Ben demiyorum, adamın diyor.. - Yetvart Danzikyan

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 06 Ağustos 2012
  • 04:25

Başta AKP'ye yakın medya olmak üzere kimler Şemdinli'ye gidip haber yapmaya cesaret edebiliyor? Anlaşılıyor ki gazetelerin, televizyonların çoğu bu işe yeltenmiyorlar bile. Muhtemelen şundan: Diyelim ki uğraştınız didindiniz ve tablonun pek de Hükümet'in tarif ettiği gibi olmadığını saptadınız. Bunu nasıl yayınlayacaksınız?

1970’lerde ya da 80’lerde sokaklarda hatta ve hatta 90’ların halı sahalarında futbol oynayanlar bilirler. Hakem yoktur. O yüzden tartışmalı pozisyonlarda maç durur ve münakaşa başlar. Diyelim bir faul. Durum tartışmalı ise, kendisine faul yapıldığını düşünen iddiasında diretirken diğer takımın birkaç sözü geçeni de aynı şekilde “yok, devam” diye inatlaşır. İşte o anda inkar eden takımdan sessiz bir oğlan “ya evet faul olabilir” derse mesela, iş bitmiştir. Faul yapılan ve onun takımı hemen onu tanık gösterir. “Ben demiyorum, adamın diyor..” O saatten sonra inkar işe yaramaz. Top yere koyulur, faul atışıyla oyuna devam edilir. Neden bu örneği verdiğime geleceğiz tabii.

Birkaç ay öncesine gidiyoruz. Başbakan Erdoğan konuşmalarından birinde ülkedeki vesayet sistemini ve TSK hakimiyetini bitirdiklerini örnekleriyle anlatırken sözü medyaya getirdi ve –muhtemelen- istese bile TSK’nın sözünden çıkamayan gazetecileri kastederek dedi ki “tasmalarından kurtardık..” O vakitler tartışma yarattı bu söz, sonra da unutuldu gitti. Hemen şu notu düşeyim. İstediği kadar TSK’nın sözünden çıkmasın hiçbir gazetecinin “tasmalı” olduğunu düşünmedim. İster TSK’nın, darbelerin doğruluğuna inansın, ister bunu çıkar karşılığı yapsın. İsterse kraldan çok kralcı olsun. Bu gazetecilere birçok sıfat bulunabilir ama ben yine de onların “tasmalı” olduğunu düşünmedim. Her şeyden önce hayvanlara saygımdan ve o hayvanın aşağılanmasına razı gelmediğimden. Ve fakat aslına bakarsanız Erdoğan’ın kastettiği vesayet sisteminin emrindeki gazeteciler değildi. Erdoğan muhtemelen AKP’ye yakın medyayı dışarıda tutarak neredeyse tüm medyayı itham altında bırakıyordu. Demeye getiriyordu ki “Öyle bir sistem vardı ki hepiniz belirli çizgilerin dışına çıkamıyordunuz. İşte biz sizi bundan kurtardık..” Bu iddianın mevcut ve geçmişteki duruma uyup uymadığına da birazdan geleceğiz ama ben ilave olarak buradaki aşağılayıcı ve intikam alıcı sevimsiz bakışı da paylaşmadığım için medyanın “tasmalı” olduğunu düşünmedim hiç.

Peki, bu iddia ne kadar duruma uyuyor? Evet doğrudur bir zamanlar TSK’nın dediğinden çıkmayan gazeteciler vardı. Hala var. Bu kesim, zaman zaman TSK yanlış yapsa da son durumda, bilhassa laiklik ve sivil siyasetin yoldan çıkması söz konusu olduğunda Ordu’nun sözünden çıkmamak gerektiğine inanır. Fakat bu kesimin derdi ordu değildir. Kürtler, laiklik, Ermeni meselesi gibi konularda resmi görüşe paralel biçimde düşündükleri için devlete yanaşmışlardır ve oradan aldıkları bilgilerle neredeyse bir Özel Harp Dairesi elemanı gibi işlev görürler. Artık devletle ya da devlet içindeki bazı odaklarla içiçe geçmişlerdir. Gazeteci demek bile gerekmeyebilir. Bu kesimin dışında bir de devletle (resmi görüşle) ve TSK ile uyum içinde olmaya dikkat eden gazeteler, gazeteciler vardır. Düşünce dünyalarını, dine, laikliğe, Kürt meselesine, Ermeni meselesine bakışlarını cumhuriyetin o güçlü resmi görüşü şekillendirmiştir. Ve bir de tabii bağımsız düşünen, hareket edenler vardır. Bu kesim bazen, gelişmelerin/ellerindeki haberin durumuna göre, böyle davranmak istemez ancak nihayetinde bir patron gazetesinde çalıştıkları için şartlara uyum sağlamak zorunda hissederler kendilerini. Ve lafı oradan buradan dolandırarak, ya da bazen doğrudan, bir şekilde haberlerini yayınlarlar. Kimileri de bedel öder. Ancak burada önemli olan şudur ki, bu patron gazeteciliği resmi görüşe olduğu kadar o zamanki Hükümet ile de iyi geçinmeye özen gösterir. Dolayısıyla o malum çizgilerin bir kısmını da sivil hükümetler belirler. (Sermaye cephesi de elbette bu tablodan sorumludur ancak konumuz, medyayı “tasma”sından kurtaran Hükümet olduğu için buraya yoğunlaşıyoruz.)

Hükümet demişken..Günümüze gelecek olursak. Şu soruyu sormalıyız her şeyden önce: Kürt ve Ermeni meselelerinde resmi görüşümüz değişmiş midir? Ve bu resmi görüş değiştiyse –ki hiç öyle görünmüyor- buna bağlı olarak medya bu konularda bağımsız, özgürce yayın yapabilmekte midir? Bilhassa AKP medyasını kastediyorum. Öyle ya, “tasmalardan” kurtaran AKP olduğuna göre bilhassa AKP’ye yakın medyada bu konularda özgürce bir yayın görmeliyiz öncelikle, değil mi? Bu iki birbiriyle bağlantılı soruya ben yanıt vermeyeceğim. Herkes kendi meşrebince yanıt versin. Sadece bu bahsettiğim alanlarda en “bağımsız” yayınların –diğer konulardaki tavrını beğenirsiniz, beğenmezsiniz- tirajı düşük ancak entelektüel yönü güçlü gazetelerden, bilhassa da iki gazeteden geldiğini not düşmekle yetiniyorum. Ve her tür gazeteye serpilmiş, işi sadece gazetecilik olan, gördüğünü yazan isimli-isimsiz çalışanlardan. Ve bir de tabii yeni yeni serpilen bağımsız internet medyası tarafından. (AKP’nin en yakın destekçisi konumundaki bir gazetede ise bir yazarın işine Uludere konusunda Hükümeti eleştiren bir yazı yazmasından sonra son verildi, bu notu da düşelim.)

Gelelim Hükümet ile bağlantılı meselelere. Suriye konusunu da buna katabiliriz. Bu mevzularda da Hükümet’in çizdiği çerçeve dışında bilhassa AKP’ye yakın basını da hesaba katarak söylüyorum, bağımsız bir yayın faaliyeti yapma imkanı var mıdır? Beşar Esad’la mesela, kaç gazete görüşme yapabildi? “Resmi görüş” tüm ağırlığıyla hala üzerimizde değil mi? Her şeyi bırakın Şemdinli’deki çatışmaları ele alalım.Güvenlik güçleri ne bir açıklama yapıyor, ne de gazetecileri bölgeye sokuyor. Basın kendi imkanlarıyla bölgeden bilgi kırıntıları elde etme peşinde. Ağırlıklı olarak ise “yetkililerin” ağzından yazılmış analizler var. Peki başta AKP’ye yakın medya olmak üzere kimler bölgeye gidip haber yapmaya cesaret edebiliyor? Anlaşılıyor ki gazetelerin, televizyonların çoğu bu işe yeltenmiyorlar bile. Muhtemelen şundan: Diyelim ki uğraştınız didindiniz ve tablonun pek de Hükümet’in tarif ettiği gibi olmadığını saptadınız. Bunu nasıl yayınlayacaksınız? Bir diğer konu da mesela, 1997’de görevde olduğu sırada işkence yaptığı gerekçesiyle yargılanan ve etkin bir soruşturma yürütülmediği gerekçesiyle AİHM’nin Türkiye’ye ceza verdiği bir polisin, İstanbul’da Terörle Mücadele Şubesi’nin başına getirilmesi. Bu konuda da bilhassa AKP’ye yakın medyadan ve büyük medyadan önemli çıkışlar olmadı. Her iki meselede az önce bahsettiğim gazetelerin gösterdiği çabaları ve internet sitelerini sayabiliyoruz şu aşamada.

Hal böyle. Biz epey bir süredir bunları söylüyoruz ama işin doğrusu AKP cephesinde bu sözlerin pek karşılığı olmuyordu. Ancak bu cephede bir çatlak olunca bazı itiraflar peşpeşe gelmeye başladı. Bildiğiniz gibi Erdoğan ve AKP’nin “devletleşmesi” bahsinde dindar basında da bir münakaşa yürüyor ne zamandır. AKP’ye sadık biçimde bağlı olanlar, artık karşı cepheye geçtiğini düşündüklerinin eleştirilerini püskürtmeye çalışmaktalar. Bu münakaşanın arka planında ne olduğu, bunun de sadece “devletleşme” ile mi ilgili olduğu, şimdilik konumuz değil ancak AKP basını tarafından sertçe püskürtülmeye çalışılan Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç ilginç bir yazı yazdı mesela geçenlerde. Şöyle dedi:

“ ‘İslamcılık tartışması’ da seviyeyi düşürmeden bu meyanda sürüyorken, Star'dan Mehmet Ocaktan niyet okuyup sübjektif suçlamalarda bulunarak benim eleştirilerimi ‘R. Tayyip Erdoğan'ı sevmeyişime’ bağladı. (...)AK Parti'yi eleştirmek R. Tayyip Erdoğan'ı sevmemek mi? Hayır. Daha önce bu köşede yazdım: ‘Zaman yazarı Başbakan'a çakmaz.’ Elbette ‘AK Parti’ye bir sitemim, bir eleştirim var: ‘Sitemim’, 150 yıllık bir İslamcı mirasın enerjisini kullanırken, referansı reddedip özünde adil olmayan verili iktidarı hedeflemesidir..”

Burası tartışmanın özüyle ilgili kısmı. Fakat şu sözler de mesela hayli ilginç ve konumuzla da ilgili:

“Bildiğim bir şey varsa, Sayın Başbakan'ın etrafında örülen etten duvarı aşıp ona ulaşmanın neredeyse imkânsız olduğudur. Medya üzerinden yazılıp çizilenler, konuşulanlar da ona yanlış aksettiriliyor, sizin bir cümleniz üç cümle yorum içine yedirilerek ona sunuluyor. Ve bu teamül öyle boyutlara ulaştı ki, ifade özgürlüğünü yok ettiği gibi ekmeğinizle oynama noktasına ulaşmış bulunuyor. ‘Sayın Başbakan'ım filan kanalda aleyhinizde şu konuşuldu, hemen programı iptal ettirelim’ diyorlar veya kendileri re'sen Başbakan'ın haberi olmadan arayıp programları iptal ettiriyorlar. Ocaktan ve etten duvar bizi medyadan tümüyle silip süpürmek mi istiyor? Korku imparatorluğunda da rızık Allah'tandır.”

Ben demiyorum, adamın diyor.. Biliyorum, Ali Bulaç için “AKP’nin adamı” demek, Bulaç’ın kimliğini tarif etmekte yetersiz kalır. Ama mevcut denklemde “eleştiri” cephesine geçse bile son tahlilde AKP’yi destekleyen kesimin önemli isimlerindendir. Dolayısıyla tanıklığı dikkate değer. Üstelik belli ki bildiğinin yarısını ve kendi cephesinde olanları söylüyor.

Radikal / 06.08.12