Öğrencilerin üniversite yaşamında karşılaştıkları en büyük güçlüklerden biri barınma sorunudur. İşçi ve emekçi kesimin çocukları genel olarak devlet yurtlarına başvurur.
Bir zamanlar devlet yurtları yaygınken, şimdilerde yarı özel yurtlar ön plana çıkarılıyor. Birçok ilde tüm devlet yurtları kapatıldıktan sonra 3500-4000 kapasiteli yarı özel yurtlar açılıyor. Yarı özel yurtlarda ise her yeni sene yurt paralarına ve yemekhanedeki yemek paralarına zam geliyor. Güya öğrenci burs/kredilerine aynı oranla zam geliyor. Öğrenci için çok da değişen bir şey olmuyor, sadece eline daha yüksek sayılı para geçiyor ama alır almaz da gidiyor. Bu yılla beraber yarı özel yurtlar tamamen özelleştirilmeye çalışılıyor. Çamaşırhaneler de paralı hale getirildi. Her yıkama başına kurutma ile beraber 15 TL alınıyor. Bir öğrenci için çok yüksek bir para. İnternet de paralı hale getiriliyor. Bunların dışında yurtların bakımsız ve yetersiz olduğunu da vurgulamak gerekir. Örneğin Çankırı’da bir kadın yurdunda asansör 7. kattan düştü ve 11 öğrenci yaralı olarak kurtuldu. Birçok defa asansör kazaları, asansörlerde kalma durumu oluyor.
Yemek paralarının artışına karşın yemek kalitesi ve miktarı orantılı şekilde azalıyor. Devlet ve yarı özel yurtlarda bu yemekhane sorunları çokça yaşanıyor. Muş’ta bir kadın yurdunda öğrenciler “Açız” isyanı çıkardı yakın zamanda. Aynı yurtta sıcak su da verilmiyor. Neredeyse her yurtta bu eksiklikler ve ihmalkârlıklar büyük sorunlara yol açıyor.
Güvenli bir alan diye lanse edilen yurtlarda birçok defa taciz, bıçaklı saldırı vb. olaylar yaşandı. En yeni haberse Zonguldak’tan geldi. Zonguldak’ta bulunan bir kadın yurdunda bir hafta içerisinde iki kadın öğrenci kaçırıldı. Yurda giden yol tenha olduğu için oradan yürüyerek geçen kadınların can güvenliği yok. Güvenliğin sağlanmaması üzerine eylem yapan öğrencilere yurt müdürünün cevabı; “Ne yaptılar da kaçırıldılar” oldu. Düzenin gerici ağzı ile yine kadını suçlayan, “hak ettiğini” söyleyen zihniyet kendini bir kez daha göstermiş oldu.
Bütün bu sorunların nedeni, Antalya KYK şube müdürü Süleyman Dinç’in öğrencilere söylediği şu sözlerde gizlidir: “Bu yurda girerken, gelir durumunuza göre geldiniz. Burada bana ahkâm kesmeyin. Herkesin gelir durumu minimizeydi, öyle geldi. 3’te 1’inize yakını burslusunuz.” Evet, gelir durumu iyi olmayanlar, yani asgari ücret ile geçinmeye çalışan işçi ve emekçilerin çocukları sorunlarını dile getirirlerse ahkâm kesiyor oluyorlar. Burs alıyor olmak her türlü duruma gözünü yummak demek oluyor. Parası olmayan, inşaat halindeki yurtlarda kalabilir ancak. Aslında paran yoksa okuma diyor bu sistem. Çünkü sadece barınma değil, okul kitapları ve ulaşım da paralı.
Türk sermaye devleti işçi ve emekçilerin çocuklarını okutmayı üstünde bir külfet olarak görüyor ama aynı zamanda en yüksek vergi oranı yine işçi ve emekçiden alınıyor. Peki, neden eğitime gerçek anlamda bütçe ayırmıyor? Niçin ihtiyacı olan herkese burs vermiyor? Ya da yurtların da özelleştirilmesine ön ayak oluyor? Bu sorunlar sermaye düzeninden bağımsız değil. Sorunların kaynağı, her şeyin değerinin kâr olduğu kapitalist sistemin kendisidir. Bugün sermaye devleti içeride ve dışarıda savaşı büyütüyor ve eğitime ayırması gereken bütçeyi savaşa yatırıyor. Bunun bedelini birinci elden işçiler, emekçiler ve öğrenciler ödüyor.
Yurtlar sorununa da bu şekilde bakmak gerekiyor. Çünkü çözümü ancak bu şekilde ortaya koyabiliriz. Öğrenciler tepkilerini dile getirip belki bir iki kazanım elde edebilirler ama gördüğümüz üzere bunlar kalıcı olmuyor. Ne zaman kapitalist sistem bir krize giriyor ilk olarak bu küçük kazanımlara saldırıyor. Barınma sorunu tartışmasız çok önemlidir. Asıl talep barınma ihtiyacının ücretsiz karşılanması ya da cüzi miktarda para ile karşılanması olmalıdır.
Mersin’den bir Kızıl Bayrak okuru