İşçi ve emekçilerin, tüm toplumun artan enflasyon ve hayat pahalılığı, işsizlik gibi bir dizi sorunla boğuştuğu bu dönemde metal işkolunda TİS görüşmeleri devam ediyor. Bu sözleşme sürecinde metal işçilerine dayatılacak kölelik koşullarının belirlenmesi, sınıfa yönelik toplam saldırıların planlanması noktasında önemli bir yerde duruyor.
Metal işçisi, genel anlamda gözlemlendiğinde, bu dönem alınacak zam oranına kilitlenmiş durumda. Oysa ki bu sözleşme döneminde alınacak zam dışında, MESS’in bir dizi saldırısı gündemde. Esnek çalışmanın fiili olarak uygulanan biçimlerinin sözleşmeye dahil edilmesi, deneme süresinin 2 aydan 4 aya çıkarılması, telafi çalışma düzenlemelerinin sözleşmeye eklenmesi, çalışılmayan günlerin ikramiyeden kesilmesi, denkleştirme süresinin 2 aydan 4 aya çıkarılması, “hafif işlerde çalışılabilir” raporu alan işçinin kendisine gösterilen bölümde çalışmak istememesi durumda iş akdinin otomatik feshedilmesi ve daha bir dizi saldırı önümüzde duruyor. MESS’in daha kapsamlı bir biçimde ortaya koyduğu saldırılar ücret zammı tartışmaları ile silikleştiriliyor. Yaşanan silikleşme bu saldırıların işçiler tarafından da göz ardı edilmesine neden oluyor. Evet, yaşamın ekonomik anlamda dayattığı gerçekler işçiler açısından zam oranını önemli kılıyor. Ama metal işçisinin bu saldırılarla göz ardı ettiği, kendi geleceği oluyor. Ücret zammına endekslenen bir TİS süreci toplam olarak metal işçisine kaybettirdi, kaybettirecektir.
Bugün, fabrikaların gerçek anlamda birer sömürü cehennemine dönüşmesinde, geçmiş dönem TİS’lerde ücret zammına dayalı bakışın büyük payı var. Metal sanayicilerinin kendi ağızlarında yaptıkları verimlilik açıklamalarında, genel olarak üretimde verimliliğin %30 oranında arttığı ifade ediliyor. Metal patronları verimliliğe (daha fazla sömürüye) işçileri atarak, daha az işçi ile daha çok üreterek ulaştı. TM çetesinin “yüz yılın sözleşmesinde” aldığı %26’lık zam genel olarak fabrikalarda kabul gördü. Buna bir de işçileri bölüp parçalamak için kullanılan kıdem zammı eklenince herkes sessizliğe büründü. Metal işçisi böylece geleceğini bir kenara bırakıp, günlük kazancı ile yetindi.
Peki, imzalanan “yüzyılın sözleşmesinin” ardından metal patronları ne yaptı? İlk önce uzun yıllardır fabrikalarda çalışan eski işçilerden kurtulmaya başladılar. Eski işçiler parça parça işten çıkartıldı. Patron kesimi böylece hem eski işçinin ücret yükünden kurtuldu hem de onların mücadele birikiminden. İşten atma saldırısında kriz var bahanesine sarılarak, üretim daralması var diyerek hareket etti. Kimi yerlerde bir bahaneye bile sarılmadı, zaten ses çıkaran yoktu.
İşten atmaların olduğu Hema, BSH, Arçelik gibi fabrikalardan sözleşmeli işçilerin işten çıkartıldığı Renault’a, üretime kimi dönem 2 vardiya biçiminde devam eden Tofaş’a tüm patronlar istedikleri üretim istatistiklerine ulaştılar. Yani buralarda daha az işçi ile daha fazla üretim yapıldı. Bunun adını da artan üretim verimliliği koydular. Metal işçisinin bu yaşadığı, sadece daha verimli biçimde yoğun sömürüsüdür. Metal patronları böylece kalıcı bir biçimde sömürüyü ağırlaştırdı. Çerkezköy Arçelik televizyon fabrikasında üretim adetleri kademeli olarak artırıldı. İşçiler bunun sonucunda dün imkansız dedikleri adetleri çıkarır oldular. Renault’ta işin yoğunluğuna göre bant hızının biraz artırılmasıyla daha çok üretir hale gelindi.
Geriye bakıp, sevinilen %26 oranında zamlı “yüzyılın sözleşmesini” bu yoğun sömürü ışığında bir kez daha düşünmek gerek. Metal patronu kaşık ile verdiği zammı kazanı büyüterek almayı bildi. Metal işçileri de sınırlı bilinç ve örgütlülük düzeyleri ile bu ağır sömürü koşullarına birkaç kuruş fazla almak için katlanıyorlar. Para gelsin, evime ekmek götüreyim de gerisi teferruat düşüncesi ile hareket ediliyor. Geçen dönem %26’lık zam alındı da metal işçisinin hayatı mı kurtuldu? TM çetesi şefi Pevrul Kavlak televizyon ekranlarında açıklıyor, artan enflasyon karşısında zamlar eridi diyor. Çete lideri buna ayrıca, alınan enflasyon zammının vergi dilimine girilmesi nedeniyle %5-6 arasında vergiye gittiğini ekliyor.
İşçiler alınan ya da alınacak zamları düşünürken, patronlar kriz koşulları altında dünyada rekabet koşullarını konuşuyorlar. Metal patronları rekabet koşullarında avantajlı olmak için esnek çalışma koşullarının oturtulmasını ve yaygınlaştırılmasını planlıyorlar. Esnek çalışma gerek yaşam gerekse çalışma koşullarının daha da ağırlaşması demektir. MESS’in esnek çalışma koşulları üzerinden dayatmaları, emeğin korunması açısından en az ücret zammı kadar önemlidir. Yine patronların dünya pazarında rekabeti zorlaştırdığını düşündükleri sözleşme süresi de 3 yıllık yapılmak isteniyor. Hatta patronların uzun vadede planı, sözleşmenin 5 yıllık yapılması. Patronlar sınıfı uzun süreli sözleşmelerle, uzun süreli kölelik dayatmanın peşinde.
Nereden bakılırsa bakılsın, toplam tablo içerisinde metal patronları, sözleşme masalarında kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda en ağır koşulları dayatıyorlar.
Peki, bu masada işçinin mücadeleci gücüne güven, metal işçisini omuz omuza mücadele ile kazanıma götürecek bir güç var mı? Görünen odur ki gerçek anlamda işçiyi temsilen kimse yok. Her dönem patronlara “önce kazandıracağız, sonra kazanacağız” sözü veren, “örgütlü olduğumuz yerlerde patronun kârı artıyor” diyen, TİS süreçlerini özetlerken “idari maddeler geçer, zam teklifi verilir, kabul görmez, biz grev deriz, sonra masada sorunu çözeriz” diyen TM çetesi mi kazanıma götürecek? Ya da patronun işten atma saldırısına karşı işçileri karalayan (çünkü bu işten atmalarda parmakları var), işçilerin istediği tazminat miktarının çok olduğunu söyleyerek patronun parasını düşünen, Birleşik Metal-İş Genel Merkezi önüne gelen işçilere saldıran BMİS yöneticileri mi metal işçisinin sorunlarına çare olacak? Etkisiz eleman olan Çelik-İş’e dair bir şey söylemeye gerek bile yok.
O zaman patronların yoğun saldırılarının gündemde olduğu ve sermaye savunuculuğu yapan sendika ağalarının hiçbir şey yapmayacağı bilinen bir durum iken, bu zorlu TİS sürecinde asıl sorumluluk yüzbinlerce metal işçisinin omuzlarındadır. Ya sözde metal işçisi adına masada olan bürokratların aldıkları kabul edilecek ya da metal işçisi başka bir yol mümkün diyerek, patron-sendikacı iş birliği ile dayatılan sözleşmeyi bir kenara atıp, hakkı olanı mücadele ederek, fiili-meşru yollarla alacak. Yoksa artan enflasyondan, dayanılmaz üretim baskısından, hayat pahalılığından ve ay sonunu getirememekten yakınmanın bir anlamı yok.
Hiçbir çaba ve mücadele ortaya koymadan kazanmak mümkün değil. Metal işçisinin grevlerle, direnişlerle ve mücadelelere dolu tarihi bunun en somut örneğidir. Şimdi metal işçisi sorunlarını çözmek için sorumluluk almalı ve mücadeleden kaçmamalı. Metal işçisi TİS sürecinde bu işin bir parçası olarak davranmalı ve sorumluluklarını yerine getirmeli. Metal işçilerinin mücadeleyi, direnişi büyütmekten başka bir şansı yok. Dünya halkları Şili’den Irak’a, Lübnan’dan İran’a daha bir dizi yerde açlığa, yoksulluğa, zamlara ve yolsuzluklara karşı ayaktalar. Onurlu bir yaşam için bedel ödemeyi göze alarak mücadele ediyorlar. Talepleri için kimseden dilenmiyor, mücadele ederek kazanmaya çalışıyorlar. Dilenenler değil, ancak direnenler kazanır!
Ali Haydar Karaçam
Tekirdağ Cezaevi 1 Nolu F Tipi