Bir bardak temiz su bile sosyalizmde!

  • Arşiv
  • |
  • Bilim-Teknik-Çevre
  • |
  • Çevre
  • |
  • Makale
  • |
  • 18 Ağustos 2012
  • 14:00

Sermaye düzeninin toplumsal yaşamı yıkıma sürekleyen artı değer sömürüsü ve aşırı meta üretimine dayalı işleyişi tüm insanlığın geleceğini tehdit edecek sonuçlar yaratıyor. Son haftalarda Türkiye’de su firmalarının damacana sularla insanlara ‘zehir’ sattığının ifşa olmasıyla su sorunu sarsıcı bir şekilde gün yüzüne çıktı. Plastik kaplara konan ve şişelenerek satışa sunulan yaşam kaynağımız suyun ciddi sağlık sorunları yaratacak kadar kirli olması ve kanserojen kimyasallar içermesi sorunun ulaştığı boyutları gösterdi.

55 firmanın sularında ‘koliform’, yani insan ya da hayvan dışkısı yoluyla bulaşan bakteriler bulunması suyun ticarileşmesinin insan sağlığı açısından yarattığı korkunç sonuca ayna tutmaktadır. Bu gerçek, üstü kapatılamayacak bir şekilde ortaya çıkıp laboratuvar sonuçlarıyla kanıtlanınca Sağlık Bakanlığı olaya ‘el koydu’. Bakanlık önce 5 sonra 20 firmayı kamuoyuna açıklayarak ‘halkın sağlıksız su tüketiminin derhal önüne geçebilmek için dolum tesisinden alınan numuneye göre işlem yaparak’ üretimlerini durdurdu. Ancak büyük firmaların ismi itinayla sansürlendi. Ve ismi açıklanmayan firmaların sularının temiz olduğu izlenimi yaratıldı. En son açıklamayla da Bakanlık, üretimleri durdurulan 12 firmanın sorunlarını giderdiklerinin tespit edilmesi üzerine üretimlerine devam edilmesi kararı aldıklarını duyurdu. Sorunun geri dönüşümlü damacanaların iyi bir şekilde dezenfekte edilmemiş olmasından kaynaklandığı topluma lanse edilmeye çalışılarak gerçeklerin üstü örtbas edilmek isteniyor.

Sağlık Bakanlığı yapmak zorunda kaldığı denetimlerle ve firmaların üretimini durdurarak ortaya çıkan tepkiyi dindirmenin ve bu olayın üstünü hızla kapatmanın derdindedir. Çünkü sorun kirli ve yüksek oranlarda insan sağlığına zararlı kimyasalları içinde barındıran suları piyasaya süren firmaları aşan bir kapsama sahiptir. Sermaye düzeni su firmalarını aklarken aslında hızla kendi kendini aklamanın peşindedir. Yıllarca içme suyu olarak hazır suları adres gösterenlerin birden arsızca şehir şebekesinin suyunun gönül rahatlığı ile içilebileceğinin duyurusunu yapmalarının arkasında yatan nedeni de böyle okumak gerekmektedir. Halbuki içme suyu için en güvenilir kaynak sürekli olarak günlük laboratuvar denetiminden geçen musluk suyu iken sermayenin politikaları ile hazır su şirketlerinin sermayesi bilinçli olarak geliştirilmiştir. Kendilerini aklamanın derdindedirler; çünkü su tekellerinin kontrolsüzce büyümelerini sağlamış, buna ön ayak olmuş, büyük bir hazır su sermayedarları grubu oluştururlarken kaynaklarından, su istasyonlarına, marketlere kadar sürekli olarak suları denetime tabi tutmaktan bilinçli olarak uzak durmuşlardır.

Doğayı ve toplumu eksen alan bir yaklaşımla hareket edildiğinde bugün Türkiye’nin su kaynakları herkesin sağlıklı içme suyuna ulaşabileceği olanakları sunmaktadır. Ancak kapitalist yıkım politikaları ile birlikte Kürdistan’daki kirli savaşla var olan olanaklar da hızla tüketilmekte ve hunharca yok edilmektedir. Kontrolsüzce yapılan HES’ler ve barajlar tüm Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun yer altı ve yer üstü sularını zapturapt altına almaktadır. Türkiye’nin mevcut elektrik tüketiminin %2’sini karşılayabilecek olan HES’ler elektrik üretme projesi değil, suya sahip olma, mülkiyetini alma projesidir.

Kapitalizmin bunalımının derinleşmesi dünyadaki egemen güçler arasındaki rekabetin kızışmasını, bu da dünyanın yeraltı ve yer üstü kaynakları üzerinde hakimiyet kurulması telaşını beraberinde getirdi. Su kaynaklarının üzerinde hakimiyet kurulması ve tekelleştirilmesi ile su ticari bir meta olarak kapitalist piyasa ekonomisinde önemli bir yer tutmaktadır. Su, tüm yaşamsal faaliyetlerde belirleyici bir önem taşıdığından, kapitalist sömürü düzeni için suya sahip olmak önemli bir güç göstergesi haline gelmiştir. Örneğin İsrail’in Filistin topraklarını işgal ettiği Golan’ın, Batı-Şeria ve Gazze’nin su kaynaklarının bulunduğu bölgeler olması tesadüfi değildir.

Öte yandan son skandal ile şimdiye kadar suların denetiminin su firmalarının bizzat kendi götürdükleri numuneler üzerinden yapıldığının Bakanlık tarafından itiraf edilmesi sorunun boyutlarını göstermiştir. İnsan sağlığı hiçbir şekilde önemsenmemiş, suyun ticarileştirilmesinin önü açılmış ve su firmaları özel olarak denetimsizlikle palazlandırılmıştır. Yapılan araştırmaların sonuçları satılan bazı suların bizzat kaynaktan kirlenmiş olduğunu gösteriyor ve bu da su satışının tam bir başı bozukluk içinde yapıldığını kanıtlıyor. Tüm bu gelişmeler göstermiştir ki denetim sıfırdır, il sağlık müdürülüklerinden halk sağlığı müdürülüklerine kadar tüm devlet mekanizmaları çürümüş kurumlardır. Yani gidip Sağlık Bakanlığı’ndan onay alan bir firma bir gece sondajı vurup istediği yerden kanser yapma riski olan nitrat değeri yüksek ya da kanalizasyon sızıntısı bulaşmış olan kuyu suyunu çıkarıp depolayıp satışa sunabilmekte ve bunu yaparken hiçbir engelle karşılaşmamaktadır.

Hazır su tüketiminde insan sağlığını tehlikeye atan diğer unsur ise içme suyunun doldurulduğu plastik ambalajlardır. Bugün sular kanserojen özelliği olan, Bisfonol A içeren plastik kaplarda (damacana-pet şişe) satışa sunulmaktadır. Yüzde yüz kanserojen olduğu bilimsel olarak kanıtlanan Bisfonel A suya geçmektedir. Ekosistemde olmayan bu kimyasal, özellikle çocuklar, hastalar ve hamilelere kanser saçan tehlikeli bir maddedir. Cam kapların maliyeti yüksek olduğundan plastik kaplar tercih edilmekte, kapitalizmin sömürü dişlileri böylece daha çok kâr için ölüm saçmaktadır.

AKP iktidarı döneminde uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda temel toplumsal hizmetlerin ticarileştirilmesini ve emek gücünün köleleştirilmesini içeren neo-liberal yıkım programının hayata geçirilmesine hız verildi. Su ve sağlık gibi yaşamsal hizmetler rant alanları olarak sermayeye peşkeş çekilerek yeniden şekillendirildi. Sermaye hükumeti AKP öncesinde İstanbul dışında tüm kentlerde şebeke suyu içilebiliyordu. Ancak bugün bu yıkım programı doğrultusunda pek çok kentte yapılan kampanyalar ve aldatmacalar eşliğinde toplum bilinçli olarak hazır su içmeye yönledirildi. Suya özgü bir piyasa oluşturuldu. Özel su firmalarının sayısının hızla artması sürecini sokak çeşmelerinin kapatılması, suyun fahiş fiyatla satılması izledi. Bu politikalarla tekellerin doğada tüm canlılara ve insanlığa ait su kaynaklarını satın almalarına izin veren yasal yönetmelikler çıkartılarak suyu, şişelere doldurup piyasaya sunularak satışı genelleşti. ‘Su hayattır’ melodileri eşliğinde izletilen reklamlarla ‘hayat’, parası olanlara satılarak kapitalistlerin kasaları dolduruldu.

Bugün içme suyu tüketimi büyük oranda hazır sularla yapılmaktadır. Başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerin etrafındaki doğal içme suyu kaynaklarını barındıran ormanlar, yeşil alanlar rant için inşaat alanlarına, sanayi merkezlerine dönüştürüldü, talan edildi. Şimdi de bir taraftan Formula 1 Parkuru, diğer taraftan Kanal İstanbul, 3. Köprü projeleri ile kentin ulaşım sorununu çözme, İstanbul’un yıldızını parlatma yalanıyla bu talanı sürdürmenin hesabı içindeler. Yani sermaye hükümeti bitmeyen bir iştahla İstanbul’un son kalan yeşil alanlarına yönelik saldırılarına durmaksızın devam etmektedir.

Türkiye’de son 10 yıl içinde HES inşaatları, sanayi atıkları ile akarsu kaynaklarının ve yeraltı sularının kirletilmesi, dere yataklarının yapılaşmaya açılarak yağmur-kar sularının heba edilmesi, kapitalist tarım politikaları ile Anadolu topraklarının hızla çölleştirilmesi ile birlikte su kıtlığı sorunu ciddi bir sorun haline gelmiştir.

Bir bardak suda çıkan bu fırtına suyun ticarileşmesinin ve su kaynaklarının tekelleşmesinin doğal bir ürünüdür. Su aslında bir meta haline getirilerek satılması en zor doğal kaynaktır. Su, canlı organizmaları içinde barındırdığı için paketleme ve saklama koşulları için özel bir denetim, hassasiyet gerektirmektedir. Sınırsız sömürü ve kârı önemseyen sermaye kodamanlarının insan sağlığına gereken önemi göstermesinin mümkün olmadığını görüyoruz. Yıllardır milyonlarca insana sağlığa zararlı suların para ile temiz su olarak satıldığı ortadadır. İşçi ve emekçilerin masraflarını arttırarak kursağındaki lokmaya göz dikenler, artık yaşamlara da kast etmektedirler. Gözlerini kar hırsı bürümüş sermayedarlar için insan sağlığının ya da yaşamının hiçbir önemi yoktur.

Kapitalizm koşullarında tüm haklar gibi insanca bir yaşam hakkı da işçi sınıfı ve emekçiler tarafından dişe diş kazanılacak bir haktır. Su yaşamsal bir kaynaktır, ancak bugün kapitalizm kullanım değeri olan her şeyi değişime sokarak metalaştıran bir meta düzenidir. Kapitalizmin yapısal krizi derinleştikçe çevrenin, doğanın yıkımı daha da büyük boyutlara ulaşırken dünyadaki içilebilir su kaynakları da hızla tükenmektedir. Bugün işçi ve emekçilere kirli ve kanserojen sular satan, suyu metalaştıran sermaye düzeninden ve onun sadık uşaklarından hesap sorma günüdür. Suyun tüm doğanın ve canlıların ortak kaynağı olarak gerçek sahiplerine kavuşacağı sosyalizm ile ancak bir bardak temiz su üzerinden dönen fırtınalar dindirilebilinir.

Bugün işçi sınıfı devrimcilerinin görevi sermaye düzeninin maskesini düşürerek ‘insanca bir yaşam’ın tek alternatifinin sosyalizm olduğunu işçi ve emekçilere göstermektir.

Y. Kaya