İşçi sınıfının sürekli hak kaybına uğradığı, saldırılara maruz kaldığı bir dönemden geçiyoruz. Buna karşın grev ve direnişlerin yaygın olmadığını, yaşananların ise parçalı ve birleşik bir mücadeleden yoksun olarak hayata geçtiğini görüyoruz. Sendikalı olmak bu saldırıları püskürtmek için önemli bir imkanken, ne yazık ki işçilerin sendikalı oldukları fabrikalarda böylesi direnişler de çok az gerçekleşiyor. Çeşitli işkollarında yaşanan toplu iş sözleşmelerinde ise grevden özellikle uzak duruluyor.
Kamu işçilerini ilgilendiren TİS görüşmeleri esnasında Türk-İş ağasının söyledikleri ibretliktir. Ancak bu anlayış sadece Türk-İş’e hakim bir ihanet çizgisi değildir. Eski DİSK Başkanı, şimdi CHP Milletvekili Kani Beko’nun İzmir’de gerçekleşen grev esnasında söyledikleri de aynı bakışın bir ürünüdür. Açık kalan mikrofona, “uzarsa işi karıştıracağız, en azından kapattım böyle” ve “grev yapacak paramız yok” diyen Ergün Atalay ile grevlerin işçilere de zararı olduğunu söyleyerek “öğüt veren” Beko’nun ifadeleri, anlayış temelindeki ortaklıklarını göstermektedir. Keza Hak-İş, Memur-Sen, Kamu-Sen vb. sendika adını taşıyan kuruluşlar da bu platform içindedirler.
Grev kimin için korkulacak bir şeydir?
İşçi sınıfının hak alma mücadelesindeki en önemli silahı olan grevlerin, yani üretimden gelen gücün sermaye sınıfını ve onun hükümetlerini korkuttuğu ortadadır. Bu yüzden grevler yasaklanmakta, insanca çalışma koşulları için direnen işçilere saldırılmakta, hatta üçüncü havalimanı örneğinde olduğu gibi, yüzlerce işçi gözaltına alınıp, onlarcası tutuklanabilmektedir. Bunlar en sık yaşanan uygulamalardır.
Diğer taraftan söz konusu sendikal bürokrasi şebekesi de grevlerden korkmaktadır. Grevlerin işçiler için bir okul olduğu, başladığı sınırlarda kalmayıp çok daha ileri biçimlere büründüğü, yaşanmış nice örnek dolayısıyla da bilinmektedir. Sendika ağaları, çeşitli direniş süreçlerinden geçerek grev okullarında bilinçlenmiş işçilerin, hem sarı sendikaların savundukları sömürü düzenini hem de bürokratların koltuklarını tehlikeye sokacağını bildikleri için grev ve direnişlerden özenle uzak durmaktadırlar. Sendika bürokratlarının, adına diyalog sendikacılığı dedikleri, her fırsatta iş barışından dem vurdukları bu anlayışta grev ve direnişlere yer yoktur. Kimi zaman istemeye istemeye ilan ettikleri ya da mecbur kaldıkları grevlerde yaptıkları açıklamalar, grevlerin gücünü zayıflatan, işçilere umut vermekten çok karamsarlığa sürükleyen içeriktedir. Zoraki ilan edilmiş grev açıklamalarında kullanılan “isterdik ki greve mecbur kalmayalım” vb. sözler öylesine kurulmuş cümleler değildir. İşçi sınıfının bilincinden ve eylemli pratiğinden grevleri silmeye çalışanlar için zaten fabrika işgalleri, dayanışma grevleri, genel grev vb. gibi diğer mücadele yöntemleri de çoktan unutulmuştur.
Mevcut sendika konfederasyonlarının çizgisi aşağı yukarı aynıdır. Kimisi zaten gönüllü memurluklarını yaptıkları sermaye iktidarına hizmet için, kimisi ise sınıf mücadelesinden uzak ideolojik anlayışları sebebiyle bu mücadeleyi sınıfsal özünden kopararak ele almaktadır. Böylece sınıf mücadelesi karartılmaktadır. Fakat işçi ve emekçileri haklarını kaybederken savunmasız bırakanlar, onların geri bilincini beslemek, şovenizmin etkisi altına almak, düzene yedeklemek için ellerinden gelenin alasını yapmaktadırlar. Grev okullarında yetişmeyen işçi ve emekçiler, sarı sendikaların çok yönlü kuşatması altında hangi sınıfa mensup olduklarını, hangi sınıfın kavgasını vermeleri gerektiğini ve kimlerle kardeş olduklarını unutmaktadırlar. En ileri, “sol” olduğu düşünülenler ise emekçilerin yakıcı taleplerinden çok sendikalara hakim anlayışların ihtiyaçları çerçevesinde mücadele rotası çizdikleri için kendi üyeleriyle bağlarının kopmasına yol açmıştır. Yani düzenin ideolojik propaganda aygıtı gibi davrananlar da mücadeleyi sınıfsal zeminden kopararak ele alanlar da sınıf bilincinin gelişmesine engel olmaktadır.
Bir başka gerçek ise harekete geçmiş işçi bölükleri karşısında, bu harekete engel olamayan sendikal anlayışın izlediği ibretlik tutumdur. Eyleme geçenler karşısında sadece seyirci konumda kalmayıp direniş kırıcılığı yapılması açısından Greif İşgali ve Metal Fırtına oldukça öğreticidir.
Öte taraftan sendikasız işçilerin hayata geçirdikleri direnişler de oldukça dikkat çekicidir. Sendikal bürokrasi bu gibi direnişlerden de özenle uzak durmaya çalışmakta, sözlerini ise direnişi kırmak için söylemektedir. Örneğin yakın zamanda ücret zamları nedeniyle Antepli tekstil-dokuma işçilerinin eylem sürecinde ilde şubeleri bulunan Öz İplik-İş ve TEKSİF yönetimleri hiç ses çıkarmamış, DİSK TEKSTİL ağaları ise patronların yaşadığı zararlara dikkat çeken ve onlardan medet uman ibretlik bir açıklama yapmışlardı. Yalnızca Devrimci Tekstil İşçileri Sendikası (DEV TEKSTİL) işçilere hakları olanı almaları için izlenmesi gereken mücadele yöntemini anlatmaya çalışmıştır.
Sonuç olarak sermaye iktidarı AKP grev yasaklarıyla, onun güdümündeki sendika bürokratları da işçileri grevlerden uzak tutarak, kölece çalışma koşullarının devamını sağlıyorlar. İnsanca çalışma ve yaşam mücadelesinde en önemli silahı olan grev hakkından yoksun bırakılan işçi ve emekçilerin kaybı her geçen gün daha da artıyor. Çözüm ise Kavel’de olduğu üzere, grev hakkının grev yapılarak kazanıldığı direniş yolundan yürümektir.