlığıyla bilinen habervaktim.com sitesi tarafından “gizli Ermeni” olmakla suçlandığında, Hükümet’in bu yayın organına karşı ne yapacağı merak konusu olmuştu. Perde önünde olmasa da perde arkasında – o da sadece bazı isimlerin- bu yayını onaylamadıkları öğrenilmişti ancak bu tepki perde önünde gösterilmediği için bu yayın organının bundan cesaret alacağı ortadaydı. Öyle de oldu. Bu yayın organı bilhassa Kürt meselesinde klasik devlet (artık AKP) politikalarını eleştiren her kesimi sırayla hedef tahtasına koydu. Ve Hükümet ısrarla bu yayın organıyla arasına mesafe koymadı.

Burada bir parantez açmak gerekiyor. Çünkü bu dönemde ilginç bir gelişme daha oldu. Akit gazetesi Sivas Katliamı dosyasını açtı ve kurbanların aslında silahla öldürüldüğünü öne sürdü. Gazetenin iddiasına göre bu durum katliamın bir provokasyon olduğunu ortaya koyuyordu. Üstelik bir Alevi provokasyonu. Ortaya koydukları kanıtların önemli bir kısmının gerçeği yansıtmadığı ortaya çıktı çıkmasına ama, sağ kesimde Sivas’la yüzleşmekten kaçınmak için yeni bir bahane oluştu. Kritik bir adımdı ve başta AKP olmak üzere bu bakış açısının bilhasa dindar cephede kınanmasını beklerdik. Öyle olmadı.

Yine tam da bu dönemde AKP tüm gücüyle Alevileri köşeye sıkıştırmakta, her gün iktidar blokundan birileri Aleviler’i dışlayıcı demeçler vermekteydi. Bu eğilim Başbakan Erdoğan’ın Karacaahmet’teki cemevine –görünürde imarsız olduğu gerekçesiyle- “ucube” demesiyle zirveye vardı. AKP’nin Ortadoğu’da (bilhassa Suriye’de) izlediği Sünni merkezli politikanin yurtiçine de yansıyacağının en belirgin örneğiydi bu mesaj. Hükümet/devlet eliyle mezhepçilik yapıldığına tanık olmaktaydık. İşte bu kritik dönemeçte Başbakan Erdoğan üzerinde pek durulmayan bir çıkış daha yaptı toplu iftar konuşmalarından birinde konuyu Sivas Katliamına getirerek “Görüyorsunuz bugünlerde gerçekler bir bir ortaya çıkıyor” dedi. Akit gazetesinin yayınlarını kastettiği ve bu yayınları sahiplendiği apaçık ortadaydı.

Ve ne tesadüftür Başbakan Erdoğan’ın Sivas Katliamı yayınları konusunda destek verdiği Akit gazetesi birkaç gün sonra yeni bir kampanya başlattı. Kürt meselesinde Hükümet’i eleştiren Hasan Cemal, Ahmet Altan, Cengiz Çandar’ın da aralarında olduğu –ki Aysel Tuğluk’un da bu listede olması önemlidir- çok sayıda ismi yeniden hedef tahtasına koydu. Güya Şemdin Sakık gazeteye bir mektup yazmıştı ve bu isimlerin örgüte değişik zamanlarda destek verdiğini itiraf etmişti. Sakık, daha doğrusu gazete, üstelik PKK örgütünde Aleviler’in etkili olduğunu da öne sürmekteydi. Dolayısıyla belli ki aslında dert, sanki muhalif gazeteciler ve Kürtler kadar, Alevilerdir. Yeni model bir andıç’ın da ötesine geçen tehlikeli bir oyunla karşı karşıyayız.

Akit gazetesinin başından beri özetlemeye çalıştığım performansı ve Hükümet’in duruşu hesaba katılırsa bu yayınlara omuz silkip geçmek mümkün değil. Kürt meselesinde AKP’nin “bastırma” politikalarına destek vermeyen isim ve çevrelerin bir şekilde hedefe konduğunu, onlara ürkütücü bir mesaj verildiğini görüyoruz. Alevilerin Hükümet ve devlet tarafından köşeye sıkıştırıldığını görüyoruz. Sivas katliamı davasında bile Alevilerin neredeyse suçlu çıkarılmaya çalışıldığını görüyoruz. Bütün bunlar yeterince düşündürücü iken yazının başında bahsettiğim gibi CHP’nin bile PKK saldırıları manivela edilerek köşeye sıkıştırıldığını görüyoruz.

Yararlı olduğuna inanırsınız inanmazsınız o başka bir iş, ama son PKK saldırılarından sonrasında CHP’nin ortaya attığı “TBMM toplansın” önerisine AKP’den gelen yanıt, hayli kriminalize ediciydi. Erdoğan CHP’nin tavrını terör örgütünün peşine takılmak olarak tanımladı ve öneriyi sertçe reddetti. Mevzu TBMM’nin toplanması olduğundan, MHP’nin tavrı önemliydi. MHP bu kritik aşamada AKP’nin yanında olmayı ve CHP’yi suçlamayı tercih etti. Bahçeli’nin yaptığı yazılı açıklama mesela, dikkate değer:

“CHP’nin, bölücülüğün siyaset kontenjanı olan BDP 'nin önerisine çivileme dalarak sahiplenmesi, PKK’nın Şemdinli’den açmaya çalıştığı hıyanet istikametini Meclis’e çevirmeye çalışması asla kabul edilemeyecektir. Kaldı ki anamuhalefet partisi tarafından Meclis’e sunulan genel görüşme önergesinin gerekçesinde; sorunların çözümü paralelinde daha önce yapılan önerilerin geçerliliğini koruduğu belirtilmektedir. Bu bile başlı başına CHP’nin sözde Kürt sorunu çerçevesinde seslendirdiği ipe sapa gelmez kabullerinin hala arkasında durduğunu ve Meclis’i PKK’ya muhatap yapmaya çalıştığını göstermektedir. Oslo görüşmeleri bu defa da CHP eliyle ve daha sinsice ve değişik bir yöntemle hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. CHP’nin BDP’yi de yanına alarak Meclis’te bulunması ve ikisinin barış masası kurulması gibi PKK tezlerini toplantı yeter sayısını bulmaları halinde konuşmaları kendi bilecekleri bir iştir”

Velhasıl Kürt meselesinde “bastırma” politikalarına karşı çıkan seslerin boğulduğu, hedef tahtasına konduğu, CHP’nin bile gerekirse Sünni-Türk cephe tarafından köşeye sıkıştırılacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bu, hayli kritik bir aşamayı ifade ediyor. Yani kuvvetlice bir oy destekli Milliyetçi Cephe dönemine girdiğimizi. Aynı o dönemi hatırlatır biçimde Aleviler üzerinde –şimdilik- psikolojik bir baskı kurulması, manidardır. Ve tabii Kürtlerin, Alevilerin payını aldığı bir rejimde Ermeniler’e bir şey düşmemesi, düşünülemezdi.

Bilindiği gibi geçtiğimiz hafta içinde yabancı uyrukluların Türkiye’den mülk edinme şartları yeni bir esasa bağlandı. Buna göre 129 ülke vatandaşı Türkiye’den şartsız olarak gayrimenkul alabilecek. 52 ülke vatandaşı için İçişleri Bakanlığı’ndan izin şartı getirilmiş. Gazetelerin yazdığına bakalırsa Suriye,Ermenistan, Kuzey Kore, Küba vatandaşları ise gayrimenkul alamayacak. Evet, gazetelerdeki yaygın ifade bu: Alamayacak. Başta “acaba mütekabiliyet şartı mı aranıyor, gerçi diğerlerinde aranmayıp bu ülkelerde aranıyorsa burada da ayrımcılık vardır” diye düşündüysek de, gazetelerin çoğunda (bakınız Hürriyet ve Habertürk) kullanılan ifade “yasak” şeklindeydi. Şunu diyor yani AKP Hükümeti: “Siz, Ermenistan vatandaşlarının önemlice bir kısmı, Anadolu’dan gitmiş olabilirsiniz. Kah 1915 öncesinde, kah 1915’te, kah 1915 sonrasında. Olsun, önemli değil. Doğduğunuz topraklardan gelip mülk almanız yasaktır.”

Hükümet’in son dönemdeki performansı budur özetle. Hala olabildiğince kibar olmaya çalışıyoruz, “Bu rejimi bir yerden gözümüz ısırıyor” filan diyoruz.. Yine kibarlık bizde kalsın. Boş yerleri okuyucu doldursun.

Radikal / 13.08.12