Kıdem tazminatının fona devri on yıllardır gündemde!
‘70’lerin ortasından itibaren dünya genelinde yaşanan ekonomik krizle beraber sermaye sınıfı işçi sınıfının kazanımlarını ortadan kaldırmak için neo-liberal saldırı politikalarını gündeme getirdi. Türkiye’de bu saldırıları hayata geçirmek için o dönemin mücadeleci işçi geleneğini ezmek için faşist askeri darbe devreye sokuldu. Grevler, direnişler yasaklandı, toplu tensikatlar ile öncü işçi kuşağı kırıldı, mücadeleci işçiler zindanlara atıldı. Ardından sınıfın mücadelelerle elde ettiği tüm kazanımları tek tek gasp edilmeye başlandı.
Bu saldırılardan biri de kıdem tazminatının fona devredilmesidir. Bu saldırı o dönem Vehbi Koç’un Kenan Evren’e yazdığı mektupta yer alan ilk istemlerinden biriydi. 1982’de TİSK’in (Türkiye İşverenler Sendika Konfederasyonu) yaptığı genel kurulda hayata geçirilmesi istenen saldırı listesinde de yer alıyordu. Ancak o dönem grev yasaklarının kapsamının genişletilmesinden sendikal hakların sınırlanmasına, emekli aylıkların düşürülmesinden işçilere sigorta primi ödeme zorunluluğuna kadar birçok saldırı geçirilmiş, ama kıdem tazminatının sadece kapsamı daraltılabilmişti.
O dönemden bu yana pek çok saldırıyı hayata geçiren sermaye devleti kıdem tazminatının gaspını da birçok kez gündeme getirdi. Son 18 yılda AKP iktidarının baskı ve gericilik politikaları ile sınıfın bilinç ve örgütlülük düzeyi daha da geriye düştüğü halde bu saldırı hayata geçirilemedi.
Esnek, kısmi, belirli iş sözleşmesi, taşeronlaşma gibi uygulamalar aynı zamanda işçilerin iş güvencesine dönük saldırılardır. Kıdem tazminatının fona devredilmesi ile işçi sınıfının güvencesiz çalışmasının önündeki son düzlük de aşılmak istenmektedir. Bunun için yıllardır farklı gerekçelerle bu saldırı gündemleştirilmektedir. Çünkü kıdem tazminatı sermaye için işçilerin rahatça işten çıkarılmasının en büyük engelidir. Ayrıca oluşturulacak bu fon derinleşen ekonomik kriz için yeni bir kaynak olarak kullanılmak istenmektedir.
Sermaye ve diktatörü için bu saldırı vazgeçilmezdir
AKP 2002’den beri kıdem tazminatının fona devredilmesini sürekli gündeme getirmektedir. AKP’li çalışma bakanlarının 18 yıl boyunca konuya ilişkin açıklamaları şöyledir:
İlk çalışma bakan Murat Başesgioğlu: “Kıdem tazminatı, işletmelerimiz ve çalışanlarımız açısından önemli bir problemdir.”
Faruk Çelik: “Fon dediğimiz şey … bir ay çalışanın da tazminatını alabilmesi ve güvenceli bireysel hesabına aylık tazminatının yatmasıdır.”
Ömer Dinçer: “Başlangıçta maliyetsiz bir finansman gibi görünen bu yapı zaman ilerledikçe işveren için maliyet ve finansman yükü oluşturmaktadır.”
Süleyman Soylu: “Bunu sağlayabilirsek kıdem tazminatının yükümlülüklerinden ve birikmesinden kaynaklanan o sorunlardan dolayı işverenler kara kara düşünmeyecekler... Kıdem tazminatı meselesi bizim hem ekonomik hem de sosyal açığımızdır. Bunu kapatmak da bir sosyal hukuk devletinin temel gereklerinden biridir.”
Mehmet Müezzinoğlu: “Davalar bu anlamda ciddi düzeyde. Yüzde 80 mağdur, hak edenlerin de neredeyse yarısı mahkemelerde davalık... İşverenle, çalışanla, sendikalarla kamuoyuyla paylaşacağımız süreci önümüzdeki 10 gün içinde netleştirmiş oluruz.”
Jülide Sarıeroğlu: “Kıdem tazminatı ile alakalı uzun yıllardır çalışmalar var. Uzlaşıyla ve suhuletle uygun bir modelin oluşturulması lazım.”
Şu an saray rejiminin çalışma bakanı Zehra Zümrüt Selçuk ise, “SGK bildirgelerini incelediğimiz zaman, kıdeme hak kazanarak işten çıkışı yapılan işçi sayısı yüzde 24 oranında. Yüzde 24 ne demek, yani her 4 işçimizden biri ancak kıdem tazminatı alabiliyor” diyerek, kıdemden her işçinin faydalanamadığını gerekçe göstererek saldırıyı kılıfına uydurmaya çalışmaktadır.
Kıdem tazminatının fona devredilmesi uluslararası sermayenin sözcülerinin de talebidir. IMF’nin Türkiye ile ilgili 2018 ve 2019 yılı raporlarında, “kıdem tazminatı ile ilgili reform şarttır” denilmektedir. “Reform” sözcüğü, esnek ve güvencesiz çalışmanın yaygınlaştırılmasını anlatmaktadır.
‘80 öncesinin pek çok kazanımı gasp edilirken, işçi sınıfı güçlü bir tepki ortaya koyamamıştır. Ancak kıdem tazminatı için aynı şeyi söylenemez. Pandemi sürecinde sınıf ya açlık ya ölüm ikileminde bırakılarak esnek ve güvencesiz çalışmanı birçok adımları atılırken, kıdem tazminatı gaspı gündeme geldiğinde işçi sınıfı sesini yükseltmeye başlamıştır. AKP iktidarı bu saldırıyı öyle kolay gerçekleştiremeyeceğini görmüştür.
Şimdilerde gündem soğutulmaya çalışılmaktadır. Saray rejimi sanki saldırıyı kendisi gündeme getirmemiş gibi, “aranızda uzlaşın, öyle gelin”, “bu şekliyle adım atmak, adil değil, doğru değil” gibi sözlerle işçilerin haklarını koruyormuş görüntüsü verme ihtiyacı hissetmiştir. Ancak sermaye ve diktatörü için bu saldırı vazgeçilmezdir.
Kıdem tazminatının Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi’ne devri için tarih Ocak 2022 olarak belirlenmiş, Ekim ayında mecliste gündeme getirileceği söylenmişti. Bu durum bile saldırının rafa kaldırılmadığının göstergesidir. Sadece işçi sınıfının ilerici öncü kesiminde oluşan öfke ve tepkinin dinmesi beklenmekte ve saldırıyı gündemleştirmek için uygun bir zemin aranmaktadır.
Dolayısıyla işçi sınıfı rehavete kapılmamalı ve güçlü bir hazırlığa girişmelidir. Bu süreçte DİSK ve bağlı sendikalar ile Türk-İş’in kimi sendikaları üretim alanlarında kısmi eylemler gerçekleştirmişlerdir. Ancak böylesine önemli bir saldırı kısmi eylemlerle püskürtülemez. Sendika bürokratları görev savma derdindedir. Sendikaların başındaki işbirlikçiler saldırının kendi koltuklarına zarar vermeden geçirilmesi için çalışmaktadır. Uzlaşmacı-icazetçi anlayışlar ise saldırıya karşı kısmi adımlar atmakta, altı boş keskin söylemlere başvurmaktadır. Ancak uzlaşmacı-icazetçi mücadele çizgisiyle bu saldırının geçmesi engellenemez.
Saldırı işçi sınıfını birleştirme dinamikleri taşıyor!
İşçi sınıfının bugüne kadar birçok saldırıyı püskürtememiş olması bir yılgınlık tablosu yaratmaktadır. Ancak kıdem tazminatı saldırısı işçi sınıfını birleştirebilecek, mücadeleye sevk edebilecek dinamikleri taşımaktadır. Burada öncü ve ilerici işçilere önemli sorumluluklar düşmektedir.
Öncü ve ilerici işçiler kıdem tazminatı saldırısının gündemden düşürülmeye çalışılmasına takılmadan bir an önce harekete geçmelidir. Sermaye ve iktidarın söylemleri ile neyi hedeflediği işçilere tüm açıklığıyla anlatılmalıdır. “Kıdem tazminatı kırmızı çizgimizdir, genel grev sebebidir” diyen sendika bürokratlarına tabandan baskı oluşturacak zeminler yaratılıp, bir an önce fabrikalarda “genel grev, genel direniş” çizgisine uygun hazırlıklar başlatılmalıdır.
Bu saldırı işçi sınıfına dönük diğer ekonomik-sosyal saldırılardan bağımsız değildir. Bu yüzden mücadele programı tüm saldırıları püskürtme hedefiyle oluşturulmalıdır. Fabrikalarda komiteler ve kurullar gibi taban örgütlenmelerinin oluşturulması büyük bir önem taşımaktadır. Ancak taban örgütlülükleri üzerinde yükselecek bir mücadele ve fiili meşru mücadele çizgisiyle sermaye sınıfının saldırıları ve sendika bürokratlarının işbirlikçi-ihanetçi manevraları püskürtülebilir.