Laiğiyle, şeriatçısıyla RTE’nin arkasında saf tutan Türkiye burjuvazisi, 2012’de 60 milyar doları bulan enerji ithalatı karşısında, cari açığa denk gelen bu kamburu azaltmak için, Irak Kürdistanı’ndaki petrole kafayı fena halde takmış durumda. Buna, 2012 ortalarından bu yana birkaç yazımda değindim. Merkez Bağdat ile dünyanın en büyük 6. petrol yataklarını işletmede uyum içinde olmayan ve emrivaki ile petrol faaliyetleri yürüten Erbil’e, yani Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’ne her geçen gün biraz daha yaklaşan Türkiye burjuvazisi ve siyasi temsilcisi olarak AKP rejimi, “büyük hamleler” peşinde olduğunu artık gizlemiyor. Aç tavuğun darı ambarı rüyasına benzer tarzda, Irak Kürdistanı’ndaki petrolün; bölgede arama ve üretim izni almış Exxon gibi dünya devleriyle birlikte; Bağdat’a rağmen üretilip Türkiye üzerinden dünya pazarlarına ihracı için şirketler bile kurulmuş, örtülü bir anlaşma bile yapılmış. “Büyük hamle”den murat, bir taşla iki kuş vurmak; hem Kürt petrolünden nasiplenmek hem de PKK meselesini, Irak Kürtlerini Türkiye’ye eklemleyerek “çözmek”...
Hamle, kulağa hoş geliyor, hele ki büyük burjuvazinin bazı kesimlerini mest ediyor. Medyadaki yalaka takımına girmiyorum bile... Böyle bir hamlenin başarı şansını rejim tartıyor mu, dünya enerji satrancı tahtasının en önemli karelerini oluşturan Irak bölgesindeki güçleri iyi hesaplayıp, en önemlisi kendi haddini biliyor mu bilmem, ama Türkiye’nin dünyanın neresinde durduğunu, sulandığı petrole kimin ne kadar ihtiyacı olduğunu hatırlatmakta fayda var.
***
2012 verilerine göre dünya hasılası kabaca 71 trilyon $. ABD ve AB, dünya “merkez”leri olarak her biri, bu dünya pastasından yüzde 22 pay alıyor. Onlarla birlikte saf tutan Japonya’nın yüzde 8’lik payını ekleyince bu 3 merkezin payının yüzde 52 olduğunu görüyoruz. Kanada, Avustralya, Norveç, İsviçre gibi diğer zenginleri ve petrolcü Arapları da eklersek, pay yüzde 60’ı buluyor. Özellikle 2008 krizi sonrası dünya güç dengesini kendi lehlerine çevirme fırsatı yakalayan “yükselen ekonomiler” ile diğer “çevre ülkeler” ise dünya hasılasından yüzde 40 pay alıyorlar. Bu kanadın başını çeken Çin, dünya hasılasında şimdiden yüzde 12 pay sahibi. Rusya, Hindistan, Brezilya’nın her biri yüzde 4 dolayında pay sahibi. Türkiye ise bütün bu dünya pastasında yüzde 1 pay sahibi!..
Dünya hasılasına hâkim bu az sayıdaki merkez ve yükselen ekonomi, haliyle, üçte ikisi petrol ve doğalgazdan oluşan dünya enerjisini de dünya hasılasındaki büyüklükleri ile orantılı olarak kullanıyor. Ama enerji sektörlerinde kimi net ithalatçı, kimi yarı ithalatçı, kimi de net ihracatçı durumda.
Kaynak; Uluslararası Enerji Ajansı, BP ve DTÖ veritabanı
Türkiye, dünya hasılasındaki yüzde 1’lik payını üretirken 240 milyar $’lık ithalat yapıyor ve bunun dörtte birini enerji ithalatı oluşturuyor. Üstelik bu ithalatı finanse edebilmek için de dış kaynak kullanmak zorunda olan kırılgan bir ekonomi. Yani hem payı yüzde 1’den ibaret, hem dış kaynağa bağımlı hem de ithalata, özellikle enerji ithalatına bağımlı. Ama bu kel ve fodul haline bakmadan içeride ve dışarıda, “AB yoksa, Şanghay’a giderim” afra tafrasından da geçilmeyen bir “kifayetsiz muhteris” rejimin yönetiminde. Bunca kırılganlık ve kofluğa rağmen, sırf jeopolitiğinden dolayı ABD’den taşeronluk kapmış bir rejimin, buna güvenerek dünya güçlerinin gözden çıkaramayacakları Irak Kürdistanı petrollerine hükmedecek bir kapasitesi, dirayeti olabilir mi? Cuma günü devam ederiz.
Cumhuriyet / 06.02.13