Bu yoldan yürünmeli,
başka çıkış yok!
Metal grevinin başlayacağı günün arefesinde asıl sınavın gelmesi muhtemel grev yasağı olacağını belirtmiştik. Nitekim böyle oldu. Grev yasağı gerçek bir sınav olduğu gibi mücadeledeki safların netleşmesine, konumların belirginleşmesine hizmet etti. Sözün bitip eylemin başladığı bir nokta olarak kimin soluğunun nereye kadar yettiğini gösterdiği gibi, bir yıl önce Greif işgaliyle birlikte gördüğümüz sınıf hareketinde mücadelelerine tanık olduğumuz eski ile yeninin güçlerini sahnenin önüne itti.
Öyle ki son bir hafta içerisinde yaşadıklarımız bize bir kez daha, bu mücadelenin aynı temel çizgiler üzerinden devam ettiğini, bunun öznel tercihlerin değil nesnel bir zorunluluğun ürünü olduğunu gösterdi. Eski ile yeni arasındaki mücadelenin gelip geçici değil, sınıflar mücadelesinin içinde bulunduğumuz dönemini belirleyen esas mücadele olduğunu kesinleştirdi.
Çünkü bu mücadele, hem sınıflar mücadelesinin üzerine yükseldiği zeminin taşıdığı gerilimin ve sertleşmenin hem de bu yeni koşullara uygun güçlerin aşağıdan ve yukarıdan olgunlaşmaya başlamasının bir sonucudur. Sermaye ve uşağı AKP bunun için, kartları açık oynamakta, lafı dolandırmadan siyasal bir düzlemden işçi sınıfına saldırıyor. Çünkü ekonomik kriz ve bu kriz üzerinde sertleşen rekabet karşısında, tüm avantajları ucuz ve daha ucuz işgücüdür. Bu durumu sürdürmekten, dahası gün geçtikçe daha da ağırlaştırmaktan başka bir yol bulamıyorlar. Bunun için teamülleri, diplomasiyi, bürokratik oyunları bir yana itiyorlar, oyun oynamaya gerek duymuyorlar. Çünkü karşılarında da artık sabrı kalmayan, dibi gördüğü için artık ayağa kalkmaya çalışan bir işçi sınıfı var. Bunun için ne yapıp edip onun hakkından gelmeye, ayağa kalkmaması için bastırmaya çalışıyorlar.
Bu halde de sınıf mücadelesi sertleşiyor. Yasalcılık, protestoculuk, işleri eskisi gibi sürdürmeye çalışan bürokratizm ve tüm bunların üzerinde yükselen reformizm tüm kurumlarıyla hızla aşınıyor. Fakat öte yandan bir yıl önce Greif’te çarpıcı görünümler kazanan mücadele anlayışı, tarzı, siyaseti de kendisini bir kez daha bu vesileyle gösteriyor. Eski ile yeni arasındaki mücadele henüz bir sonuca bağlanmaksızın Greif’in de birikimleriyle birlikte sürüyor. Eski konumunu, alışkanlıklarını, ayrıcalıklarını, egemenliğini sürdürmek üzere gerici direncini koruyor. Ama öte yandan da ne yaparsa yapsın “yeni”den kurtulamıyor. Çünkü o bu mücadele içerisinde hem nesnel hem de öznel planda kendisini göstermekten bir an için vazgeçemez. Henüz bu mücadelede daha güçlü olmakla birlikte zaferini kazanmış değil. Fakat gelip geçici bir olgu değil, sınıf hareketinin önümüzdeki dönemine her bakımdan damga vuracağını, gelişmelerin onu giderek sahnenin önüne itmekte olduğuna kuşku duyulamaz artık.
Metal grevi süresince yaşanan pek çok gelişme bu gerçeği döne döne kanıtlamaktadır sadece.
Bu süreç içerisinde yaşananları genel hatlarıyla hatırlatarak iddialarımızın maddi temellerini göstermek, çürüyen ve dökülen bürokratizm-yasalcılık ve reformizle malül “eski”yi ve karşısında filizlenmekte olanı “yeni”yi görünür kılmak istiyoruz.
Sınav anı ve ortaya çıkan gerçekler
21 Aralık’ta yapılan Gebze mitingi aslında Birleşik Metal’e hakim yasalcı-bürokratik yönetim açısından “eski”ye özgü tipik bir hava boşaltma eylemi olarak kurgulanmıştı. Sendika yönetimi “Biz MESS’e ve satış sözleşmesine tepkimizi gösterdik ama ne yapalım bundan ötesini de yapamayız” diyerek bu defteri kapatmak niyetindeydi, fakat miting alanında metal işçisinin ortaya koyduğu irade ona burada duramayacağını, ileriye gitmek zorunda olduğunu gösterdi.
Tabandan yükselen güçlü ve enerjik mücadele isteği karşısında durma olanakları bulunmuyordu. Öte yandan ise hala devam etme, böylelikle de bozulan imajlarını düzeltme olanağı vardı. Bunun için vitesi geriye aldılar, koşulları değerlendirdiler. Grev kararının alınması ile grevin uygulamaya geçileceği an arasında ciddi bir zaman ve aşılması gereken engellerle dolu bir mesafe vardı. Öte yandan ise hala tabanda yaslanabilecekleri geri bir zemin de bulunuyordu. Zira mitingde kendini gösteren grev isteğini gerçekten sonuna kadar gösterebilecek de sadece birkaç fabrika görünüyordu. O zamana kadar eylemsizlik içerisinde hareketsiz kalan geniş gövdenin grev gibi büyük bir yükün altına girmesi çok olası gözükmüyordu. Buna güvenebilirlerdi.
Fakat ne olduysa işte bu ara dönemde oldu. Genç ve öfkeli işçilerden oluşan bu gövde hızla kendisini toparladı, eylemler içerisinde özgüven kazanıp doğruldu. Yürüdükçe ufku genişledi, böylelikle daha fazlasını ister hale geldi. İşte bu durumda grev yasağına kadar yönetimin hala rahatlıkla kullanabileceği geniş alan hızla daralmaktaydı. Ancak yine de bu süre içerisinde sendikal demokrasiyi belli sınırlar içerisinde ve bir ölçüde işletebildiler ve önde yürüyerek 21 Aralık’ta bir parça bozulan fiyakalarını düzeltebilme şansını elde ettiler.
Aslında bu, son dönemde yasalcı bürokratizmin sınıf mücadelesinin sertleşmesi ve yeni arayışların söz konusu olması nedeniyle açılmış, ancak sınırları çok belli olmuş bir alandı. Bunun yakın dönemdeki örneklerini Kent ve özellikle de cam grevlerinde görmüştük. Sonuçta güçlü bir taban dinamizmine de yaslanarak bir aşamaya kadar grev yapılabiliyor, ama sonuçta yine de sermaye ve iktidarın kırmızı çizgileri ezilmeden daha ötesine de geçilemiyordu. Bu ana kadar tabana söz hakkı verildiği nispi bir demokratik süreç işletiliyor, ama kırmızı çizgilere varıldığında bu demokrasi de bitiyor yasalcılık ve bürokratizm teslim bayrağını çekiyordu.
Birincisinde grev artık sermayeyi rahatsız edeceği bir noktaya ulaştığı için bitirilmiş, ikincisinde tabandan yükselen enerji sayesinde sermayenin kırmızı çizgileri bir parça zorlandığı yerde grev yasağı devreye sokulmuştu.
İşte bu yasalcı-bürokratizmin ulaşabileceği yeni azami sınır olmuştu.
Bu sınırın bittiği yerden sonra sınıf mücadelesinin yasaları aşan o amansız sert ve devrimci kavgası başlıyordu. Burada ise ne mevcut ayrıcalıklarını sürdürme olanağı vardı, ne de burası onlara sendikal ve siyasal kazanımlar vaadediyordu. Dahası ellerindekinden avuçlarındakinden olmaları kaçınılmazdı, çünkü bu yeni sahada onların üzerinde yükseldiği düzen bitiyor yeni bir düzen başlıyordu. Bu düzen de kendisine uygun tipte kurumlar ve insanlar istiyordu.
İşte bunun için grev kararları alındığı o ilk anda dahi herkesin gözü aslında alınması kaçınılmaz grev yasağının üzerindeydi.
Sınıf devrimcileri daha bu sırada, herkesin kafasında olan ama sorup cevaplamaya güç ve cesaret bulamadığı bu sorunu dosdoğru ortaya koydular. Tamam her şey güzeldi, fabrikalarda güzel ve enerjik görüntüler vardı, uzun yıllardır görülmedik bir hareketliliğe sahne oluyordu. İyi ama grev yasağı kaçınılmaz olduğuna göre sorumluluk mevkiinde oturanların bu gelişmeleri de dikkate alarak, yasağa karşı, onu geçersiz kılacak net bir tutumları ve belirlenmiş bir eylem planları var mıydı? Kuşkusuz sınıf devrimcileri bu soruyu yönelttikleri yönetimin gerçeğini, onun bu soruya verecekleri yanıtı iyi biliyorlardı. Onlar payına bir teslimiyet kaçınılmazdı. Zaten greve giderken yasaklar karşısında net bir tutuma ve hazırlık yapmamaları bunun bir doğrulaması değil miydi?
Öte yandan sınıf devrimcilerinin grev yasağı karşısındaki tutumları netti. Grev yasağı tanınmamalı, ama onu aşmak için de grev fiilen sürdürülmeli, giderek diğer işkollarını içerisine alacak bir genel iş bırakma ile birleştirilmeliydi. Bunun için daha hem metal işçileri hem de işçi sınıfının diğer bölükleri hazırlanmalı ve bu ikincisi için konfederasyon düzlemine kadar tüm örgütsel zeminler harekete geçirilmeliydi.
Sınıf devrimcileri için yönetimin ne yapacağı belli olduğu ölçüde, grev yasağıyla ilgili sorunun asıl muhatabı sendika içerisindeki öncü-mücadeleci güçlerdi. Onların inisiyatif alması, yönetimi zorlamaları ve giderek bir yerden sonra da teslimiyetle yüz yüze kaldıklarında onu aşacak bir hareket planını şimdiden oluşturmalarını sağlamaya yönelikti. Açık ki yasaları aşan fiili-meşru mücadele çizgisi ancak aşağıdan yukarıya yükselen bağımsız bir sınıf inisiyatifinin harcı olabilirdi.
Bunun için daha o aşamada ortaya konulan seçim şöyle olmuştu: “Önümüzdeki günlerde olası bir grev yasağının gelmesi bu bakımdan gerçek bir sınav olacaktır. Ya sendikal alana, yasaların koyduğu sınırlara boyun eğiş ya da siyasal alana geçiş ve fiili-meşru mücadele yolundan ileriye... Yani bir kez daha ya teslimiyet ya da işgal, grev, direniş!” (“Grev ve mücadelede yeni evre!”, 30 Ocak 2015, Kızıl Bayrak)
Kuşkusuz bu tek bir çağrı olarak kalmadı, çeşitli biçimlerde ve vesileler doğdukça tarihsel ve güncel örneklerle neden böyle bir seçimin yapılması gerektiği ve elbette neden ikinci yolun tutulmasının kazanmak için şart olduğu döne döne anlatıldı, bu düşünceler metal işçilerine taşınmaya çalışıldı.
Peki beklenen grev yasağı geldikten sonra ne mi oldu? Yasalcı-bürokratizm sermaye ve iktidarının kırmızı çizgilerini çekip savaş silahlarını kuşandığı bir anda teslimiyet bayrağını çekti. Elbette bunu öyle çürümüş Türk-İş ağaları ya da Rıdvan Budaklar gibi yapmadı. Ama bazı bakımlardan da tam olarak Budaklar’ın Greif işgali sürecinde tanık olduğumuz diline ve kavramlarına sarıldı. Kuşkusuz bunda şaşırtıcı bir yan yok. Söz konusu olan sertleşen sınıf mücadelesi zemininde safların netleşmesiyle biçimsel ayrımların kaybolması özünde aynı olanların aynı yerde buluşmasıdır.
Grev yasağı açığa çıktıktan sonra Birleşik Metal yönetiminden “Bu yasağı tanımıyoruz”la başlayan sert ve tok açıklamalar yapıldı. Ama düşmanın savaş silahlarını çekip harekete geçtiği bir aşamada aslolan söz değil eylemdi. İşte bu aşamada da bu sert açıklamaların sahipleri payına oportünizmin en bayat örnekleri verildi. Yasağı tanımayanlar tutup gereğini yapıp grevi sürdürmek yerine ona daha ilk aşamada boyun eğdiler. Ama elbette sorun onların ne yaptığından ziyade tabanın vereceği yanıttaydı. Uygulamada belirleyici olan buydu.
Tabanda bağımsız bilinç ve mücadele azminin zayıf, öncü güçlerin de siyaseten geri olduğu fabrikalarda merkez yönetiminin tavrı tam olarak uygulandı. Böylelikle yasağın hemen ardından grev pankartları indirildi ve işçiler birkaç günlük ücretli izinlerle fabrikalardan uzaklaştırıldılar. Yatıştırılmaları ve havanın boşaltılmasına ihtiyaç vardı. Burjuvazi bu bakımdan ihtiyacı biliyordu ve gereğini yapmaktan kaçınmıyordu. Fakat bu türden fabrikalar da bir istisnaydı. Asıl büyük gövdenin havasını almak için iş yavaşlatma, toplu giriş-çıkış gibi ara biçimlere ihtiyaç vardı. Grevin bitirilmesinin ardından bunlara fazlasıyla yer açılıyordu. Elbette içeride bunlar yapılırken dışarıda da basın açıklamaları, yürüyüşler, dava açmak gibi yasalcı-bürokratik anlayışın alameti farikası olmuş bıktırıcı biçimlere başvurulacak, işçiler bu yolda iyiden iyiye yorulacak, böylelikle bu süreç cam grevinde olduğu yoldan teslimiyetle noktalanacaktı.
Fakat bu kurgu başlarına gelecek olanı bilen ve kazanmak için motive olmuş işçiler tarafından bozuldu. Sayıları az olsa da dört fabrikadan işçiler, onlarla uyumlu ve öncülerinin inisiyatifiyle teslim olmak yerine grevi sürdürdüler. Yöneticilerin sözde bıraktıkları tutumun gereğini yaptılar. Öte yandan ise pek çok fabrikada ise öncü güçlerin, özelde de temsilcilerinin üst kademe yönetimle uyumlu hareket etmesi karşısında işçiler grevi sürdürme isteklerine karşın, bürokratik müdahalelerle bu yoldan alıkonuldular.
Grev iradesi gösteren işçiler karşısında sergilenen tutum ise özünde ve bazen kaba biçimler halinde Budaklar’ın tutumundan farklı değildi. İlk günlerde sendikanın resmi sayfalarında kaba yok sayan tutumun örneklerini gördük. Belirtelim ki bu tutum paralel biçimde aynı kulvardaki sol siyasal çevrelerin yayınlarında da tıpkı Greif işgali zamanında olduğu gibi sürdürüldü. Akabinde toplanan Başkanlar Kurulu’nun sonuç bildirgesinde gördüğümüz ifadeler de bir yıl önce Budaklar’ın Greif işgali sırasındaki sonuç bildirgelerinden ifadelerle hemen hemen aynı vurgulara sahipti. “Sendikal disiplin” hatırlatmaları, bunu bozan “dış” güçlere ayar vermeler vs... Sonra ise grev iradesinin onlara rağmen sürdürülmesi karşısında “sahip çıkıyoruz”, “iradeye saygı duyuyoruz” açıklamaları ile birlikte yönetsel sorumluluklarından uzak durma ve kendi haline bırakma tutumu...
“Eski” ile “yeni”nin mücadelesinin yeni sahnesi!
Böylelikle ortaya çıkmış olan bu tablo gösteriyor ki metal işkolunda tanık olduklarımız, Greif işgaliyle birlikte açık biçimler kazanan işçi sınıfı hareketindeki “eski” ile “yeni” arasındaki mücadelenin yeni bir sahnesinden başka bir şey değildir. İşçi sınıfına bugüne kadar kaybettiren eskimiş, artık miadını doldurmuş yasalcı-bürokratik anlayış, Birleşik Metal yönetimi şahsında belki de en ileri görünen temsilcileri ile birlikte, kurumları, değerleri, mücadele ve örgütlenme anlayışıyla bir kez daha iflasını tescil etmiştir.
Öte yandan ise bu tabloda “yeni”, mücadele ve örgütlenme anlayışı, tarzı ve güçleriyle sahnede var olmaya devam etmektedir. Böylelikle Greif işgalinde görülenlerin öznel zorlama ya da rastlantısal bir durum olmadığı, aksine tüm baskı ve ezme çabalarına rağmen sınıf mücadelesinde miadını doldurmuş ancak bugüne egemen olan karşısında gelişip serpilecek olanı temsil ettiği bir kez daha kanıtlanmıştır.
Bu noktada gelişmenin sağlıklı ve gerçek sonuçlarına ulaşması ise öznel planda sınıf devrimcilerinin rolünü oynamasına, öte yandan ise bugün belirgin biçimde Greif deneyiminin birikimlerine yaslanarak yol yürümeye çalışan sınıfın yeniyi arayan diri güçlerinin sendikal dar görüşlülükten de çıkarak sınıf devrimciliğine yakınlaşmasına bağlı olacaktır. Aksi halde, sınıf devrimciliğinden uzak durarak sendikal alana sıkışıp kalmak ya da sınıf mücadelesine sadece parlamenter hayallerinin bir yan ögesi olarak bakan reformizmin kulvarlarında paralanmak “eski”nin, “yeni”ye ait bu potansiyel güçlerinin hakkından gelmesini kolaylaştıracaktır.
Ama şuna da eminiz ki, tüm bu yanılgılar gelmekte olanı da engelleyemeyecek, onu sadece geciktirecektir. Çünkü işçi sınıfı “yeni”yi yaratmaya mecburdur. Çünkü yaşanan ve yaşanmakta olanın da gösterdiği gibi dün Kavel’di bugün Greif, işçi sınıfı için başka çıkış yolu yok!