Metal fırtınasına giderken…

İhanetlerle, yengi ve yenilgilerle dolu bir tarihe sahip olan metal işçisinin fırtınalar şeklinde tarih sahnesine çıkmaları şaşırtıcı değildir. Tek sorun bu fırtınalara ne kadar hazır olup olunmadığıdır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 07 Mayıs 2020
  • 21:20

Bursa’da başlayarak, tüm Türkiye’ye yayılan ve on binlerce işçinin ortak talepler ekseninde direnişe katıldığı Metal fırtınasının 5. yılındayız. Metal fırtınasını anlayabilmek için, tarihsel arka planına bakabilmek gerekir. 

Türkiye işçisi sınıfı şahsında metal işçisi geçmişten günümüze mücadelenin lokomotifi olmuştur. Aynı zamanda metal sektörü de sermayenin ana omurgasından biridir.

1980 askeri faşist darbesi ile birlikte pekiştirilen işbirlikçi sendikal düzen, işçi sınıfının sırtında ağır bir kambura dönüştü. Darbe öncesi ana gövdesi DİSK'e bağlı Türkiye Maden-İş Sendikası’nda örgütlü olan metal işçileri darbecilerin eliyle bir gecede Türk Metal çetesine üye yapıldılar. Türk Metal'i çeteleşme süreci daha eskilere dayanır. Türk Metal çetesi daha 1970’li yıllarda gelişmekte olan işçi sınıfının fiili, meşru, militan hareketinin önünde derin devletin bir aygıtı olarak iş görmüştür. Ancak 70'li yılların koşulları Türk Metal çetesinin fabrikalarda kendisine zemin bulmasına izin vermiyordu. Metal işçisinin sınıf kimliği ve öfkesi Türk Metal anlayışı ile taban tabana zıt bir durumdaydı. Bu yolu düzlemek başka birtakım şeylerin hayata geçmesi ile olanaklı olabilirdi. İşte böylesi bir dönemde sermaye bir yandan 24 Ocak kararları olarak bilinen ve yaşanılan krizin faturasını bir kez daha işçilere ödetmek için planlar yapıyordu. Bu planlar Amerikan emperyalizminin yerli işbirlikçileri ile birlikte kurulan masada tezgahlandı.

Darbenin ardından, MESS'in başında yer alan Dünya Bankası'ndan gelme Turgut Özal darbe hükümetine bakan oldu. Darbeyi büyük bir sevinçle karşılayan patronların başındaki (TİSK Başkanı) Halit Narin, "bugüne kadar işçiler güldü, bundan sonra biz güleceğiz" diyerek darbecileri alkışlıyordu. Artık metal işçisi başta olmak üzere, Türkiye işçi sınıfı açısından esnek, alabildiğine örgütsüz ve taşeron işçiliğin önünün açıldığı sömürü dolu yıllar başlayacaktı.

İşçi sınıfının lokomotifi olan metal işçileri, Türk Metal çetesinin elinde zincire vurulmuş bir köleler ordusuna dönüştürüldü. Metal işçisinin sınıf bilinci köreltilerek yerine sınıf işbirliği anlayışı olan "kazandıracağız, kazanacağız" algısı yerleştirildi. Darbe ile birlikte geriye öncüsü büyük oranda biçilmiş, yok edilmiş bir işçi kuşağı kaldı.

Sermaye, askeri diktatörlük ile işçi sınıfını uzun yıllar örgütsüz ve güçsüz bıraktı. Yaratılan karanlık günler ile birlikte sermaye sömürü politikalarını ardı ardına uyguladı. Ancak bu karanlığı yırtan ışık Netaş işçileri oldu. 80 darbesi ile işçi sınıfına hançer sapladığını düşünenler yanılmıştı. Netaş işçileri 1986 yılında yaktıkları grev ateşi ile karanlığa meşale olup geleceği aydınlattılar. Ardından yaşanan 89 bahar eylemleri, işçi sınıfının darbeden itibaren yaşadığı hak kayıplarına ve azgın sömürü koşullarına karşı bir başkaldırıya dönüştü.  Zonguldak maden işçileri bahar eylemlerinin coşkusunu da arkasına alarak Ankara yürüyüşünü başlattı. Ancak sendikal ihanet şebekesi başta olmak üzere, sermaye iktidarı Mengen'de maden işçilerine barikat kurdu. Bu gerçek anlamda gelişip serpilmekte olan işçi sınıfının önünün kesilmesiydi. Maden işçilerinin zaferi tüm Türkiye işçi sınıfının zaferi olacaktı. Aynı şekilde kaybı da tüm işçi sınıfının kaybı oldu. Ardından Körfez savaşı bahane edilerek savaşın bütün faturası bir kez daha işçi ve emekçilere kesildi. Yüzbinlerce işçi işten atıldı. Böyle bir kıyım darbe sonrasında bile yaşanmamıştı. Sınıf hareketi Mengen barikatında asıl olarak işbirlikçi sendikal ağalık düzenine takıldı. Eğer o barikat aşılabilmiş olsaydı, Körfez savaşının işçi sınıfına ödettiği fatura bu kadar ağır olmazdı.

Fakat iktidar, sermaye ve işbirlikçileri ne yaparlarsa yapsınlar, fabrikaları kendi istedikleri gibi düzenleyemediler. Gülme sırası onlardaydı ama ellerinde dikensiz bir gül bahçesi yoktu. İşçi sınıfı ucuz iş gücü ve ağır çalışma şartları başta olmak üzere sömürüye karşı öfke biriktiriyordu. Sendikal ağalık düzeni işçilerin bu öfkesini boşaltmak için de zaman zaman Ankara mitingleri düzenliyordu. 

Metal işçileri de 80 sonrası satışlar ile sonuçlanan Toplu İş Sözleşmeleri’nde öfkesini içinde taşıyordu. Büyük çoğunluğu Türk Metal çetesinin denetiminde olan metal işçileri 1998 yılında buna “Artık yeter!” diyecekti. 98 Sözleşmesini başta Bursa'nın otomotiv fabrikalarında çalışan işçiler kabul etmedi. Ve bardak taştı. Metal işçileri iş durdurup fabrika önlerinde tepkilerini gösterdiler. Kitlesel olarak Türk Metal'den istifalar başladı. Metal işçileri DİSK Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye olmak için harekete geçtiler. Ancak metal patronları iktidarın gücünü de arkasına alarak gelişmekte olan hareketin önüne geçtiler. Birleşik Metal İş bürokratları gelişen bu hareketi kucaklayıp metal işçisinin önünü açmak yerine kapılarını kapattılar. Metal işçisi fırtınaya dönüşecek bu hareket içerisinde devrimci öncüsü ile buluşamadığı için hareketin önü kesilmiş oldu.

Türk Metal ise hareketi bastırmak için bilindik yalanlara vurdu. "Temsilcilerinizi seçeceksiniz, bundan sonra her şey farklı olacak" vb. vaatlerde bulundular. Ancak gerçekler hemen ortaya çıktı. Çok kısa bir zaman içerisinde vaatler unutuldu ve yerini işten atmalar aldı. Türk Metal eliyle işçi kıyımları yaşandı. İhanetçi sendikal anlayış çeşitli hile, zor ve baskı ile saltanatlarını daha da sağlamlaştırdılar.

Ancak Türk Metal saltanatı ne kadar devam ettirse de metal işçisinin yaşadığı sorunlar günbegün artıyordu. Türk Metal ve MESS sadece fırtınayı sonraki yıllara ötelemişlerdi. Bu fırtınanın açığa çıkması için 17 yıl beklenmesi gerekecekti. 98 eylemi, Bursa özelinde ama Türkiye metal işçisi şahsında kuşaktan kuşağa aktarılacaktı. Metal işçisi büyük kalkışmalar ve Türk Metal’den istifalar biçiminde olmasa da her fırsatta patronlara karşı mücadele yolunu tuttu. Sinter Metal ve Çelmer Çelik işgalleri başta olmak üzere, birçok direniş yaşandı. 2012 yılına gelindiğinde ise Bosch işçileri mücadele sahnesinde yerlerini aldılar. Türk Metal'in satış sözleşmesini tanınmayacağını ilan eden Bosch işçileri istifa süreci için mücadeleyi başlattılar. Eskişehir Arçelik işçileri de 7 kilometrelik bir yürüyüş yaparak sözleşmeyi protesto etmişlerdi. Aynı süreçte Renault işçileri de kendiliğinden gelişen öfke patlaması sonucu iş durdurmuştu. Hazırlıksız bir iş durdurma eyleminin sonucu ise büyük bir işçi kıyımı olmuştu. Bunu izleyen yıllarda, büyük bir halk hareketine dönüşen Haziran Direnişi başlamıştı. Akabinde, Greif işgali yaşanmış ve işçi sınıfının devrimci geleceği açısından sınıfa karşı sınıf tutumu ile birlikte “işgal, grev, direniş” şiarı fabrikalarda yankılanmıştı. 2015'te Birleşik Metal üyesi işçiler MESS'e yanıtını da bu şekilde vermeye çalışmış, ancak bir gün süren grevleri yasaklanmıştı. Bosch işçilerinin başlattığı mücadele ise Türk Metal'in ve arkasındaki iktidar gücünün ayak oyunları nedeniyle 2015 yılında işçilerin Türk Metal'e geri dönüşü ile sonuçlanmıştı. Türk Metal bir kez daha Bosch’ta yasal yetki almış, ancak fiili güç işçilerin elinde kalmıştı. Bu güç sayesinde kararlılık gösteren Bosch işçileri sözleşmeden kazanım ile çıkmıştı. Buraya kadarki süreç metal işçisinin fırtına öncesi birikimidir.  

İhanetlerle, yengi ve yenilgilerle dolu bir tarihe sahip olan metal işçisinin fırtınalar şeklinde tarih sahnesine çıkmaları şaşırtıcı değildir. Tek sorun bu fırtınalara ne kadar hazır olup olunmadığıdır. 

B. Ufuk