İşgallerin, grevlerin, direnişlerin izinden ileri!

İçinden geçtiğimiz dönem 89 bahar eylemleri ile doruk noktasına çıkmış işçi hareketinin geri çekilme dönemidir. Hakların sırayla kaybedildiği yıllardır. Kaybedilen hakları geri almak ise yeni Kavel’ler yaratmakla, işçilerin ayağına sendikal bürokrasi tarafından vurulan prangalardan kurtulmakla mümkün olacaktır. Greif İşgali ve Metal Fırtınası çizilen bu yolun rotasını işaret etmektedir. Bu açıdan işçi sınıfının takip etmesi gereken çizgi belirsiz değildir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 31 Ocak 2020
  • 11:43

Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde öylesine önemli direnişler vardır ki, etkileri sadece o günle sınırlı kalmamıştır. Geleceğe de öğrenilmesi gereken dersler bırakmıştır. Bunlardan biri işçi sınıfına grev hakkını grev yaparak kazandıran 28 Ocak 1963 Kavel Grevi’dir. Diğeri ise 31 Ocak 1966 yılında yaşanmış olan Paşabahçe direnişidir. 31 Ocak 1969 tarihinde yaşanmış olan Sümerbank grevi de kitleselliği ve yaygınlığı ile sermaye devletine korku salmıştır. 

Birbirlerini takip eden bu grev ve direnişlerin her birinin ayrı bir önemi vardır. Bununla birlikte tümü sınıfın adım adım gelişim süreçlerini anlatmaktadır. Benzeri grev ve direnişler de dahil olmak üzere işçi sınıfının bu mücadelelerde edindiği birikim sadece bugüne değil, geleceğe de ışık tutmakta, yol açıcı olmaktadır.

İstinye’de bir fabrika; Kavel! 

Vehbi Koç sermayesinin Sarıyer’de kurulu olan Kavel Kablo Fabrikası’nda, Amerika’dan gelen genel müdürün göreve başlamasıyla işçiler üzerindeki baskılar artmıştı. Buna fazla mesai ve kıdem esasına göre verilen yıllık ikramiyelerin kaldırılması, işçi temsilcilerinin işten çıkarılması ve sendikadan istifa etmeleri yönündeki baskılar da eklenince işçilerin sabrı tükendi. Türk-İş’e bağlı Maden-İş Sendikası’na üye 170 işçi patronun bu saldırgan tutumunu protesto etmek için iş bırakarak tezgâh başına oturdular. İşçiler, fabrikanın kapılarını kaynaklayarak kendilerini içeri kilitlediler. Bir hafta içeride kalan işçiler, daha sonra seslerini duyurmak için dışarı çıktılar ve fabrikanın önüne çadır kurarak direnişe geçtiler. 4-5 Şubat günlerinde de eylemlerini sürdüren işçiler, fabrikada idari kadroda çalışan 40 kişiyi de fabrikaya sokmadılar. Bunun ardından yapılan görüşmelerde patron, protokol yapılmaksızın işçilerden işbaşı yapmalarını istedi. İşçiler, protokol olmadan çalışmayacaklarını belirterek bu teklifi reddetti. Bunun üzerine bildiri yayımlayan Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK), işçilerin anlaşmaya uymadığını, hukuk düzeni ve devlet otoritesine saygının sağlanamadığını ileri sürdü. Patronların talebiyle 14 Şubat’ta polis işçilere saldırdı. Saldırıda 9 işçi cop ve tabanca kabzasıyla yaralandı. Saldırı esnasında işçilere destek için fabrika önüne gelen İstinye halkı polisi protesto etti. Bu saldırıda ayrıca 29 işçi hakkında tutuklama kararı çıkarıldı.

Kavel’le büyüyen sınıf dayanışması

Kavel Direnişi gerek İstinyeli emekçilerden gerekse diğer işçilerden yaygın destek aldı. Sınıf dayanışması maddi destekle de devam etti. İşçiler dayanışmalarını göstermek için çeşitli eylemler yaptılar. Bu direnişte kadınlar da en ön saflardaydı. Kavel işçilerinin eşleri direnişte yerlerini aldılar, polisle karşı karşıya gelmekten çekinmediler. Daha da önemlisi Kavel Direniş’i Türk-İş içindeki çatlağı büyüttü. 27 Şubat’ta güney bölgesinde bulunan 23 sendika Türk-İş’in Kavel olaylarında olumsuz bir tutum aldığını belirterek konfederasyonla ilişkilerini kestiklerini açıkladılar. Türk-İş İcra Heyeti’nin Kavel’de pasif kalması, kendisinden bekleneni yerine getirememesi, işçilerin ekonomik ve sendikal haklarını koruyamaması ve patron zihniyetiyle hareket etmesi bu ayrışmanın gerekçeleriydi. 4. Bölge Temsilciliği’nde toplanan paranın Kavel işçilerine verilmesine, Güney Bölgesi İşçi Sendikaları Konseyi’nin oluşturulmasına karar verildi.

4 Mart’ta varılan anlaşma sonucu direniş sona erdi ancak sermaye sınıfı Kavel’in gücünü görmüştü. İntikam saldırısı Kavel Kablo Fabrikası’ndaki direnişin sona ermesinin ardından başladı. 12 işçi tutuklandı. 52 işçi ile ilgili 5 ayrı dava açıldı. 10 Haziran’da tutuklu 6 işçinin serbest bırakılmasından sonra işten atılmaları üzerine, fabrikanın kaplama dairesindeki 30 kadar işçi toplu halde tekrar iş bıraktı. Bu eylem nedeniyle duruma el koyan Sıkıyönetim, 6 işçiyi gözaltına aldı, 5’inin grev kışkırtıcısı olduğu ileri sürüldü.

Kavel Maddesi

Kavel Grevi, grev ve toplusözleşme yasalarının henüz çıkmadığı ve grevin yasak olduğu bir dönemde yapılmıştı. Kavel ile yeni bir dönem açıldı. İşçiler grev haklarını yasaya da yazdırdılar ve yasadan önce yapılan grev nedeniyle haklarında takibat yapılan işçilerin davalarının düşmesini sağladılar. Bu kanun tarihe Kavel Maddesi olarak geçti. İşçi sınıfı grev hakkını grev yaparak, direnerek kazandı.

Paşabahçe Grevi’nden DİSK’e

Dönemin Paşabahçe işçileri fabrikada yetkili olan Cam-İş Sendikası’nın kötü çalışma koşullarına sessiz kalmasına ve uzlaşmacı tavrına tepki duyuyor ve bunu yayınladıkları bildirilerle dile getiriyorlardı. Paşabahçe işçileri çok düşük maaşla ve kötü koşullarda çalışırken, Cam-İş 15 kuruş zam ile 3 senelik toplu sözleşme imzaladı. İşçilerin birikmiş öfkesi böylece eyleme dönüştü. Cam-İş’in uzlaşmacı ve işbirlikçi sendikal anlayışından bıkan Paşabahçe işçileri, Kristal-İş Sendikasına üye oldular. Paşabahçe patronunun sendikalarını ve toplu sözleşme taleplerini kabul etmemesi sonucunda işçiler greve gittiler. 31 Ocak 1966’da yaklaşık 2500 cam işçisi taleplerini kabul ettirmek ve toplu sözleşme imzalamak için greve başladı. Direniş sınıf dayanışmasını da beraberinde getiriyor, sermaye sınıfını gün geçtikçe daha fazla tedirgin ediyordu. TİSK üyesi 12 patron, gazetelere ilan vererek grevi protesto ediyor ve Paşabahçe patronunun yanında olduklarını söylüyordu. Bunun üzerine Paşabahçe patronu, grevin yasal olmadığını ve sonlandırılması gerektiğini söyleyip dava açtı. Dava mahkemeden döndü ancak mahkemenin yapmaya cesaret edemediğini Türk-İş bürokrasisi yerine getirdi. 21 Mart 1966’da Türk-İş yayınladığı bir bildiri ile grevi sonlandırdığını duyurdu. Ancak işçiler Türk-İş engelini de aştı. Grev kararlılıklarını fabrikaya malzeme giriş-çıkışlarını engelleyerek, hammadde deposunu işgal ederek gösterdiler.

Kurtuluş yok tek başına! Ya hep beraber, ya hiç birimiz!

22 Mart’ta patron grev sürecinde işten attığı 47 işçiden 42’sini işe alıp grevi bitirme teklifinde bulundu. İşçilerin cevabı ise “tüm işçiler işe alınana kadar mücadele edeceğiz” oldu ve grev devam etti. Bu tutum işçilerin birbirlerine ne kadar sahip çıktığını göstermesi açısından son derece anlamlı oldu.

İşçi sınıfı yeni bir yol açıyor

Paşabahçe işçilerinin görkemli direnişinin Türk-İş tarafından ihanete uğraması bardağı taşıran son damla oldu. 6 Nisan 1966’da işçilerde oluşan basınçla harekete geçen Türk-İş içerisindeki Petrol-İş, Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş ve Tez Büro-İş bir araya gelerek Paşabahçe Grevini Destekleme Komitesi kurdular. Yapılan açıklama ile Türk-İş’in imzaladığı protokolün işçilere ihanet olduğunu, bu onurlu mücadelede işçilerin yanlarında olduklarını dile getirdiler. Komite sonrasında DİSK’in kuruluşunda aktif bir şekilde yer aldı. 19 Nisan günü grev “halkın sağlığını bozduğu” gerekçesiyle Bakanlar Kurulu kararıyla bir ay ertelendi. Türk-İş, grevden sonra Petrol-İş Sendikasını 15 ay, Kristal-İş Sendikasını 15 ay, Maden-İş Sendikasını 6 ay, İstanbul Basın-İş Sendikasını ise 3 ay geçici ihraç cezasına çarptırdı.

Sümerbank işçileri tarih sahnesinde!

22 Ocak 1969 yılında Teksif üyesi Sümerbank işçileri İstanbul Defterdar Yünlü Dokuma Fabrikası’nda 1628 işçi greve başladı. Devamında grevin Sümerbank’ın 25 fabrikasında da başlayacağı duyuruldu. Devlet tarafından direniş yayılmadan bitirilmeye çalışıldı ancak iki gün sonra Kayseri ve Hereke fabrikalarında da grev başladı. Ardından greve Halkapınar Basma ve Manisa Pamuklu Dokuma fabrikalarında çalışan işçiler de katıldı. Bunu Sümerbank’ın Maraş, Adana ve Bergama’daki fabrikalarında başlayan grevler izledi. Greve katılan işçi sayısı 12 bini buldu. Ülke gündemini de etkileyen bu büyük grev dalgası neticesinde sermaye hükümeti işçilerin taleplerini kabul etmek zorunda kaldı.  

Hak verilmez, alınır!

Çeşitli tarihlerde, Ocak-Şubat ayına denk gelen bu işçi direnişleri Türkiye işçi sınıfının yükselen eylem grafiğini göstermektedir. 15-16 Haziran ile tepe noktasına ulaşan bu eşik hala daha aşılabilmiş değildir. Bu işçi direnişlerinin gösterdiği en temel özellikler işçilerin söz, yetki ve karar sahibi olarak mücadele sahnesine çıkmış olması ve gelecekleriyle ilgili kararı sendika ağalarına bırakmamış olmalarıdır. Çeşitli pazarlıklarda kendilerine teklif edilen, direnişi kıracak ve sınıf kardeşlerini yarı yolda bırakacak önerileri ellerinin tersiyle iten işçiler “kazanana kadar grev, kazanana kadar direniş” şiarını hayata geçirerek bugün kaybedilen hakların nasıl kazanıldığını göstermişlerdir. DİSK’i yaratan işçi sınıfı engellerin nasıl aşılacağını göstermişler, denetimlerinde tutamasalar da kendi örgütlerini yaratma çabası içinde olmuşlardır. Taban iradesi hayata geçmiş, bu hem sendikalı işçi sayısını arttırmış hem de daha iyi çalışma koşulları ve daha iyi ücret artışları elde edilmesini sağlamıştır.

Kuşkusuz grev, işgal ve direnişlerle geçen altmışlı ve yetmişli yılların arkasında dünya çapında yükselen devrim ve sosyalizm idealinin bu topraklarda da hayat bulması vardır. Bu politizasyon Türkiye işçi sınıfını da etkisi altına almıştır. DGM boykotları, faşizmi ihtar mitingleri bu etkinin sonucudur. Üretimden gelen gücünü yaygınca kullanan işçiler kentlerin meydanlarını da boş bırakmamış, en kitlesel 1 Mayısları hayata geçirmişlerdir. Karşılarında ise sadece patronları değil sermayenin devletini ve faşist çetelerini bulmuşlardır.

Daha fazla işgal, daha fazla grev, daha fazla direniş!

İçinden geçtiğimiz dönem ise 89 bahar eylemleri ile doruk noktasına çıkmış işçi hareketinin geri çekilme dönemidir. Hakların sırayla kaybedildiği yıllardır. Kaybedilen hakları geri almak ise yeni Kavel’ler yaratmakla, işçilerin ayağına sendikal bürokrasi tarafından vurulan prangalardan kurtulmakla mümkün olacaktır. Greif İşgali ve Metal Fırtınası çizilen bu yolun rotasını işaret etmektedir. Bu açıdan işçi sınıfının takip etmesi gereken çizgi belirsiz değildir.