Derin değişimlerin yaşandığı bir dünyada yaşıyoruz; bu bir ifade biçimi değil somut bir gerçekliktir. Tarihte sıklıkla olduğu üzere, bu değişimler birilerinin senaryosuna göre gelişmediği gibi uzmanların hesaplamalarına ve tahminlerine rağmen gelişmektedir. Küreselleşme sürecinin 20 yıl önceki ustaların beklediğinden tamamen farklı bir dönemeç izlediğini söylemek yeterlidir. Sovyetler Birliğinin ve sosyalist sistemin çöküşünden sonra Batılı ülkelerin ve büyük şirketlerin nüfuzlarını dünyaya serbestçe yayacaklarına, liberal demokratik sistemin “geride kalan” tüm halklar için işaret fişeği olacağına inanılıyordu o vakitler. Gerçekte ise gelişen pek çok ülke küreselleşmeden istifade ettiler ve modern sanayiler kurdular ve nüfuslarının refahını önemli ölçüde artırdılar; gelişmiş ülkeler ise sanayisizleşme, orta sınıfın daralması ve artan sosyal tabakalaşma sürecine girdiler.
Bugün Amerika ve Avrupa ülkeleri derin yapısal dengesizliklerin üstesinden gelecekleri çözümler arıyorlar; Çin’in ise gelecek beş-altı yıl zarfında lider ekonomik güç haline gelme ve muhtemelen yuan’ı rezerv para birimi yapma ihtimali var. Washington’ın enflasyonu ateşleme politikasını değiştireceğine dair bir işaret halen yok ve avro bölgesindeki kriz bitmek bilmiyor. Bütünüyle bakıldığında, gelecek yirmi yıl zarfında dünyada yepyeni bir manzara şekillenebilir ki uluslararası ilişkilerin acılı bir yeniden ayarlanma sürecinden geçeceği anlamına gelir.
Bu noktada, yıllarını tarihi meselelere vakfeden akademisyen Sergi Kapitsa’nın vardığı hükmü anacağım. Tarihi sürecin sürekli olarak hızlandığını, tarihte her yeni safhanın bir öncekinden iki kat daha kısa sürdüğünü ikna edici şekilde ispatlamıştır. Bu gerçeği hepimiz çok iyi hissediyoruz.
Pek çok faktör, yeni bir tarihi safhanın başladığını telkin ediyor. Hassaten Rusya’dan bahsedecek olursak, bu safhanın Rusya için artıları da eksileri de olacaktır; Rusya’ya riskler ve fırsatlar sunmaktadır. Bir yanda, Batıdaki bu sürecin bizi nasıl etkileyeceğini bilmiyoruz. Ticaret, teknoloji ve yatırım işbirliğinde ana ortağımız olan, Rus hidrokarbonlarının başlıca tüketicisi Avrupa Birliğini kastediyorum. Diğer yanda, kartların yeniden dağıtılmasına bakınca, belki de pek çok şeye temiz bir sayfayla başlanabilir ve bugün uluslararası hiyerarşiyi belirleyen kuralların tümünün aksine, gelecekte uygulanabilir olacaktır. Örneğin, bu veya şu teknolojinin nerede yaratıldığına değil onu daha iyi kullanma yeteneğine önem atfedileceği göz ardı edilmemektedir. Okuryazar ve cesur bir nüfusu, devasa kaynakları olan Rusya bu bakımdan bariz bir üstünlüğe sahiptir.
Bugün, yükselen uluslararası sistemin tanım gereği çok-merkezli olduğunu hiç kimse tartışmaz. Avrupa, Amerika ve Rusya’daki önde gelen düşünce kuruluşları bu faktörü analizlerine dâhil ederler. Ancak hiç kimse 21’nci yüzyıl dünya düzeninin konturlarını, ne kadar istikrarlı ve etkili olacağını söyleyememektedir. Rus dış politikasının ana amaçlarından biri de uluslararası sistemi âdil, demokratik ve ideal olarak, kendi kendini düzenleyici kılmaktır. Bu amaca ancak uluslararası alandaki önemli oyuncuların toplu ve ortaklaşa eylemleriyle ulaşılabilir. Herkesin mutabık kalacağı üzere, bu ilkenin pratiğe aktarılmasının zorlu ve yavaş bir süreç olacağı açıktır.
Dünyanın Batı modelinden türeme, mahalli folkloru da barındıran tek bir modele doğru seyrettiği fikrinden, 1990’larda yaygın olan bir fikirdi, çok yol katettik. Pazar ekonomisinin ve demokratik devlet ilkelerinin tarihi sürecin ana mecrası olduğunun tanınması bir yana, güç ve nüfuz merkezlerinin çokluğunun, kalkınma modellerinin de çokluğunu varsaydığı artık açıktır. Dahası, Samuel Hungtington’ın bilgece tahmin ettiği üzere medeniyet kimliğinin daha bir önem kazandığı eğilim, çok daha belirginleşmiştir. Sömürge imparatorluklarının çöktüğü, ulusçu veya devrimci (her halükarda Batı kaynaklıydı) ideolojilerim hâkim olduğu bir dönemde yarım asır sonra İslami kimliğin böylesine güçlü bir Rönesans yaşayacağını hayal etmek zordu. Medeniyet köklerine dayanma arzusu Asya’da ve dünyanın diğer kesimlerinde de görülmektedir. Uluslararası sahada, çatışmaların artmasına veya yeni bir temelde, modern gerçeklikleri karşılayan ortaklık ihtiyacının fark edilmesiyle neticelenebilir bu.
Bu ikilemin çözümü, daha ziyade Batılı ortaklarımızın hareket şekline bağlıdır en çok da Amerika’nın. American Conservative’de çıkan Martin Sieff imzalı bir yazı okudum geçenlerde. Yazar, Amerika’nın Sovyet rolüne soyunduğunu, dünyada devrim yaymaya azmettiğini (bu kez demokratik devrim) kaydediyor. Sieff, dünyada devrimci değişimi teşvik eden politikaların beyhude olduğunu tarihin defalarca ispatladığını yazmış ve bu bağlamda Robespierre, Napolyon ve Troçki’yi anmış. Bir ülkenin kendi siyasi sosyal ve ekonomik sistemini diğer ülkelere dayatmasının çoğu kez ters bir tepki üreteceği ve aşırıları, baskıcı kuvvetleri güçlendirmeye katkıda bulunacağı böylelikle gerçek demokratik değişim ihtimalini arkaya atacağı konusunda Sieff’le aynı fikirde olmalıdır.
Çağdaş uluslararası politikanın temel bir meselesidir bu, doğrudan dünyanın geleceği meselesine bağlıdır. Rusya alışkanlıktan dolayı veya nispet yapmak için Batı projelerine çomak sokup Batı nüfuzuna direnir demiyorum. Şu: Kan ve demirle demokrasiyi teşvik politikası işe yaramaz. Son bir buçuk yıldır hatta son on yıldır bunu görmekteyiz. Irak’ın sürekli yüzyüze geldiği sorunları hepimiz biliyoruz. Ortadoğu’da ne olacağını gerçekte hiç kimse bilmiyor.
Demokrasinin güçle dayatılmasının tehlikesi, kargaşa unsurlarını artırmasında ve küresel düzeyde ciddi bir yönetilebilirlik krizi doğuracak olmasındadır. Bugün herkes bu tehlikeyi hissediyor. Fransız mevkidaşım Laurent Fabius çok-kutuplu değil çok-bölünmüş bir dünyanın ortaya çıkması ihtimalinden bahsetti geçenlerde. O dünya ABD veya Nato şemsiyesi himayesinde birleştirilemeyeceğinden dolayı bu endişelere verilecek tek cevap, Avrupa-Atlantik bölgesinde ve küresel çapta sahih bir ortaklıktır.
Henry Kissinger, Rusça’ya çevrilip Russia in Global Affaris’te yayınlanan son makalesinde, Amerikan çıkarlarını ve değerlerini teşvikte güç kullanımına bel bağlanmasının anlamsızlığını ispatlayan ikna edici savlar sunmuştur. Şunu vurguluyor: “Amerikan dış politikasını diğer toplumların iç şartlarına ve ulusal güvenlik dâhil ilgili diğer faktörlere uyarlamak ilkeden vazgeçmek değildir.” Bir kimsenin amacına ulaşmak için evrimci ve medeni hareket etmenin avantajlarını anlamasıdır sadece. Buna katılmamak mümkün değil.
Kissinger, “değer temelli” politikaya karşı Realpolitik olarak bilinen yaklaşım belirleme teşebbüslerinin kaba ve gülünç doğasını kaydetmiştir. “Haçlıların” ve ahlâki mülahazalardan mahrum bir politikanın manasızlığına bakınca, bugünün dünyasında bu kavramları makul bir şekilde bir araya getirmelidir.
Medeniyetler ortaklığının temelini atmaya yardım edecek asli değerler üzerinde anlaşmayı savunuyoruz. Eğer değerler müşterek olursa, siyasete bariz zararlar veren kurtarıcı/mesiyanik tutumları reddederek, işe yarayabilirler. Örneğin, Suriye’de yeni bir siyasi sistemin ilkelerinin – Suriyeliler adına – dış oyuncular tarafından kurulması teklif edildiğinde, kolonyal zihniyetin tekerrürü tehlikesini açıkça görmeliyiz.
Müşterek bir değerler terazisinin yalnızca binlerce yıllık geleneklere; barış, adâlet, şeref, özgürlük, sorumluluk, dürüstlük, merhamet, ihtimam ve ahlâkilik gibi ilke ve nosyonlar dâhil başlıca dünya dinlerinde mevcut mânevi ve ahlâki paydaya dayalı olabileceğine kaniyiz.
Rus siyaset biliminin entelektüel özgürlüğünün bugün daha fazla olduğunu düşünüyorum; bundan istifade etmeli ve tarihi gelişimin orta ve uzun vadede güzergâhını anlamak için uğraşmalıyız. Tarihte keskin dönemeçlerde tahminde bulunmanın çok zor olduğu, fayda vermediği kabul edilmelidir.
Rusya’nın 21’ncyi yüzyıl dünya siyasetindeki yerine dair etraflıca düşünürken ülkenin bağımsız siyasi seyrini her daim teyid etmeliyiz. Rus dış politikasının bağımsızlığı bizim kazanımımızdır; tarihi gelişimin önceki asırlarında ve son 20 yıllık tecrübelerle elde edilmiştir. Rusya’nın bir dünya liderinin tâbisi olarak var olamayacağı kanaatindeyim. Avrupa Komisyonu Başkanı ve İtalya eski başbakanı Romano Prodi’nin bir demecini anımsamak yerinde olacaktır. Bugünün dünyasında yalnızca üç devletin tam egemenliğe sahip olduğunu söylemişti. ABD, Çin ve Rusya. Bu abartıdır elbette ama bahse değerdir.
Yeni çok-merkezli dünyanın merkezlerinden biri olarak görüyoruz kendimizi ki gerçekten öyledir. Rusya’nın bu mevkisi onun askeri, jeopolitik ve ekonomik yetenekleri, kültürü ve beşeri potansiyeli sayesindedir. Aynı zamanda Rusya’nın uluslararası meselelerde metin bir şekilde hukuk ve adâlet tarafında durmasındandır. Rusya’nın dengeleyici ve istikrar sağlayıcı bir rol oynamasına imkân vermektedir – ki uluslararası ortaklarımız hatta kendilerini ABD ve Nato’yla ittifak dışında hayal edemeyen ortaklarımız bile bunu daha fazla talep etmektedirler.
Başkan Putin’in defalarca vurguladığı üzere bu yaklaşımın tecritçilikle hiçbir ilgisi yoktur elbette. Küresel süreçlerle zaten derinden bütünleştik ve bu yolda devam etmeye niyetliyiz. Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütü üyeliğinin “oyunun kurallarında” ve Rusya ekonomisinin genel atmosferinde büyük değişimlere yol açacağını göreceğimizden eminim.
Kendimizi komşularıyla bütünleşme bağlarını tutarlı olarak derinleştiren bir ülke olarak görüyoruz. Her şeyden çok Avrasya bütünleşmesini, kastediyorum; uzun vadeli, karşılıklı avantajlar sunan bir proje olarak görüyoruz bunu. Ancak başka projeler de var. Avrupa Birliğiyle yakınlaşmak gibi cesur ve kapsamlı bir amacı durmadan savunuyoruz. Vladimir Putin bir süre önce ortak bir ekonomik ve beşeri alan yaratma fikrini ortaya koydu. Asya-Pasifik bölgesiyle bütünleşme yönünde paralel bir politikanın alternatifi olmadığına da inanıyoruz.
Sergei Karaganov’un yıllardır bir “Avrupa Birliği” fikrini savunduğunu, bunun gerçek hayatta uygulaması zor bir fikir olduğunu biliyorum. Ancak bu mefhumun işleyebileceği şartları belirlemek bir siyasi irade ve arzu meselesidir. Bu mesele şu an Batı başkentlerinde de tartışma konusudur. Yankısı Almanya ve Fransa’dan ve de Zbigniew Brzezinski’nin son kitabından duyuldu. Fakat bu, Rusya’nın Batıyla birleşmesi/özümsenmesi olmamalı ve fakat hakkaniyetli sahih bir yakınlaşma olmalıdır.
Medeniyet nokta-i nazarından, ki önemi artmaktadır, Rusya, doğal olarak Kuzey Amerika’nın yanısıra, “daha büyük” Avrupa medeniyetinin bir parçasıdır. Bu yüzden, gerçek ve karşılıklı saygılı etkileşim ve bütünleşme üzerinden “Avrupa seçeneğini” uygulamak bizim için sorun değildir.
Batılı ortaklarımızla sohbetlerimizde bazen sanki başka güç merkezleri yokmuş gibi veya sanki Batı, 1990’larda olduğu üzere, halen insanlığın kaderinin efendisi olmayı iddia ediyormuş gibi izlenim oluşmasını tuhaf buluyorum. Pratik siyasetteki bazı Batılı ortaklarımız son 20 yıl zarfında dünyada gerçekleşen büyük kaymaları, özellikle iktisâdi gelişimi, mâli gücü ve siyasi nüfuzu olan güç merkezlerinin yükselişini görmemiş gibi durmaktadırlar. Şuna inanıyorum ki Avrupa-Atlantik bölgesinde karşılaşmacı hissiyatın kamçılanması, siyaseten savunulamaz bir yoldur, hiçbir yere varmayacaktır. Her halükarda, bu bizim seçimimiz değildir.
Bugünün güncel meselelerinden biri de Rus savunma yeteneklerinin güçlendirilmesinin olurluğudur. Benim görüşüme göre, etrafımızdaki çalkantılı dünyada bunun sırf bir statü değil bir gereklilik de olduğuna şüphe yoktur zira ülke güvenliğinin güvenilir bir şekilde garantiye alınmasının tek yoludur.
Uluslararası ilişkilerde askeri güç faktörü son zamanlarda çokça konuşulur oldu. Güya bu faktörün rolü, 1990’lardaki değişimlerden sonra azalmış olacaktı ama mevcut tarihi dönemde arttığını görüyoruz. Rusya’nın kalkınmasının optimal yollarıyla ilgili öngörülerimizin ancak ve ancak uluslararası istikrar korunduğu takdirde anlamı olduğunu defalarca söyledik. Bu tezi kabul ettiğimizde, uluslararası ilişkilerde gerilim unsurlarının birikmesi endişeyi artırmaktan başka bir işe yaramaz. Bu esnada, uluslararası çatışmaların sayısının ve yoğunluğunun gösterdiği üzere, gerilimler artıyor.
BM Güvenlik Konseyi’nin onayı olmaksızın, diğer ülkelerin iç işlerine yabancı askeri müdahalelerden nelerin doğacağını biliyoruz. Libya modelini emsal kılma teşebbüslerine şahit oluyoruz. Meselenin bir başka cihetine değinmek istiyorum: Ekonomik krizler sırasında, problemleri çözmek için askeri gücün cazibesine kapılmak mümkündür. Bir askeri çatışma zaten kullanıldı; ve durumu karıştırmak, yeni öncelikler belirlemek veya verilmiş taahhütleri ortadan kaldırmak için gelecekte tekrar kullanılabilir.
Yumuşak güce gelince, ülkelerin uluslararası nüfuzunun ana unsurlarından biri olduğu açıktır. Rusya’nın bu bakımdan diğer ülkelerin gerisinde kaldığını inkâr edemeyiz. Rus dünyası, Rusya’nın itibarını küre çapında güçlendirmeye yardım edebilecek muazzam bir kaynaktır. Bunu korumak ve geliştirmek için faal olarak her gün çalışmalıyız. Bu kaynağı işletmek için ciddi planlar yapılmalıdır. Sadece Rus dilini ve Rus kültürünü yaymakla kalmayıp insanların Rusya’da öğrenim görmesi için fırsatları artırmak da önemlidir. Dışişleri Bakanlığı bu konularda Rossotrudnichestvo ile faal halde işbirliği yapmaktadır.
Rusya’nın dünya enformasyon alanındaki payı da henüz büyük değil gerçekten. Ancak ilk birkaç adım atıldı. The Russia Today ve Rusiya al-Yaum kanalları başarılı projeler olduklarını ispatladır. Russia Today, İngiltere’de üçüncü en popüler haber kanalı haline geldi. İnternet dâhil modern teknolojiler bilgi akışını daha demokratik kılıyor. Bunları daha faal kullanmalıyız.
Kaynak: Russia in Global Affairs / Konuşma metnidir.
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın
Dünya Bülteni / 31.01.13