Metal Fırtına’dan öyküler - III

30 Ocak Cuma günü Gebze başka bir güne uyandı. Grev günüydü o gün. Patronlara işçi sınıfının gücünü gösterme günüydü.

  • Haber
  • |
  • Kültür-sanat
  • |
  • 29 Mart 2019
  • 08:01

Gebze’de havada grev ve ihanet kokusu var!

 

12 yıldır işçilik yapan ve 6 yıldır da Cengiz Makine’de çalışan Hasan’ın işçilik hayatının en zor günüydü bugün.

Ahmet’le birlikte ne güzel hayaller kurmuştu halbuki. Müdür bozuntusu Şahin beye “Hadi şimdi sen geç çalış da görelim” diyeceklerdi. İşçilerle konuşurken yüzüne bile bakmayan, işçileri bulduğu her fırsatta aşağılayan o müdür bozuntusuna göstereceklerdi gününü. Grev çadırında çekirdek çitlerken Şahin’e laf atacaklardı. Şahin olsan bu siparişler yetişmez diye bağıracaklardı. “Ahmet hadi biraz çabuk ol, tüm hat seni bekliyor” diye alay edeceklerdi.

Lanet olsun, tüm heyecanları bir gün sürdü. Yıllardır oy verdiği parti grevlerini yasakladı. Grev yasağını okuduğunda deliye dönmüştü. Nasıl olur da biz milli güvenliği tehdit ederiz diye düşündükçe, öfkesi daha fazla artıyordu.

Fabrikada koca gün hiçbir şey yapmadan oturmuştu. 4-12 vardiyasının da işbaşı yapmak istemediğini duyunca içini bir mutluluk kapladı. Sonra aklına sabah onlara zorla işbaşı yaptırtan pavyon fedaisi kılıklı sendika başkanı geldi. Bir anlık mutluluk yerini yine çöküntüye bıraktı.

Paydos edince kapı önünde o kararlı fedakâr insanları gördü. Bu sefer dağıtılan kâğıtlardan almadı. İçinden servise binmek de gelmedi. Soğuk da olsa Ahmet’le birlikte yürüyüp konuşmak iyi gelecekti.

El birliği ile işçilerin halayına engel olmuşlardı. Yolda yürürken kâğıt dağıtanlardan birinin yanlarına doğru yanaşmaya çalıştığını fark edince ikisi de sustu. Zeynel işçilerle konuşmak için peşlerinden gelmişti. Bu mücadele bu kadar kolay teslim olmamalıydı. Ancak ikisi birden susunca konuşmak gelmedi içinden. Biraz geriden işçilerle birlikte sessizliğin soğuğunda kafalar yerde yürümeye devam ettiler. Direniş ve satışın iç içe geçtiği 4 günü düşünerek Gebze İşçilerin Birliği Derneği’ne doğru yola koyuldu Zeynel.

Sınıf devrimcileri grevin ön günlerinde işçileri olası yasaklara karşı uyarmak için yoğun çaba harcıyorlardı. Bülten dağıtımı, afişler, yazılamalarla ön açıcı olmak ve politik olarak sürece müdahale etmek için gece gündüz çalışıyorlardı.

Kroman Çelik’te vardiya çıkışında yüksek sesle dağıtılan MİB Bülteni’ni alan iki işçi sohbet ederek servise doğru yürüyorlardı.

Talip bülteni karıştırdıktan sonra Temel’e baktı. “Ya arkadaş bunlarda da hiç usanma yok. Her ay fabrikanın kapısındalar. Nasıl bir azim var bunlarda” dedi. “Ne çıkarları var bilmem ki? Hem de onlara ne bizim grevimizden” diye sürdürdü konuşmasını. Sonra Temel’e sordu. “Ne dersin bu sözleşmede iyi zam alır mıyız?” Sendika temsilcisine okkalı bir küfür savurduktan sonra, “Alsak bile o Barış domuzdan bize sıra mı gelir” diye de ekledi.

Sonra yavaş yavaş servise bindiler. Sözleşme sürecinde olmalarından ötürü işçilerin bültene ilgisi çok yoğundu. Kapalı kapılar ardında ne konuşulduğu, nasıl pazarlıklar yapıldığı bilinmezken, MİB fabrika önlerinde grev gündemini, gelişmeleri ve sorumlulukları işçilere anlatıyordu. Doğru düzgün haber aldıkları tek adres MİB’di. Bu yanıyla işçilerin yoğun ilgisine konu oluyordu bu dağıtımlar.

Zeynel uzun yıllardır bildiri, bülten vb. dağıtımı yapıyordu. İşçi mücadelesinin hareketsiz olduğu süreçlerde rutine binen bildiri, bülten ve afiş faaliyetleri için etkisiz olduğu gibi düşüncelere kapıldığı olmuştu. Ama bu grev süreci bu noktadaki yanılgılarını göstermişti. Belki içerden komite zeminlerinde hareketi çok fazla etkileme olanakları çok azdı. Ama MİB bülteni ile fabrika ve mücadele gündemlerini tutuyorlardı. Tabiri uygunsa bülten etrafında birleşen sınıf devrimcileri metal işçileri ile yatıyor metal işçileri ile kalkıyordu. Adeta metal işçileri ile birlikte nefes alıyorlardı. Bu durum sürece müdahale etmek ve ona yön vermek açısından çok fazla kanal ve olanak ortaya çıkarıyordu.

Gebze’de ulaşmadık işçi kalmamıştı neredeyse. MİB bülteni işin bir yanıysa diğer yanı yerel olarak çıkarılan ve temel müdahale araçlarından biri olan işçi bülteni Grev’di. Beylikbağı, Çayırova, Akse Sapağı, Trafo Durağı, Yenimahalle, Feniş Köprüsü, Darıca; kısacası Gebze sınıf devrimcileri tarafından kuşatılmıştı.

Öyle ki uzlaşmacı sendika Birleşik Metal-İş sürecin politik hattını örerken bile komünistlerin ortaya koyduğu zemini dikkate alarak plan yapmak durumunda kalıyordu. Açıklamalarında kullandıkları dil bile yer yer benzeşiyordu. Grevin temel sloganı olan “İşgal, grev direniş!” sloganı bile bunu ispatlıyordu. 2008 krizinden bu yana komünistlerin devrimci işçi mücadelesinin ve örgütlenmesinin temel şiarıydı bu slogan. Bu süreç içindeki pratikleriyle de bunun altı doldurulmuştu. Bu sayede kitlelere mal etmeyi başarmışlardı.

Her biri ayrı ve özel bir anlatımının konusu olacak Çelmer İşgali, tersane işçilerinin mücadele deneyimleri, Ontex örgütlemesi ve direnişi ve nihayet devrimci sınıf mücadelesinin çıtasını belirleyen Greif İşgali dosta düşmana her şeyi gösterirken, sendika beylerini de istemeden de olsa bir etkinin içine alıyordu.

Başta Gebze’dekiler olmak üzere grup sözleşmesi kapsamında olan metal işçileri bu sefer her zamankinden daha kararlılardı. Ne de olsa geçen sözleşmede de Birleşik Metal-İş fotokopi sözleşmesine imza atmıştı. Bu sefer kaybetmek istemiyordu işçiler.

Türk Metal ve MESS’in temel belirleyen olduğu 2012-2014 sözleşmesinin zaferle sonuçlanabilmesi için son derece uygun bir zemin vardı. 2013 yılında Haziran ayında Türkiye tarihinin en kitlesel ve uzun toplumsal uyanışı yaşanmıştı. Kitleler siyasi iktidarın baskı ve sosyal yaşama dönük müdahalelerine kararlı bir karşı koyuşla başkaldırmıştı. Bir ay da olsa ülkede özgürlük ve direniş rüzgârları esmişti. Haziran Direnişi’nde kaçan fırsatlar denilince, Zeynel’in aklına hep 25 Mayıs 2013’te Birleşik Metal-İş’in “5 Haziran’da taleplerimiz kabul edilmezse greve çıkacağız” açıklaması gelir. Geldikçe de Birleşik Metal-İş ağalarına olan öfkesi daha da katlanır. 2013’ün 30 Mayıs gecesi Haziran Direnişi’nin genel kitlesine bakıp, yaşasın 5 Haziran’da da Türkiye işçi sınıfının lokomotif gücü metal işçileri grevleriyle bu mücadelenin bir parçası olacak diye geleceğe umutla baktığı günü hatırlar.

Halbuki ne güzel hayaller kurmuştu. Gezi hareketinin sınırları ve bileşenlerine bakıldığında, işçi sınıfı bu mücadeleye katılmadan hareketin daha ileri gitme şansı yoktu. Gericiliğin etkisi altındaki geniş işçi bölükleri kendiliğinden bu hareketin içine giremezdi. Ama Birleşik Metal-İş’in grev ilanı her şeyin rengini değiştirebilirdi. İşçi sınıfını bu rüzgârın içine katıp kapitalist düzenin çarkına çomak sokma fırsatının oluşması kaçınılmaz olurdu.

Ama umudu boşa çıkmıştı. 2012’de Bosch işçilerini yarı yolda bırakan Serdaroğlu ve avenesi 2013’te de 15 bin metal işçisini son derece uygun koşullar varken satmıştı.

Nereden bilinir belki de Zeynel’in bu düşündüklerini sendika bürokratları da düşündükleri içindir ki düzenin bekası hatırına girmediler grev sürecine.

Ama işçiler kararlı bir duruşla Birleşik Metal-İş’i greve sürüklediler. Greve giden yolda işçilerin mücadele arzusunu Eku’daki komite toplantıları esnasında dernek, çay ocağı ve meyhanelerde bizzat görme fırsatı bulmuştu Zeynel. Başta Cengiz Makine işçileri olmak üzere sabırsız bir işçi kitlesi vardı. O kış Gebze’de gericiliğin örgütlendiği çay ocaklarının baş gündemi toplu sözleşmeydi. Her köşe başında, servis durağında, çay ocağında, okey masalarında işçiler mücadeleye hazırlanıyorlardı.

Karmaşık duygular içindeydi işçiler. Kaygı ve ciddiyet iç içe geçmişti.

Yıllardır sömürü koşulları altında iki büklüm olanlar bu işe bir yerden dur demek gerektiğini biliyorlardı. Veya başka bir deyişle hayat buna zorunlu kılıyordu işçileri. Bu grevin buna hizmet ettiğini de biliyorlardı. Bu yanıyla ciddiyet doluydu işçiler.

Ama bir de işin diğer tarafı vardı. Kapitalist sömürü sistemi işçi kitlesinin öz güvenine ve kimliğine fabrikada her gün saldırıyor, orada derin yaralar açıyordu. Kendini böcek gibi görmeye başlayan işçilerde “acaba bu güçlü patronları dize getirebilir miyiz” endişesi vardı. AKP eli ile gericilik işçilerin tüm yaşamına sirayet etmişti. İşçilerin kulaklarına, “aman oyuna gelmeyin, birilerinin maşası olmayın, teröristlerle yan yana durmayın” diyordu fısıltı gazetesi. Bu gazetenin yazarları sanıldığı gibi sadece devlet ve cemaatler değildi. Temsilcisinden başkanına sendika ağaları da harıl harıl çalışıyordu burada. Kaygı da buradan besleniyordu.

Birleşik Metal-İş yönetimi işçilerin tabandan baskısına rağmen özenle ağzına grev kelimesini almıyordu. Ama yaşam kendi bildiğini okuyordu. Fabrikalarda yapılan uyarı eylemlerinde “İşgal, grev, direniş” temel slogan olmuştu. İşçilerin facebook sayfalarında yayınladıkları uyarı eylemlerini izlerken devrimci bir enerji kaplıyordu insanı.

Zeynel bu videoları izledikçe coşuyordu. Bosal işçileri ilk bakışta göze çarpıyordu. Gidip tek tek tebrik etmek bile istiyordu işçileri. Belki bunu yapamadı ama yoldaşları ile birlikte sapa ve ulaşımı zor olan fabrikanın kapısında bülteni işçilere ulaştırdılar. Bülten dağıtımında heyecanlanmıştı. Ne de olsa grev sürecinin ağır toplarının karşısına çıkmıştılar.

Birleşik Metal-İş’in tabanın basıncını azaltmak için Aralık ayının başında yaptığı uyarı mitingi yaşanacakların ipucunu veriyordu aslında. Gebze meydanında yapılan işçi mitinginde sendika ağası Adnan Serdaroğlu bol şiirli bir konuşma yapmaya gelmişti.

Nazım’ın kemikleri sızlıyordur diye düşündü Zeynel. İşçilerin komünist şair Nazım’ı sevecekleri varsa bile sırf şiirleri bu ağa takımının dillerinde dolaşıyor diye uzak dururlar dedi kendi kendine, Adnan’ı dinlerken.

Ama işler Adnan’ın istediği gibi gitmiyordu. İşçilerin grev, grev, grev diye haykırışları Adnan’ı bastırıyordu. İşçiler bastırdıkça Adnan daha bir kendinden geçiyordu şiirlerini okurken. Sonunda kazanan işçiler olmuş, şiirlerin akışını kesip, ağanın ağzından gerekirse greve çıkacağız lafı çıkmıştı. İşçiler zafer kazanmış ordu havasındaydılar Gebze çarşıya dağılırlarken.

Soğuk terler döken Adnan bu sefer işlerinin zor olduğunu anlamıştı.

Birleşik Metal-İş istemeyerek de olsa grevin peşinden sürükleniyordu. MİB’liler Gebze şube yöneticisi Cikcik Ali’ye grev yasaklanırsa ne yapacaksınız diye sorduğunda aslında her şeyin rengi belli olmuştu. Gayri ciddi ve gevşek bir tavırla biz onu düşünmüyoruz. Olursa o zaman bakarız dediğinde, yüzündeki pis ve hin ifade aslında 30 Ocak’ta olacakları ele veriyordu.

12 Eylül’den bu yana ilk defa ana sanayide bir otomotiv fabrikası greve çıkacaktı. Isuzu’ydu bu fabrika. Gebze’nin sömürü nişanı olan Kroman Çelik işçileri de grevde olacaktı. Genç işçilerin yoğun olduğu ve sendika bürokrasisinin henüz daha tam olarak yerleşemediği Cengiz Makine’de ise bir volkan fokurduyordu.

30 Ocak Cuma günü Gebze başka bir güne uyandı. Grev günüydü o gün. Patronlara işçi sınıfının gücünü gösterme günüydü. Fabrikalarda bir böcek gibi ezilen işçilerin biz aslında koca bir deviz dediği bir gündü. Nasırlı ellerin işçiler arasındaki her türlü farklılığı bir kenara koyup birlik yumruğunu sıktığı bir gündü o gün. İşçinin dostunu, düşmanını tanıdığı bir gündü o gün. Sermaye sınıfına korkuyu saldığı ve lakin ihaneti de gördüğü gündü o gün…

Y. Derviş