Bir yurt deneyimi

Sistemin bizlere hazırladığı, ayrıştırmak zorunda kaldığımız, aynı olmanın huzurlu olduğunu sandığımız zeminin getirdiği hal budur. Kafalarımızı bize dayatılan sistemden uzağa çevirdiğimiz an, bizi sarsan büyük huzursuzluk, sistemin yaratıcılarının eseridir.

  • Mücadele postası
  • |
  • Gençlik
  • |
  • 28 Temmuz 2019
  • 17:42
ikon

Öncelikle, hepimizin ortak dilinin sevgi, saygı ve anlayış olmasını dileyerek başlayacağım, başımdan geçen bir olayı anlatmaya. Okuduğum bölüm dolayısıyla Tekirdağ’da devlet yurdunda, altı kişilik odalarda kalan yüzlerce öğrenciden birisiyim. Kutu kadar bir odayı paylaştığım beş kadın arkadaşımın dünya görüşleri, değer yargıları epey farklı benden. Hepsi uzun denilecek süredir birbiriyle tanışan, İlahiyat Fakültesi öğrencileri.

Ben, fanatizmin her alanda tehlikeli olduğunu düşünürken, odaya ilk varışımda duvarlarda yazılı ayetlerden oda arkadaşlarımın tehlikeli bulduğum çizgide olduğunu fark etmiştim. Fakat uzun bir süre birbirimizin özel alanlarına (sadece bir ranza ile dikey ve epey dar bir dolap) saygımız ve güler yüzlerimiz sayesinde aynı odayı sorunsuz paylaşmıştık. Ta ki aralarından bir tanesi ile dünyaya bakış açılarımızı konuşana dek...

Elbette kendimi gizlemek istemedim. Benim onların doğrularına saygı duyuşum kadar onlar da bana saygı duymalıydılar. Söylediklerim ise fanatizme uzak oluşum, kadınların her alanda açık yüreklilikle var olmaları gerektiğini barındıran konuşmalar idi. Karşımdaki kadın arkadaşım ise beni ne kadar yargılamak istemese de, dürüst bir şekilde kendilerine benzemeyen birisi ile ilk kez karşılaştığını ve ne düşüneceğini dahi bilmediğini anlatmaya çalıştı telaşla. Ben de doğru olduğunu düşündüğüm birkaç cümle ile bu sohbeti sonlandırıp haftasonu boyunca tatile gitmiştim.

Aradan iki gün geçip, otobüsümden inip gece vakti odaya girdiğimde hepsi uyuyordu. Ben odaya girince arkadaşlardan bir tanesi büyük bir telaş ile uyanıp, diğerlerine defalarca seslenip, benim geldiğimi ve bu yüzden üzerlerini örtmelerini söyledi. Şaşırmıştım, odanın görünmeyen kısmında yerde eşyalarımı boşaltıyordum. Bir süre bu arkadaşın haykırarak hepsinin uyanıp üzerini örtmesini sağlamasını izledim. Daha sonra “Ne oluyor?” diye sorduğumda, “Aa, sen burada mıydın, iyi geceler” deyip uyumaya devam ettiler. Fakat o an kafamdan akıl yolu ile hiçbir cevap geçmedi elbette. Beni ne olarak görüyorlardı da uyurken bile yanımda örtünmeleri gerekiyordu?

Ertesi gün benimle konuşmak istediklerinde sorularımın cevabını almıştım. Eğer aynı dine mensup değilsem, mahrem düştüğümü ve her zaman yanımda örtünmeleri gerektiğini söylediler. Şaşkınlık ve birkaç olumlama cümlesi ile geçiştirdim. Bir süre ailemin yanına gidip geri döndüğümde yavaş yavaş eski salaşlığı yanımda yakalamaya başladılar. Her güleryüz ve dostane yaklaşımımdan, kendimi güzel ve cesurca ifade edişimden, bana duymaları gereken saygıyı kazanmıştım.

Fakat ya ben de karşı fanatik olsaydım? Diyeceğim o ki sistemin bizlere hazırladığı, ayrıştırmak zorunda kaldığımız, aynı olmanın huzurlu olduğunu sandığımız zeminin getirdiği hal budur. Kafalarımızı bize dayatılan sistemden uzağa çevirdiğimiz an, bizi sarsan büyük huzursuzluk, sistemin yaratıcılarının eseridir. Kitap okumaktan çekinen, kitapları içeriklere bölen, baktıkları pencereleri genişletmelerine sebep olacağını düşündükleri vakit, kitabı zihni ve bedeninden çok uzakta bir yere atan epey insan mevcut maalesef. Bilmeliler ki, okudukları vakit ulaşacaklarını düşündükleri huzursuzluk, onlara okumadıkları belirsiz ve kanıksanmış hayatlarından daha büyük bir umudu, huzuru vadediyor. Hepinize güzel yarınlar ve umut vadeden unsurların yakınlarınızda bulunmasını dilerim.

Bir üniversite öğrencisi