Bizler zaten patronlar ve onların hizmetkarları tarafından fişlenmekte, türlü gerekçelerle ekmeğimizden edilmekteyiz. Karşıtımızdan doğrudan gelen saldırılara alışığız ve baş edebiliyoruz. Ama ya bizim taraftakiler?
Zaman zaman kesintiye uğrasa da çocuk işçi olarak Paşabahçe fabrikasında gözünü açan 26 yıldır fabrikalarda çalışan kadın bir işçinin Gebze’de tek başına var olma çabasından daha zordur onu anlatmaya çalışmak. Üç fabrikada sendikal örgütlenme çalışması yürütmüş, bir tanesinde 165 gün fabrika önünde direnmiş, farklı sendikalara bağlı dört ‘örgütlü’ fabrikada çalışmış biri olarak yaşadığım(ız) hayal kırıklıklarını yazmayı uzun zamandır düşünüyordum. Elime kalemi alıp yazmaya başladığımda kağıda dökülenleri dönüp yeniden okumaya başlayınca, örneklerin tanıdığım birçok insanın-halen çalışıyor olmalarından dolayı-hayatlarını olumsuz etkileyebileceğini düşünüp sildim. Yazmayı her denediğimde zihnimde dönüp dolaşan kaygılar ve çelişkiler yumağı, yazılması gerektiğinden emin olduğum deneyimleri ötelememe sebep oldu sürekli. Bizlerin savrulmasında pay sahibi olanların ‘bizim insanımız’ denilip sahiplenilmesiyle sesimiz duyulmuyor. Gebze’nin geniş bir sanayi bölgesi olmasına rağmen sosyal alanların azlığı ve bu alanların yine bu adamlar tarafından çepeçevre sarılmış olması da konuyu gündemleştirmenin önünde duran bir engel. Bir fabrikanın baş temsilcisi/temsilcisi ya da bir şube yöneticisi Dersimliler (Sivaslılar, Vartolular, Ağrılılar, Ardahanlılar gibi çoğaltalım) Derneği’ndedir, BİLKAR’dadır, HDP’ye, EMEP’e, CHP’ye, TKP’ye gider gelir ilişkileri iyidir, EYT’lidir, Gebze Emek ve Demokrasi Güçleri’ndedir, Birleşik Metal’dedir, Petrol-İş’tekilerle bir araya gelir bağlı fabrikalara istedikleri insanları yönlendirirler tabiri caizse paslaşırlar vs. İsmi geçen partilerin yaşatılanlarda doğrudan dahli olup olmadığına dair yorum hakkımı şimdilik saklı tutmakla beraber bihaber olmadıklarını söyleyeyim.
Yöntemler hep aynı
Dört farklı sendikalı fabrikadan çıkarıldığım günün Cuma günü olması tesadüf olabilir. Saat 17. 00’den hemen önce olması da öyle. İnsan Kaynakları’nda çalışan yetkiliye sebebini sorduğumda “bölüm yönetici/müdürlerinin kendisini bilgilendirmediğini” duymak da normal karşılanabilir. Sendika temsilcisine benim veya çalışma arkadaşlarımın sebebini öğrenmek için o gün ve sonrasında ulaşamamaları onun yoğunluğuyla açıklanabilir.- dört ayrı gün dört ayrı baş temsilci işleri olduğu için o gün fabrikadan erken çıkmışlardır, toplantıdadırlar, il dışındadırlar.- Ancak çıkarıldıktan günler sonra İnsan Kaynakları’nın değil de sendika temsilcilerinin çıkarılma nedeni olarak “keyfi rapor kullandı, insanlarla tartışıyor, performansı düşüktü, zaten fabrikada kadroya alım yok, biz ne yapabiliriz” şeklinde yaptıkları açıklamalar acı gerçekle baş başa kalmanızı sağlar. Çünkü çıkarılan bir kişidir, diğer tüm işçiler mükemmel insanlardır, çok çalışkan ve disiplinlidirler, işine canla başla sarılırlar, kontenjana takılmazlar, uyum sorunu yaşamazlar, dürüst, ahlaklı insanlardır vs. Aralarında başıbozuk bir kişi vardır, onun da gönderilmesi olağandır.
1 Nisan 2021’de işbaşı yapıp 28 Mayıs 2021’de “deneme süren bitti” denilerek Legrand Elektrik’ten çıkarılmak bende bardağı taşıran son damla oldu. İşbaşı yaparken sendika baş temsilcisinin “Sen MT Reklam’da sağa sola gidip röportaj verendin değil mi, dur seni Necmettin Başkan’a bir sorayım” dediği anda tahmini 6 aydan fazla çalışamayacağımı anlamıştım anlamasına da iki ay aklımın ucundan geçmemişti. Çünkü iki yıldan fazla bir süredir işsizdim ve başvurduğum yerlerden olumlu geri dönüş alamamıştım. Yevmiyeli işlerde, depolarda, merdiven altı bile sayılamayacak fabrikalarda düzenli bir gelirim olsun düşüncesiyle dayanmaya çalıştım. Pandeminin de derinleştirdiği ekonomik krizimi atlatmak için şiddet, mobbing ve cinsel tacize uğradığım Toktaş Plastik’te ahlaksız patronlarla çalışmaya daha fazla katlanamayarak istifa etmek zorunda kaldım. Patron ve yöneticilerini karakola şikayet ettiğim için zaten elden ödedikleri mesai ücretimi halen vermediler. Bunun üstüne dört ay daha işsiz kaldım. Sendikalı işyerlerine başvurmamaya özen gösteriyordum ancak ekonomik sıkıntılarla daha fazla baş edemediğimden kadın personel alımı yapan bu fabrikaya mecburen başvurdum. Çünkü pandemiyle birlikte sanayi bölgelerinde kadın işçi alımı ya azaltıldı ya da durduruldu. Ne zaman normale dönüleceğine dair öngörüde bulunamadığım için bir arkadaşımın, baş temsilciye durumumu anlatıp ismimi vermesiyle başvurduğum fabrikaya üç aylık da olsa sözleşmeli olarak işe başlayacaktım. İş yoğunluğu devam ettiği takdirde sözleşmenin iki-üç ay daha uzatılabileceği söylenmişti iş görüşmesini yapan bölüm müdürü tarafından. Pandemide zaten zar zor bulduğum bir işte en azından beş- altı ay çalışır o esnada da pandeminin etkileri azalır, fabrikaların eleman arayışı artar ve illa ki bir iş bulurum diye planlar yapmak lüksmüş.
Pandemi koşullarının işçilerin hayatlarında yol açtığı yıkımlara dair en çok açıklama yapan, rapor yayınlayan, hükümeti eleştiren DİSK’e bağlı Birleşik Metal- İş Sendikası’nın örgütlü olduğu fabrikada iki ay bile kabul görmemek; ne yaparsak yapalım, ne kadar ‘akıllı’ durursak duralım yine de işyerinin muktediri erkek temsilcilere yetmediğini/yetmeyeceğini, önlerinde secdeye durana kadar bizlerin kaderine hükmedeceklerinin ilânıydı bir nevi. Bu adamlar yapıştıkları koltukların hırsıyla, x ya da y başkandan aldıkları destekle yükselirken kirlenmiş, kirlendikçe yükselmiş, insanlıklarını yitirmişlerse her anlamda, onlarla konuşmanın/tartışmanın yolları tükenmiştir artık benim açımdan. Tam da bu nedenlerle ben ve benimle benzer sorunları yaşadığında yalnızlaştırılan/yoksunlaştırılan işçilerin karşılaştıkları haksızlıkları yazmamak adına sığındığım tüm bahaneleri yine kendileri ortadan kaldırmış oldular.
“Solcu” sendikacılar
Sendikalarda “solcu” kimlikleriyle bilinen insanlar ve temsil ettiklerini iddia ettikleri anlayışların, emeğinden başka geçim aracı olmayan insanlarla ilişkilenmesindeki temel bakış açısının bireysel hırslar ve çıkarlara dayalı olması zaman zaman dile getiriliyor olsa da kısa bir süre sonra konu kapanıyor ve bir şey olmamış gibi koltuk sahipleri imtiyazlı yaşamlarına devam ediyor. Sendikal örgütlenme yaptığı için işinden atılan öncü işçilerin sendika yetki almasına rağmen işbaşı yapamayışı; yandaşlığı reddeden, farklı siyasal düşüncelere sahip olan ya da hiçbir siyasal aidiyeti olmayan; sorgulayan işçilerin dışlanması, yalnızlaştırılması, marjinal olarak afişe edilmesi, karakteri ve ahlakına yönelik çirkin söylemlerde bulunulması… vb… yüzlerce örnek sıralanabilir. Bunları patronların/burjuvazinin işçi sınıfını teslim alma biçimleriyle tartışmak istemiyorum. Bu gerçekle zaten yaşıyoruz ve konuyu sınıfsal temelde açıklayan tespit, tez, kitap, makale, araştırma vb. tarihsel deneyimlerle oldukça zengin bir arşive ulaşmak mümkün. Emek sömürüsüne karşı yürütülen mücadele biçimleri içerisinde çok büyük önemi olan sendikalardaki “solcu”, “demokrat” temsilciler/yöneticilerin ortaya çıkan bu tablodaki rollerini kendimce anlatmak istiyorum.
Bizler zaten patronlar ve onların hizmetkarları tarafından fişlenmekte, türlü gerekçelerle ekmeğimizden edilmekteyiz. Karşıtımızdan doğrudan gelen saldırılara alışığız ve baş edebiliyoruz. İnanın daha az yorucu oluyor. Baş edemediğimiz anlarda ise belki bilince çıkararak belki de alışmaya başladığımızdan olsa gerek yeniden, yeni umutlarla yeni başlangıçlar yapabilme şansımız oluyor. Ancak ortak birçok alanda karşılaştığımız, yan yana geldiğimiz, birlikte yürüdüğümüz, birlikte mücadele ettiğimiz sendikacılarla yaşanan ufak bir gerilim bu şansımızı oldukça düşürüyor.
Sendikal hareketin genel olarak ülkede/dünyada bugün etki gücünün düşük olmasının birincil nedeni elbette ki egemenlerin işçilere yönelik bütünlüklü saldırılarıdır. Saldırılar karşısında etkili mücadele araçları ve yöntemleri geliştirmemek, geliştirilmesine yönelik atılan adımların bertaraf edilmesi ise sendikalar içerisindeki çıkar dalaşlarından kaynaklanıyor. Konfederasyon yönetimi, bağlı sendikalar ve şube yöneticileri, onlara bağlı işyeri temsilcileri ve delegelere kadar sirayet etmiş bir gerçek var. Elbette hâlâ tanıdığımız ve güven duyduğumuz insanlar da var bu mekanizmalar içinde. Ancak ya bütüne etki edecek konumda olmayışları ya da karşılaşacakları tavrı bildiklerinden yaşananlara seyirci kalmayı tercih etmeleri, onların, sorumluluk payından azade olduklarını düşündürtmesin.
Sendika ile tanışma
Süreç bizler açısından şöyle başlar. Çalıştığımız fabrikalarda saat ücretlerinin düşük olması bunun yanında maaşların düzenli ödenmemesi ve sebebini öğrenemediğimiz kesintilerin süreklileşmesi, insanca muamele görmemek, kadın çalışanların daha fazla mobbinge ve tacize maruz kalması, yoğun mesaili çalışıyorsak dışarıdaki hayatımızın yönetilmesine varan dayatmacı tutumlar ve yemeklerin yenilemeyecek kadar kötü olması sendikal çatı altında buluşmak için birincil nedenlerimizdir. Çalıştığımız sektöre bağlı olarak görüştüğümüz sendika şubesinde bize ilk sorulan soru “fabrikada kaç kişi çalışıyor, kaçını üye yapabiliyorsunuz”dur. Sayımız henüz %50+1’i karşılamıyorsa sayının tamamlanıp öyle görüşülmesi istenir. Tabii bu arada işyerinde çalışanların ağırlıklı olarak nereli oldukları, mezhepleri, işyerinde taşeron veya yevmiye usulü çalışan sayısı, Suriyeli çalışanların varlığı, kadın çalışanların sayısı, usta ve vardiya amirlerinden kaç tanesinin bize destek verebileceği, yapılan işe göre piyasadaki payı, yabancı sermayeli olup olmadığı da sorulur. %50+1 ve üzerinde bir sayıya ulaşmışsak eğer hızlıca üyelik çalışmaları başlar. Görüşmeye giden işçilerden beş-altı kişinin sendikayla düzenli görüşme yapması istenir. Aynı zamanda da Çalışma Bakanlığı’na sendikanın ilgili işyerinde TİS için yetkili sendika olma başvurusu yapılır. Bakanlıktan geri bildirim alınana kadar heyecanlı bekleyiş devam ederken patronlar sendikal örgütlenmeden haberdar olurlar. Sendikal örgütlenmeyi başından itibaren yürüten öncü işçiler hızlıca işten atılırlar –tek tek ya da topluca. İşyeri içerisinde kalan işçilerin atılan işçilerle bağını koparmak için kendince her türlü tedbiri alan patronlar zamanla başarılı olurlar.
Atılan işçilerle birlikte direniş başlatan sendikalar içerdeki ve işyeri dışındaki işçileri olabildiğince stabil tutarak ‘aykırı-aşırı’ tüm davranışların, eylemlerin cezai yaptırımlarını anlatıp süreci yetki tespiti ve hukuksal girişimlerin sonucunun beklenmesi şeklinde yönetirler. Basın açıklamaları ve yapılan etkinlik/eylemliliklerde patronlara üst perdeden sol soslu emeğe saygı çağrıları yapılır. İşçiler etrafında onları alkışlar, bu açıklamalarda söz verdirilip konuşan/konuşturulan işçi yok denecek kadar azdır. Süreç boyunca işçilerin sürekli yanında olan eğitim uzmanı sendikanın tarihi ve başarılarını, hangi fabrikalarda nasıl örgütlendiklerini anlatır. İş yasasından doğan haklar başta olmak üzere genel olarak sınıf bilincini yükseltecek çalışmalar yoktur, soran olursa cevaplanır, soran işçi deftere not edilir. İşçilerin patronun bir an önce masaya oturmasını sağlayacak kritik önerileri de süreci yasal yoldan zora sokacağına dair türlü açıklamalar yapılarak kabul edilmez. İşçilerin kararlılığı devam ettiği takdirde kazanılacağı anlatılmaya devam edilir. Ancak kararlılığı sürekli kılacak girişimlerde de bulunulmaz. Fabrika giriş çıkışlarında karşılaşılan işçilerle telefonlar üzerinden iletişimler sağlanır. Sendikanın yoğunluğuna bağlı olarak ayda bir veya iki defa Pazar günleri yapılan toplantıda yasal süreç, gelinen aşama anlatılır ve beklenmeye devam edilir.
Direniş zamanla sakin hale bürünür. Giderek zaman aralığı artan açıklamalar yapılır. İşsizlik maaşı alan direnişçilerin maaşı sendika tarafından asgari ücrete tamamlanır, işsizlik maaşı almayanlara ise ‘hak geçmesin’ denilerek aynı ücret ödenir çünkü sendikanın grev/direniş bütçesi ya yoktur ya da düşünüldüğü gibi sendikaların yüksek gelirleri yoktur vs. Direnişlerin tamamına yakını işsizlik maaşının alınma süresinin sonlanmasına yakın bitirilir. (Örgütlü oldukları fabrikalardaki işçilerin dayanışma, destek çabaları bir eleştiri konusu değildir.)
Sınıf bilinci ‘zayıf’ işçiler marjinalleşiyor
Kazanmaya dair umutların azalmaya başlamasıyla birlikte işçi sınıfının yetersiz, sınıf bilincinin zayıf olduğu daha çok dillendirilir. Uyanık işçi sınıfının ekonomik kazanımlara endeksli bir sendikal çalışmanın ötesinde düşünemediğine, çoğunun tazminat alabilmek için kendini işten attırmanın yolunun bir sendika üyesi olmasıyla mümkün olabileceğini bilen köylü kurnazı olduklarına dair ikna turları devreye girer ve güvensizlik aşılanır. Toplumun böylesi mücadelelere eskisi gibi bakmadığı, desteklemediği, iktidarın patronların dudaklarından dökülenleri harfiyen yerine getirdiği, işçi sınıfının direnmekten başka hiçbir şey yapamadığını, onun da günümüz şartlarında ancak bu kadar karşılık bulduğu gibi konuşmalarla ince ince başta direnişçiler olmak üzere işçilerin kendine duyduğu güven de silikleştirilmeye başlanır. Paralel biçimde, içerde halen çalışan işçilerin, iyileştirilmesi için mücadele ettikleri zor çalışma koşullarını kısmi olarak düzeltmeye başlayan patronlar ücretlerde de artış yapar. Yemekler doyurucu ve lezzetli olmaya başlar, fazla mesailer için insanlar eskisi kadar zorlanmaz, çalışma alanları ve tuvaletler düzenli temizlenir, küfür/hakaret eden ustalar/yöneticiler kibar konuşmaya başlar, bazılarının yetkileri sınırlanır, bölümü değiştirilir, değer verildiğini göstermek adına ayın elemanı gibi uygulamalar yapılarak her ay bir çalışana çeyrek/yarım/tam altın verilerek motivasyon artırılır vb. Ortam süt liman oluncaya kadar görüntü kurtarılırken sendikaya ihtiyacın olmadığı havası da oluşturulur. Sendikalı çalışmak için ısrar eden işçiler de artık marjinaldir.
Dışarıda ise direnişçi işçilerden sesler yükselmeye, eleştiriler dile getirilmeye başlanır. Sendika eleştirilere karşılık olarak her direnişin kazanımla sonuçlanamadığını, ellerinin kollarının bir yerden sonra bağlı olduğunu, egemenlerin çok güçlü olduğunu, iktidarın patronlara her yetkiyi verdiğini, işçilerin de yeteri kadar kararlı durmadığını anlatır. O çok mantıklı açıklamalarına rağmen hala eleştiri yöneltenler olduğu takdirde işçinin geçmişte siyasi bir örgütlenmeyle ilişkisi olup olmadığını öğrenmeye çalışarak niyetini sorgular ve marjinal diye etiketler. –Bu arada, direnişte yer alan kadın işçilerin ahlaksız olduğuna dair çeşitli söylentiler duymaya başlarız. Patronların başvurduğu klasik yöntemlerdir denilerek üzerinde durmaz sendikacılar ama biz yıllarca bunun etkilerini üzerimizden atmaya çalışırız. Bir kadın arkadaşımızın, üzerinden yedi yıl geçmesine rağmen halen daha kocası aranıp “karının seni o fabrikada aldatmadığı adam kalmadı, bunca zamandır o boynuzlarla nasıl yaşıyorsun” denilerek huzursuz edildiğini buradan duyurmuş olayım-. Kendilerinden bağımsız tutulan bir mağdur edebiyatına sığınarak süreci sonlandırırlar. Ve bu işçiler artık bazı sendikacılar tarafından da fişlenmiştir.
İş görüşmelerinde son işyerindeki çıkış nedenine bakıldığından çoğu işçi uzun süreli işsizlikle baş başadır. Artık yanlarında kimse yoktur. Hayata tutunma çabası içerisinde oradan oraya savrulur. Eş dost çevresi sayesinde işe başlar. Eskaza yine sendikalı bir yerde işbaşı yapmışsa, örgütlenme faaliyeti yürütülen bir yerde başlamışsa ya da kendisi örgütlenme çalışmalarını başlatanlardan biri ise sendikacılardan birinin kendisini tanıması sonrası o işyerinde de ömrü fazla değildir. Artık kan davası başlamıştır ve işçinin kaderine hükmederek tüm alanlarda patronlardan önce karşısına dikilirler. Karşısına derken de yüz yüze bir karşılaşma olmaz bu. Yetkilerini ve imkânlarını kullanarak ellerini bile sürmeden habitatlarından uzaklaştırırlar. On yıllardır bu mekanizmalar içerisinde yer alan temsilciler/yöneticilerin sendikal bilincindeki zayıflığı, alandaki başarısızlıklarını örtbas etme çabasının sonucu olarak insanları açlıkla terbiye etmek ilk başvurdukları yöntemdir kısacası.
Bahar Gök - Kadın İşçi / 06.07.21