AKP’nin kötülüğünü istemiş olsaydım... - Kadri Gürsel

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 26 Ağustos 2012
  • 04:59

İktidar sözcüleri ve iktidara yakın köşe sahiplerinin son zamanlarda sıkça yaptıkları üç hamlelik bir “Suriye savunması” var...

Önce, AKP’nin Suriye politikasını eleştirenler hakkında, “Onların asıl derdi Suriye değil, istedikleri, AKP’nin kaybetmesi” diyorlar.

Sonra, “AKP, Suriye krizinde tarafsız kalmış olsaydı, bu kez AKP’yi tarafsız kaldığı için eleştireceklerdi” diyorlar.

Üçüncüsünde, “Tarafsızlık halinde bile PKK, krizin doğurduğu konjonktürden faydalanacaktı, sonuç aynı olacaktı” diye akıl yürütüyorlar.

Bu hamlelerle AKP’nin Suriye politikasını aklamayı, bu politikayı eleştirenleri “AKP düşmanı” ilan ederek, onları muhafazakâr kamuoyunun gözünde gayrimeşrulaştırmayı amaçlıyorlar. Ve nihayet AKP dış politikasının Türkiye’yi bumerang etkisiyle vuran ve daha da vuracak olan bütün olumsuzluklarını alakasız alınyazısıymış gibi gösterip, iktidarı bir nevi teflonla kaplamak istiyorlar.
AKP Suriye bahsinde ne hata yaparsa yapsın iz bırakmasın, üzerine hiçbir şey yapışmasın... AKP dış politikasının kötü plancıları, vahim yanlışlarının hesabını vermekten vareste tutulsun... Onlar cürümleriyle kalsınlar, vebali eleştirenlerin, uyaranların üzerine olsun...
Maksatları bu.

Ve kurnazlıktan başka bir şey değildir...
Hem de haksızlıktır. Bu kadarına ne “Eyvallah” demek, ne de tahammül etmek mümkündür.
Çünkü malum, bendeniz de AKP’nin Suriye politikasını eleştirenlerdenim. Dolayısıyla kendimi bilcümle AKP aparatçiğinin fikri tacizinden korumak maksadıyla, şu köşeye kayıt düşmek zorundayım.

Soruyorum mesela, niyetim AKP’ye kötülük olsaydı, 26 Mart 2012 tarihinde, Hoca’nın hayalci, fanatik, duygu bozukluğuna uğramış ve gerçeklikle rabıtası kopmuş Suriye politikasının içerdiği büyük ve lüzumsuz risklerin hiçbiri henüz gerçekleşmemişken, “İntihar etmek için Suriye’ye atlayın” başlıklı bir yazı yazar mıydım?

Tam tersine, şimdi bazı yanaşmaları gibi, “Suriye’ye atlayın, hemen, şimdi, ne duruyorsunuz?” derdim. “Atla, atla, atla!” diye tempo tutardım.
O yazıda uyardım:

Girersiniz de çıkamazsınız; tampon bölge kurarsanız bölersiniz; bu TSK’nın eğitim ve donanımıyla yapamazsınız; kış gelince gazımızı keserler, savaş parasız olmaz diye...

Kürt sorunumuza kol sokarlar; önce evinizde barışı sağlayın; kamuoyu bölünmüştür, evvelinde toplumsal mutabakat inşa edin mealinde, ikazda bulundum.
Başka şeyler de yazmışımdır; tekrara yerim yok.

AKP dış politikasının hesapsız mühendislerine Sünnici mezhepçilik uyarısını, ta 15 Aralık 2011 tarihli “İkinci yeni dış politika” başlıklı yazımda, kendileri mezhepçilik batağına henüz ayaklarını sokmuşken yaptım. Şimdi o batağa gömülmüş bulunuyorlar.

AKP’nin felaketini arzuluyor olsaydım, mezhepçilik riskine işaret eder miydim? Herhalde “Dur bir batağa gömülsünler” diye beklerdim.

Aylar öncesinde, katıldığım televizyon programlarında her fırsatta Suriye’deki krizin, tarafların gaddarlık ve kan dökücülükte neredeyse eşitlendiği bir iç savaşa dönüşebileceğini söyledim. Bu durumda AKP Türkiye’sinin kendisini bu çatışmanın Sünni kutbunun taraftarı olarak bulacağını ve Sünni grupların Türkiye üzerinden edindikleri silahlarla işleyecekleri suçların ortağı olmaktan kurtulamayacağını vurguladım. Bu vaziyetin Türkiye’nin meşruiyetine zarar vereceği uyarısını yaptım. Bugün maalesef gidişat bu yönde...

Altı ay önce, geçen şubatın 23’ünde bu köşede yayımlanan “Dostları Suriye’yi Lübnanlaştırıyor” başlıklı yazıda Türkiye’nin kendi Kürt sorununu çözüm yoluna sokmadığı için güney sınırında asla güvenemeyeceği bir komşu Kürt bölgesiyle baş başa kalacağını yazdım. “Batı Kürdistan” kuruluyor nitekim.

O yazıda AKP Türkiye’sinin Sünniciliğe bu kadar angaje olması durumunda yine kendisini hasım gören bir Nusayristan olgusu ile yüz yüze geleceği uyarısını da yapmıştım. Şu an aksine işaret eden bir gelişme yok.
Neyse, örnekleri çoğaltabilirim ama sanırım bu kadarı yeterli.
Testi kırılmadan uyarmak mı, AKP’nin kötülüğünü istemek?

Ancak şu doğrudur: AKP Suriye krizinde tarafsız kalsaydı, bu kez onu tarafsız kalmakla eleştirirdim. Ayrıca eleştirdim de... (Beşar’a ‘Git’ diyemiyorsanız, ‘Gel’ deyin - 25.04.2011)

Mesele taraf olmak ya da olmamak değildir, nasıl ve ne adına taraf olunduğudur. Sünnicilik, İslamcılık ve Osmanlıcılık dürtüleriyle taraf oldunuz mu kendinizi bulacağınız yer Sünni-Şii cepheleşmesinin batağıdır. Böyle olmuştur. Ziyadesiyle düşman kazanılmıştır. Bu hasımlıklar kışkırtılmasaydı, konjonktür de PKK’yı ziyadesiyle kışkırtmayacaktı.

Suriye’de demokrasi, insan hakları, eşitlik, özgürlük, çoğulculuk, laiklik, azınlık hakları adına taraf olunmalıydı, olunmadı.
Geçmiş olsun. Sadece AKP’ye değil, hepimize, tüm Türkiye’ye geçmiş olsun. Maalesef aynı gemideyiz.

Şimdi anladınız mı neden AKP’nin kötülüğünü istemediğimi?

Milliyet / 26.08.12