Ekonomik ve sosyal krizin yarattığı yıkım derinleşirken, işçi sınıfının gündelik mücadele araçları olarak sendikaların üye sayıları açıklandı. Altı ayda bir açıklanan sendika üye istatistikleri sendikal örgütlülüğün oldukça zayıf olduğunu gözler önüne serdi. Tarihsel ve güncel bir dizi sebep-sonuç ilişkisi üzerinden açıklanabilecek bu tablo, var olan sorunlar yumağı ile asgari sendikal örgütlülükten dahi yoksunluk arasındaki derin çelişkinin ifadesi oldu. Son açıklanan verilerin bir kez daha teyit ettiği bir diğer gerçek ise, olduğu kadarıyla sınırlı bir toplamı ifade eden sendikalılık oranı, ağırlık olarak sendikal bürokrasinin etkisi ve denetimi altında. Nispeten bu tabloyu tersine çevirebilecek, taban inisiyatifini temel alan, mevcut sendikal bürokrasinin dışında tutum almaya çalışan “küçük” bağımsız sendikalar ise üye sayısı olarak bir sınırlılığı ifade ederken aynı zamanda sendikal yetki barajı vb. dayatmaların muhatabı durumunda.
Açıklanan temmuz ayı verilere göre; 15 milyon 987 bin 428 işçi var. Bu işçilerin 2 milyon 280 bin 285'i bir sendika üyesi. Aynı istatistiklerde 20 işkolu arasında en fazla işçi istihdam eden, 4 milyon 86 bin 7 işçiyle ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar işkolu oldu. Bunu 1 milyon 865 bin 713 işçiyle metal ve 1 milyon 445 bin 368 işçiyle inşaat işkolları izledi. Sınıf mücadelesi açısından öne çıkan iş kollarından petrokimya 588 bin 759, tekstil işkolu ise 1 milyon 363 bin 439 işçiyi istihdam ediyor. Hizmet-İş Sendikası 252 bin 612 üye sayısıyla en büyük işçi sendikası olurken, 245 bin 602 üyeyle Türk Metal Sendikası ikinci sırada yer aldı.
Ülkede 218 işçi sendikası bulunuyor ve toplam kayıtlı işçi sayısının sadece %14,26'sı bu sendikalara üye. 158 sendika yetki barajının altında olduğu için toplu sözleşme yetkisi bulunmuyor. Kısacası işçi sınıfının %85'e yakını en sıradan bir sendikal üyelikten yoksunken, sendikalara üye işçilerin ise %40'ı toplu sözleşme hakkından mahrum bulunuyor. Farklı sektörlerde toplu sözleşmelerde yetkili sendikaların birbirine paralel tutum ve anlayışları, bu hakka sahip işçi bölüklerinin de esasında bir farklılık taşımadığını gösteriyor.
Peki rakamların dili bize ne söylüyor? Türkiye'de işçi sınıfı ve emekçilerin bilinç ve örgütlülük planında yaşadığı zayıflığın doğal bir sonucu olarak, ekonomik ve sosyal yıkım karşısında kimi zaman kendiliğinden ve anlamlı çıkışlar yaşasa da genel bir hareketsizlik tablosu hâkim. Bu hareketsizliğin aşılmasında, olduğu kadarıyla mevcut sendikal örgütlülükler çok özel bir yerde duruyor. Hem sınıfın genelini kesen istemlerin ifade edilmesi/kazanılması için işçi bölüklerinin seferber edilmesinde hem de örgütlü-örgütsüz bir dizi işkolu ve fabrikanın hareketlenmesinde güçlü bir dayanak olabilir mevcut sendikal örgütlülükler.
Yıllardır sınıfın saflarında biriken öfke ve tepki, şu son aylarda birçok fabrikada hak talep eden çıkışlara yol açmaktadır. Buna, tüm güvensizliğine rağmen sendikal örgütlenme çabaları eşlik ediyor. Ancak bu çok yönlü tepki ve öfkeyi açığa çıkartacak ve ortak kanallarda birleştirebilecek bir sürecin örgütlenememesi, tekil çıkışların zaman içinde sönümlenmesine ve sınıfın daha ileri bir hareketinin gelişmesini zora sokan bir engele dönüşmektedir. Dahası ancak tabandan yükselecek bir birleşik hareketle sınıfın örgütlü birliği ve bilinci gelişebilecekken ve böylece sendikal örgütlülük oranları büyüyecekken kendi içinde kısır bir döngü yaşanıyor.
Sermayenin bir uzantısı haline gelen, işçi sınıfını sermaye adına denetim altına almak misyonuyla hareket eden sendikal ağalık düzeninin varlığı ve etkisi bunun birinci dereceden sorumlusudur. Sermaye düzenin bir dizi baskı ve manipülasyon aracının yanı sıra, sendikal örgütlülüklerin önünde bulunan yasal ve fiili engeller ise bu tabloyu tamamlayan başlıklar olarak öne çıkıyor.
Sermaye düzeninin çok yönlü kuşatması, sendikal bürokrasinin tahrip edici etkisi işçi sınıfını bir cenderenin içine hapsetmeyi amaçlıyor. Sendikal istatistiklerin rakamsal ifadesi olarak, bu tablo daha çok göze çarpıyor. Ancak ekonomik ve sosyal sorunlar temelinde mayalanan mücadele istek ve iradesinin, tabandan gelişen hareketlilikler temelinde ve fiili-meşru mücadele hattının son aylarda sıklıkla tanık olduğumuz gibi, önünde hiçbir engel duramıyor. Bugün henüz kendini genel bir sınıf hareketliliği olarak ifade edemese de yaşanan bir dizi tekil mücadele deneyimi, kendine akacak kanal arayan işçi sınıfı gerçekliğine işaret ediyor. Süren işçi direnişleri, hak arama mücadeleleri, örgütlenme çabaları çoğu durumda sermayenin tüm manevralarına karşın, sendikal ağalık düzenine rağmen gerçekleşiyor. TPİ işçilerinin mücadelesinde görüldüğü gibi, tüm açmazlarına rağmen asgari bir kararlılıkla sermaye ve sendika ağalarını da önüne katarak süpürüp atabiliyor.
O halde yapılması gereken açık. İşçi sınıfının taban iradesini temel alacak, somut istemler üzerinden fiili-meşru mücadele anlayışı çözümün anahtarıdır. Yeni dönemin kapılarını aralayacak hareket noktasıdır. Sendikal örgütlülüğü gerçek işlevine kavuşturmak, sendikaları tekrar sınıfın mücadele araçları haline getirmek, örgütlülüğü geliştirip yaygınlaştırmak ve giderek birleşik bir sınıf hareketi yaratma hedefiyle sermaye düzeninin karşısına dikilmek, sınıfın önündeki tüm engelleri aşmayı hedefleyen bütünsel bir çaba ile olanaklıdır. Bunu başaracak potansiyel ve dinamik ise işçi sınıfının saflarında her zamankinden daha kuvvetli olarak duruyor. Yeter ki akacak kanal bulsun…