Sevgili Ebru, Selçuk Kozağaçlı, Hüseyin Yüksel Biçen ile sömürü ve baskıya karşı mücadelenin öznesi olan başka avukatlarla tanışmıştım. 2000 Ölüm orucunun öznelerinden biri olarak seninle hiç karşılaşmadım. Ama sana dair bir şey yazmak için fiziki olarak tanışmak gerekmiyor. Tanışmamış olmak, Aytaç ile birlikte "adil yargılanma" talebiyle ölüm orucu direnişine başlamış olan sizlere dair duygu ve düşüncelerimi ifade etmenin önünde bir engel değil.
Sevgili Ebru, Aytaç'la birlikte adil yargılanabilmek için sonu fiziken ölüm olabilecek bir yolculuğa çıktınız. En koyusunda adaletsizliği bizzat yaşamıştınız. Adaletsizliğin hüküm sürdüğü bu ülkede susmadınız, adaletin peşinden koşmayı onurlu bir görev olarak omuzladınız.
‘Biz kimiz’ sorusuna verdiğin yanıt açık ve netti: “Biz ikimiz avukatız ve bundan sonra da avukatlık yapmaya devam etmek istiyoruz. Ölüm orucunu, ‘savunmanın’ bir devamı olarak görüyoruz. Talebimiz en genel anlamda ‘adalet’tir. Öncelikle genel taleplerimizi yayınladık. Kaç madde olursa olsun özeti, ‘çevreye, düzene, insana adaletin hâkim olması’dır. Meslek yaşamımız boyunca ‘adalet için’ mücadele ettik.”
“Çevreye, düzene, insana adaletin hâkim olması” için ölüm orucuna başladınız.
Adalet için gerekirse ölümsüzler kervanına katılacaktınız. Ölüm orucu sizin için savunma hakkının can pahasına savunulmasıydı. Ölüm orucu, sömürü ve adaletsizlik üzerine kurulu düzene karşı ördüğünüz barikattı. Ölüm orucu, işçi ve emekçileri adalet mücadelesine katılmaya çağıran iradenizin yalın biçimiydi.
Gözaltı ve uzun süreli tutukluluğun ardından çıktığınız ilk duruşmada tahliye edilmiştiniz. Sonrasında ‘adalet inancı’ yerle bir edildi. Tahliye kararı veren mahkeme heyeti görevden alınıp yenisi atandı. Atanan heyet jet hızıyla yeniden tutuklanmanız için karar verdi.
Tutuklama kararını veren heyet tüm hukuksal süreçleri göz ardı etti. Bir ‘gizli tanığın’ ifadesi gerekçe gösterilerek sizleri bir kez daha zindana kapattılar. Daha sonra yurtdışına kaçan ‘gizli tanık’, verdiği ifadelerin hiçbirinin doğru olmadığını açıkladı. Ancak buna rağmen adalet yerini bulmadı. Tersine, geçerli yasalar hiçe sayılarak zindanda tutuldunuz.
Sen ve Aytaç işçi ve emekçilerin kurtuluş mücadelesinin öznesi olan devrimcileri, ezilenleri savunmayı sürdürmek için her şeyi göze almıştınız. Ölümden değil, ezilenlerin avukatlığını yapamamaktan korkuyordunuz. Adalet için gerektiğinde fiziken ölümü göze alma inancını kuşandınız.
Kuşkusuz ölüm orucuna giderken yükselttiğiniz "adil yargılanma" talebi kabul edilebilirdi. Ölüm orucu yürüyüşünüz böylece son bulabilirdi. Oysa sermayeyi koruyan iktidarın efendileri sesinizi duymadılar. Aksine adaletsizlik vakalarına yeni halkalar eklediler. Adli Tıp Kurumu'nun "cezaevinde kalmaları hayati tehlikeye yol açar" raporunu hiçe sayan mahkeme, tahliye kararı vermedi.
Tahliye kararı verilseydi doğduğun topraklara koşacaktın Ebru! "Tahliye olursam ilk olarak toprağım Dersim'e gideceğim. Oraya gitmeden iyileşemem" demiştin. Tahliye kararı vermeyerek, özlemini duyduğun topraklara hasret bıraktılar seni.
Ebru, fiziken ölümüne gerekçe aramada yandaş medya rolünü oynadı. Seni kriminalize etmek için başlıklar attılar. Kesinleşmiş mahkeme kararı yok! Yargı süreci tamamlanmamış! Buna rağmen, iğrençlikte sınır tanımayan bu kokuşmuş medya yalan ve asparagas haberler yaparak sizleri işçi ve emekçiler nezdinde ‘suçlu’ göstermeye çalıştılar. Sizleri ‘örgüt avukatı’ ilan ettiler. İnsani duyarlılıkla açıklamalar yapan muhalifleri "terör" yandaşı olmakla itham edecek kadar alçaldılar.
Kapitalizm, her şeyin alınıp satıldığı kokuşmuş bir düzendir. ‘Paran kadar avukatlık’ anlayışı egemendir. Her şey kâr uğruna yerle bir edilebilir. Doğa kâr uğruna yağmalanır. Toplum sonsuz acılar içine itilir. Kirlilik emekçileri kuşatır. İşçi sınıfı korona koşullarında çalışmaya mahkum edilir. Alınmayan önlemler nedeniyle 301 madenci yaşamını yitirir. Bireycilik kutsanır...
Ölüme ayarlı çark neden döndürüldü? Çünkü sen ve emekçilerin davasını savunan avukatların duruşu, egemenleri rahatsız ediyordu. Her şeyin kâr uğruna yerle bir edildiği doğanın, toplumun sonsuz yıkımlara sürüklendiği, kapitalizmin bütün kirliliği ile insanları kuşattığı, gemisini kurtaran kaptandır anlayışının egemen olduğu bu sisteme, sermaye iktidarına inat “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz” inancını kuşandınız.
Ölüm çarkının dönmesi adaletsiz düzenin egemenleri için olmazsa olmazdı. Çünkü 301 işçinin katledildiği Soma davasında işçi ailelerinin avukatlığını gönüllü üstlenmiştiniz. Okmeydanı’nda ekmek almaya giderken öldürülen Berkin'in davasının takipçisiydiniz. Gezi direnişi nedeniyle yargılanan binlerce emekçinin avukatıydınız. Haksız ve hukuksuz bir şekilde KHK ile işine son verilen emekçilerin avukatıydınız. “İşimi geri istiyorum” haykırışıyla direnen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın davalarının avukatı ve açlık grevi süreçlerinin takipçisiydiniz.
Ebru, ölümsüzlük kervanına katıldığın gün yüzlerce emekçi İstanbul sokaklarındaydı. Tüm baskılara, gözaltılara rağmen seni omuzlarında taşıdılar. Orada emek verdiğiniz davalarda haksız, hukuksuz olarak yargılanan devrimciler vardı. Orada gönüllü üstlendiğin Soma katliamı davasında hak arayan işçi aileleri vardı. Orada Berkin'in, Dilek'in aileleri vardı. Orada şiddet gören kadınlar vardı. Orada geleceksizliğe mahkum edilmek istenen gençler vardı. Orada çok zor koşullarda gecekondularda yaşayan, hakları için hukuk mücadelesi verdiğin emekçiler vardı. Orada hak arama mücadelesine çıktığında yanı başında seni gören binler vardı.
Seni yaşatmak, işçi ve emekçilerin kurtulacağı sınıfsız, sömürüsüz bir dünya uğruna, aynı anlama gelmek üzere devrim ve sosyalizm için mücadele etmektir. Her daim işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluşu uğruna mücadelede yaşayacak ve yaşatılacaksın!
DİSK/Dev Yapı-İş Kayseri Bölge Temsilcisi Haydar Baran