1 Mayıs ve sendikal bürokrasi

1 Mayıs, işçi sınıfının kendi öz örgütlerinin başına çöreklenmiş ağa takımı ve bürokrasinin çürümüşlüğüne bir kez daha ayna tutmuştur.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 04 Mayıs 2021
  • 22:21

Pandemi gerekçesiyle dayatılan baskı ve yasaklara rağmen 2021 1 Mayıs’ının mücadele bayrağı, öncü işçilerin, ilerici ve devrimci güçlerin inisiyatifleri ve çabalarıyla Türkiye’nin birçok yerinde dalgalandırıldı.

Geçtiğimiz yıl pandeminin henüz başlangıcı olması nedeniyle belirsizliklerin yaşandığı bir 1 Mayıs sürecine tanık olmuştuk. Ancak Türkiye’de pandeminin üzerinden neredeyse 14 ay geçti ve bu süreçte işçi ve emekçilerin sorunları katlanarak arttı. Bu aynı dönem kapitalistlerin kârlarını, gelirlerini arttırdıkları bir süreç olarak yaşandı. Pandemide işi tam bir fırsatçılığa dönüştüren sermaye sınıfı ve onun devleti “evden çalıştırma”, “daha az işçiyle daha çok üretim”, “Kod 29 ile işten atmaların olağanlaşması”, “milyonlarca işçinin ücretsiz izinle bir nevi işsiz ve gelirsiz bırakılması”, “yemek, yol gibi sosyal hakların gasp edilmesi” gibi daha birçok yeni teknik geliştirerek, esnek ve güvencesiz çalışmayı yaygınlaştırdı. Bunlar aslında hedefinde daha fazla sömürü ve kârın olduğu yeni bir çalışma rejiminin Türkiye’de kalıcılaştırılmak istendiğini gösteriyor. Bu yüzden bu yılki 1 Mayıs işçi ve emekçiler cephesinde daha önemli hale gelmişti.

Bilindiği gibi, 1 Mayıs öncesi Türkiye’de vaka ve ölüm sayıları görülmemiş boyutlara ulaştı. AKP’nin lebalep kongrelerinin adeta katalizör olduğu bu artışın arkasında yatan temel sebep, AKP şefinin baştan beri çarklarını sorunsuzca döndürmeyi övünmeye konu ettiği kapitalist ekonomidir. Vaka ve ölüm sayılarının yükselmesinin birinci dereceden sorumluluğunu taşıyan AKP şefi Erdoğan, kendi politikalarının eseri olan bu vahim tabloyu bahane ederek, 1 Mayıs’ı da kapsayacak şekilde “tam kapanma” kararı aldı. Bu kapanmanın toplum sağlığı için olmadığı, tamamen sermayenin ihtiyaçları ve 1 Mayıs’ın yasaklar altında geçirilmesi için olduğu neredeyse herkesin bildiği bir gerçektir. Yakın süreçte gerçekleşen lebalep kongreler, mitingler, kalabalık şeyh cenazeleri gün gibi orta yerde duruyor. 26 milyon çalışandan yaklaşık 22 milyonunun “tam kapanma”dan muaf olması da “tam kapanma”nın ne için çıkarıldığının bir resmidir aslında.

Bu tablo ışığında geride kalan 1 Mayıs, işçi sınıfının kendi öz örgütlerinin başına çöreklenmiş ağa takımı ve bürokrasinin çürümüşlüğüne bir kez daha ayna tutmuştur.

HAK-İŞ ve TÜRK-İŞ ağalarından yansıyanlar

AKP iktidarına yakınlığıyla son yıllarda en fazla üye kazanan HAK-İŞ ağaları için 1 Mayıs bir “zorunlu gündeme almak”tan ibarettir. İşçilerin pandemide yaşadıkları hak kayıplarını hiçbir şekilde görmeyenler, her şeyi AKP’ye yaranmanın fırsatına çevirmeye çalışmaktadır. 1 Mayıs vesilesi ile yapılan açıklamada, “Türk çalışma hayatının en büyük reformlarından biri olan taşeron işçilerin kamuda kadroya geçirilmesi düzenlemesinin mimarı Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a ve hükümete teşekkür ediyoruz.” sözlerinin anlamı başka ne olabilir ki? Açıklamada KÇÖ’nün uzatılmasına da teşekkür eden HAK-İŞ ağası Mahmut Arslan, aldıkları aidatlar yeterli gelmemiş olacak ki “taşeron işçilerin kadroya alınması”nın genişletilmesini istemektedir. 70 bin taşeron işçiye “kadro” istemektedir. 1 Mayıs’ı da unutmayan Arslan, geçmiş yıllarda ülkenin birçok ilinde yaptıkları kutlamaları gerçekleştirmek için “bu zor günler”in bitmesini beklediklerini ifade ediyor. Fakat yüzbinlerce üyesi olan bir sendika konfederasyonun işçiler için “bu zor günler”de yapması gerekenlere dair hiçbir şey ifade edilmiyor.

Bir diğer konfederasyon olan TÜRK-İŞ’in de bu 1 Mayıs sürecinde HAK-İŞ’ten aşağı kalır yanı olmadı. TÜRK-İŞ bürokrasisi göstermelik açıklamalar ve temsili katılımla Taksim’e çelenk bırakmak dışında bir işlevi olmadığını bu süreçte de göstermiş oldu. Bunu, TÜRK-İŞ ağalarının geçtiğimiz yılki açıklamalarında sarf ettikleri “Önümüzdeki dönem mücadele çok çetin olacak” sözünden de 2021 1 Mayıs’ının öncesi ve günündeki pratikleriyle de görmüş olduk. İşçi sınıfının bu derece bir sömürü cehennemine düştüğü, açlık ve ölüm ikilemi arasında bırakıldığı bir dönemde bile 1 Mayıs’ı sadece açıklamalarla geçiştirmek, TÜRK-İŞ’in başındakinin gerçek misyonun sınıfın içinde ajanlık ve sermayeye hizmet olduğunun göstergesinden başka bir şey değildir.

DİSK bürokrasinin icazet sınırları

Sendika ağalarında bunlar yaşanırken her platformda bu ağaları eleştiren, üst perdeden konuşmayı seven DİSK bürokratları, takındıkları tutumla kendi sınırlarını yine gösterdiler. Sadece 1 Mayıs’ta değil, salgın dönemi boyunca göstermelik açıklamalarla sorunların çözüleceğini uman DİSK bürokratları, İçişleri Bakanı S. Soylu’dan aldıkları icazetle, 1 Mayıs’ta “Umut yan yana!” diyerek Taksim’e çelenk bırakıp, açıklama yaptılar. Geçtiğimiz yıl 20 kişinin yürümesine bile izin vermeyen sermaye devleti, bu yıl “özel izinle” ve sınırlı bir katılımla DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin yürümesine olur verdi. DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu, yaptığı konuşmada, “Bütün işçilerin emekçilerin, bu ülkenin tüm değerlerini üretenlerin 1 Mayıs’ı başta Taksim Meydanı olmak üzere her yerde kutlaması haktır. Buna tahammülsüzlük kabul edilemez. Sabahtan beri 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen arkadaşlarımızın gözaltına alınmasını kınıyoruz. Bütün gözaltına alınan arkadaşlarımızın serbest bırakılmasını istiyoruz.” derken, yine açıklamalarla işi koparma derdindedir. DİSK’in başındaki bürokratlar salgın süreci boyunca olduğu gibi 1 Mayıs sürecinde de açıklamalar yapmanın ötesine geçmek, mücadeleyi daha güçlü örgütlemek yerine kendine sınırlar koyarak, sürekli geri adım atmaktadır.

Oysa sınıf mücadelesi, sınıfın hak ve özgürlüklerinin genişletilmesi için verilmesi gereken “sınıfa karşı sınıf” bakışıyla örgütlenmiş mücadele sürecidir. Kapitalizmin tarihine bakıldığında sadece yapılan açıklamalarla ve taleplerin dillendirilmesiyle işçi sınıfının kazandığı bir hak olmamıştır. Tüm bunlara bakıldığında, işçiler cephesinde bu kadar sorunun yaşandığı bir süreçte DİSK bürokratları görevini yapmışlar mıdır? Elbette hayır. Sadece görev savmakla, basını “ağlama duvarına” çevirmekle meşguller.

Krizin ve salgının ağır faturasının işçi emekçilere yıkıldığı, haklar ve özgürlüklerin “tek adam diktası” altında gasp edildiği bir süreçte sınıfın sözde sözcülerinin 1 Mayıs tablosu içler acısıdır. Geçtiğimiz yılın 1 Mayıs’ında pandemi bahanesine sığınanların bu yıl böyle bir bahaneye sığınamayacakları çok açıktır. Zira yasakların gerçekten pandemiyle mücadele için olmadığı, herkes için bilinen bir gerçektir. Netice olarak sendikal bürokrasi cephesinden bakılırsa, zorba düzenin icazetine, onun sınırlarına hapsolunarak geçen bir 1 Mayıs’ı geride bıraktık.

Ancak başta da söylediğimiz gibi, tüm yasaklara, zorbalığa ve sendikal bürokrasinin ihanetine rağmen, sokaklarda, meydanlarda, fabrikalarda öncü işçilerin, ilerici ve devrimci güçlerin çabaları ve inisiyatifleriyle 1 Mayıs geleneği 2021’de de sürdürülmüştür. Şimdi görev, yükseltilen bu mücadele bayrağını daha yukarılara çıkarmak, işçi ve emekçilerde biriken öfkeyi örgütlü bir güce dönüştürmektir.

M. Ural