2 Temmuz 1993 Sivas’ı unutma! Sivas’ta insanlık yakıldı!

O günkü gerici faşist zihniyetin temsilcileri, bugün KHK ve OHAL zulmü ile kamu emekçilerini işlerinden ediyor, KHK ve OHAL’e karşı direnenleri tutuklayıp hapse kapatıyorlar. İşçileri, emekçileri açlığa ve sefalete sürüklüyor, çalışma koşullarını her geçen gün ağırlaştırıyor, çalışma sürelerini arttırıyor, ücretleri düşürüyorlar. Kiralık işçi büroları kuranlar, taşeronluğu yaygınlaştıran onlardır. Şimdi de zorunlu BES yasasıyla karşımıza çıkıyor, kıdem tazminatı hakkımıza dahi göz dikiyorlar. Artan zam ve vergilerle ücretlerimizin gün geçtikçe erimesine sebep oluyor, krizin faturasını bize ödetmek için çırpınıyorlar. Bu zihniyetin sahipleri bugün kadın ve çocuklara yönelik şiddet, taciz ve tecavüzü meşrulaştıracak açıklamalar yapıyor, suçluları aklıyor, bir kerden bir şey olmaz diyebiliyorlar.

  • Mücadele postası
  • |
  • Güncel
  • |
  • 02 Temmuz 2019
  • 11:39
ikon

Sömürü üzerine kurulu kapitalist düzenin temsilcileri, düzeni ayakta tutmanın bir yolu olarak, işçi ve emekçileri bölüp parçalamak için tarih boyunca kanlı provokasyonlar tertiplemişler, katliamlar gerçekleştirmişler, pek çok kez halkları birbirine kırdırmışlardır. 2 Temmuz 1993 yılında yaşanan da böylesi bir katliamdır.

O yıl Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin çağrısıyla Pir Sultan Abdal etkinliklerinin 4.sünü düzenlemek için Sivas’a gidenler, 1 Temmuz’da etkinlikler düzenleyip, coşkuyla kutlamalar yaptılar. 2 Temmuz 1993’te, ilericilerin, aydınların, yazarların bulundukları otel gerici güruhlar tarafından ateşe verildi ve 2’si otel çalışanı olmak üzere 35 can diri diri yakıldı. İnsanların diri diri yakıldığı katliam, otel çevresinde biriken kalabalık tarafından alkışlarla izlendi.

Katliam günler öncesinden planlanmıştı. Milli Görüş Vakfı’nın öncülüğünde Sivas’a gericiler yığınak yapmış, halkı Pir Sultan şenliklerine katılanlara karşı galeyana getirerek provokasyon hazırlanmıştı. Aziz Nesin başta olmak üzere şenlik katılımcılarına saldıran bildiriler iki gün öncesinden dağıtılarak, bunlar Müslüman değil denilerek hedef gösterilmişti. Yaşananlardan belediye başkanından valisine, jandarmasından hükümetine kadar tüm sermaye iktidarı sorumluydu.

Sermaye devletinin Dersim, Maraş, Çorum diye süregelen katliamcı geleneği 2 Temmuz’la kalmadı. Diyarbakır, Ulucanlar, 19 Aralık, Roboski, Suruç, 19 Ekim Ankara Garı, Sur, Nusaybin vb. gibi çok sayıda katliamla devam etti. Bunun arkasında dolaysız olarak sermaye devletinin, Alevileri, Kürt halkını, azınlıkları yok sayan, imha ve inkara dayalı politikası var.

Buna rağmen seçim dönemlerinde düzen partileri, vaatler ve sözde açılımlarla göz boyayarak, bu kesimlerden oy isteyebiliyorlar. Oysa ezilen halklar, mezhepler ve azınlıklar hiçbir düzen partisinin umurunda değildir. Nitekim düzen güçleri ihtiyaç hasıl olduğunda Kürt-Türk, Alevi-Sünni ayrımlarını işçi ve emekçileri birbirlerine karşı kışkırtmak için bol keseden kullanıyorlar. Örneğin egemenler cemevlerine hakaretlerde bulunuyor, Alevilerin kültürlerini-inançlarını yok sayıyorlar. Yıllardır Kürt halkına karşı yürüttükleri imha ve inkar politikalarıyla kardeşi kardeşe kırdırdılar. Kürt ve Türk emekçiler arasına şovenizm zehrini akıttılar. Her eşitlik çığlığını gözaltı, tutuklama, baskı ve zor kullanarak susturmaya çalıştılar.

O gün Sivas’ta Pir Sultan Abdal’ın heykelini yerlerde sürükleyenler, Maraş, Çorum ve Gazi’de Alevi katledenler aynı zihniyetin taşıyıcılarıydı. Aynı karanlık ve gerici zihniyet bugün işçilere, emekçilere, Kürt ulusuna, kadınlara, çocuklara saldırmaya, baskı uygulamaya devam ediyor.

O günkü gerici faşist zihniyetin temsilcileri, bugün KHK ve OHAL zulmü ile kamu emekçilerini işlerinden ediyor, KHK ve OHAL’e karşı direnenleri tutuklayıp hapse kapatıyorlar. İşçileri, emekçileri açlığa ve sefalete sürüklüyor, çalışma koşullarını her geçen gün ağırlaştırıyor, çalışma sürelerini arttırıyor, ücretleri düşürüyorlar. Kiralık işçi büroları kuranlar, taşeronluğu yaygınlaştıran onlardır. Şimdi de zorunlu BES yasasıyla karşımıza çıkıyor, kıdem tazminatı hakkımıza dahi göz dikiyorlar. Artan zam ve vergilerle ücretlerimizin gün geçtikçe erimesine sebep oluyor, krizin faturasını bize ödetmek için çırpınıyorlar. Bu zihniyetin sahipleri bugün kadın ve çocuklara yönelik şiddet, taciz ve tecavüzü meşrulaştıracak açıklamalar yapıyor, suçluları aklıyor, bir kerden bir şey olmaz diyebiliyorlar.

Sermaye sınıfı, sömürdüğü ve baskı altında tuttuğu emekçilerin uyanmasından, düzenin yıkılmasından korkuyor. İşçi ve emekçilerin ayağa kalkmasını engellemek, kafalardaki korku duvarlarını büyütmek için her türlü kirli yöntemi devreye sokuyor. Katliamcı kontrgerilla çeteleri hala iş başındalar. Mezhepçiliğe karşı mücadele ancak işçilerin birliği, halkların kardeşliği ile mümkündür. “Diyanet’in dağıtılması, devletin dinsel kurumlara her türlü yardımına son verilmesi, gericilik yuvası tarikat ve cemaatlerin dağıtılması, mezhepsel ayrıcalıklara ve baskılara son verilmesi” gibi taleplerin tam olarak gerçekleşmesi ve inanç sömürüsünün son bulması ancak eşit, özgür, sömürünün olmadığı bir dünyada mümkündür.

Gelecekte yeni katliamlar yaşamamak, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya kurmak, haksız ve kirli savaşlara son vermek için sömürü üzerine kurulu sermaye düzenine ve onun temsilcilerine karşı mücadele etmeliyiz.

İzmir’den bir Kızıl Bayrak okuru