Barışa evet, Amerikan barışına hayır - Fatih Yaşlı

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • Kürt Sorunu / Azınlıklar
  • |
  • 10 Ocak 2013
  • 14:10

Yeni bir açılım süreciyle daha karşı karşıyayız. Yeni diyebiliyoruz; çünkü süreci yeni kılan kimi unsurlar var: Öcalan’ın tek muhatap kabul edilmesi, BDP’lilere adaya gidiş izni verilmesi, görüşme yapıldığının kamuoyuna bildirilmesi, medya ve sivil toplum desteğinin yoğun bir şekilde devreye sokulması gibi. Süreci asıl “yeni” kılan ise bunların hiçbiri değil; açılımdaki yenilik, sürecin ülke içi dinamiklerin ötesinde ülke dışı dinamiklerle doğrudan bağlantılı olması. Yeni açılımı, Arap Baharı’ndan ve küresel güçlerin Ortadoğu’ya yönelik planlarından ayırarak anlamak imkânsız. AKP, Kürt sorununu ABD’nin ve kendisinin bölgesel hedeflerine uygun, bu hedeflerle iç içe geçmiş bir şekilde çözmeyi amaçlıyor. Daha önce de yazdım, Suriye’deki savaş, bir yanında ABD’nin, petrol şeyhliklerinin, İsrail’in, Barzani’nin ve Türkiye’nin; öte yanında ise Suriye, İran, Irak’taki Maliki yönetimi, Rusya ve Çin’in bulunduğu çok aktörlü bir mücadelenin en sıcak cephesi. Bu mücadelede emperyalist güçler bölgenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini kontrol etmeyi, İsrail kendi güvenliğini sağlamayı, Arap şeyhlikleri iktidarlarını garanti altına almayı, yeni-Osmanlıcı AKP ise bölgesel bir güç olmayı hedefliyor. Hepsinin ortak düşmanı ve öncelikli hedefi ise bölgedeki Şii direniş ekseni. Öncelikle bu eksenin kırılması gerekiyor, en zayıf halkayı teşkil ettiği düşünüldüğü için de Suriye’ye yükleniliyor. Şii ekseninin kırılması planı, ABD’yle uyum içinde çalışacak Sünni iktidarların bölgesel etkisinin arttırılmasıyla paralel bir şekilde ilerliyor. Türkiye’de AKP, Arap ülkelerinde Müslüman Kardeşler ve Irak’taki Kürt bölgesinde Barzani bu sürecin en somut örnekleri olarak karşımızda duruyorlar.                

Süreç elbette ki pürüzsüz ilerlemiyor. AKP açısından bakıldığında Suriye politikasını tam bir fiyaskoya dönüştüren iki gelişme söz konusu: Birincisi Esad’ın hâlâ düşürülememiş olması, ikincisi ise Suriye’nin kuzeyinde ortaya çıkan Kürt özyönetim bölgesi. Suriye Kürtleri hâlâ Esad karşıtı saflara geçmiş ve emperyalizmin planlarına teşne olmuş değiller, üstelik Barzani’yi de liderleri olarak kabul etmiyorlar, çizgi olarak Türkiye’deki Kürt siyasetine yakınlar.                

AKP’nin “barış” planı böyle bir bölgesel konjonktürde anlam kazanıyor. Bu süreçte Türkiye, Şii Maliki’nin ve dolayısıyla İran’ın yönettiği bir Irak yerine bölünmüş bir Irak istiyor. Kurulacak “bağımsız Kürdistan”ın kendisine tabi olacağını, Türkiye ve Suriye Kürtlerini Barzani üzerinden kontrol edebileceğini, böylelikle hem İran’ı zayıf düşürebileceğini, hem Kürt sorununu çözebileceğini, hem de bölgesel güç olabileceğini düşünüyor.                

Bölgesel güç olma planı, “barış” adı altında, Türkiye ve Suriye’deki Kürt siyasetinin etkisizleştirilmesini, hatta mümkünse tasfiyesini AKP açısından zorunlu kılıyor; çünkü birbiriyle çok yakın ilişki içerisindeki bu iki hareketin söylemi ve ideolojisi, Barzani’den farklı olarak, AKP’nin Sünni-muhafazakâr söylem ve ideolojisiyle örtüşmediği gibi, ABD yanlısı çizgisiyle de birebir örtüşmüyor. AKP, Sünni hegemonyanın önündeki bu engeli kaldırmak istiyor.                

Peki tüm bu söylediklerimiz barışa karşı çıktığımız anlamına mı geliyor? Hayır, barışı savunmaya devam etmemiz gerekiyor; çünkü silahlar sustukça konuşabilme şansımız artacak. Bir yandan barışı savunacağız bir yandan ise “Amerikan barışı”na, yani Türküyle Kürdüyle halklarımızın emperyalist planlara kurban edilmesine, taşeron olarak kullanılmasına karşı çıkacağız. Zor mu? Evet zor ama imkânsız değil. 

Yurt / 10.01.13