“Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bir gün Almanların pabucunu yalayan, ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika’ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik.” (Ali Baba, Sayı: 1, 25 Kasım 1947)
Bu alıntı Sabahattin Ali’nin, dergilerde çıkan yazılarından dolayı sürekli soruşturmalara ve mahpusluğa maruz kalmasına karşı bireysel isyanını yansıttığı “Ne zor şeymiş” başlıklı makalesinin bir parçasıdır.
Bu topraklarda ezilenlerin dili olan yazarlardan biridir Sabahattin Ali. Toplumun dışlanmış ve ötekileştirilmişlerinin yaşamını kendi eserlerinde ana karakterler halinde sunan, kendine özgü gerçekçiliğiyle edebiyat tarihimizde yerini alan bir yazar… Başını önüne eğmeden, dik başı ile iktidarın da hışmına uğrayan Ali’dir o…
Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907 tarihinde Edirne-Gümülcine’ye bağlı Eğridere köyünde dünyaya gelir. Babası bir askerdir ve Ali’nin çocukluk yıllarında ülkenin içerisinde bulunduğu durumda bir asker olmak maddi olarak da zor günler yaşanılmasını kaçınılmaz kılar. Yoksulluk içerisinde yaşarlar.
Sabahattin Ali, adeta bir kurtuluş umudu ile Balıkesir’de yatılı bir okul olan muallim mektebine (öğretmen okulu) girer. 1925-26’lı yıllarda ilk yazı ve şiirleri Irmak isimli dergide yayınlanır. Böylece edebiyat yaşamına ilk adımını atmış olur.
Mezun olduktan sonra ilk olarak Yozgat’ta öğretmenlik görevini icra eder. Bu yıllarda MEB’in açtığı sınavla Almanya’ya eğitim görmeye gitmiş ve ardından memlekete dönünce Aydın ve Konya’da Almanca öğretmenliği yapmıştır. Artık bu yıllarda (1930 sonrası) siyasal düşünceleri de şekillenmeye başlamıştır. Konya’da yaşadığı süreçte TKP ile ilişkisi olduğu ve yazdığı şiirlerde Atatürk’ü eleştirdiği gerekçesi ile 1931’de tutuklanmıştır. Bu onun ilk tutuklanmasıdır ve 3 ay hapishanede kalıp davası beraat ile sonuçlanmıştır. 1932 yılında aynı gerekçe ile bir kez daha tutuklanmış, Sinop hapishanesine gönderilmiştir. Artık oklar üzerine çevrilmiştir. Hapishaneden çıktıktan sonra 1934 yılında tekrar öğretmenliğe başlayan Ali, 1937 ve 1940 yıllarında iki kere askere alınmıştır. Askerlikten döndükten sonra Ankara Devlet Konservatuarı’nda dramaturgluk ve Almanca öğretmenliği yapmıştır.
1940 yılında yayınladığı İçimizdeki Şeytan kitabı, Ali için artık siyasal anlamda da bir şeylerin netleşmeye başladığını göstermektedir. Bu romanla beraber okları üzerine daha çok çekmiştir. Bu romandan ötürü ırkçı kesim ve iktidarın baskısına maruz kalmış, kitap üzerine açılan davadan ‘44 yılında beraat etmiştir. Fakat beraat etmesi onun baskılardan kurtulması anlamına gelmeyecektir. Tüm memuriyet görevleri bir daha geri verilmemek üzere elinden alınmıştır.
Bunun üzerine 1945’te İstanbul’a giderek burada çeşitli dergilerde yazı yazar Sabahattin Ali. Burada Aziz Nesin ile birlikte Marko Paşa isimli dergiyi çıkarmaya başlarlar. Bu yıllarda yazdığı yazılarda sürekli iktidarı eleştirmiştir. 1947’de Ali’ye tekrar hapishane yolu görünmektedir. Yine kısa süreli olarak mahpusluk yaşayan Ali, yayın yaşamında karşılaştığı baskılar nedeni ile dergilerde yazma işine son vererek (1948) kendisinin olan matbaa aletlerini satar ve yerine bir kamyon alarak nakliyecilik yapar. Fakat üzerine açılmış olan davalar devam etmektedir. Bu dönem, kendi üzerindeki baskılardan dolayı bunalan Ali “Ne zor şeymiş” isimli kısa yazısında onurunu yine de koruduğunu ortaya koymuştur.
Artık ülkede kalmak istememektedir. Fakat iktidar ona pasaport vermek istemez. Hal böyle olunca yurtdışına illegal yollarla çıkmaya çalışır. Yurtdışına insanları kaçak olarak çıkardığını ve bu işle uğraştığını düşündüğü kişi olan Ali Ertekin’den bu konuda yardım ister. Oysa Ali Ertekin devletin bir ajanıdır. Sabahattin Ali yurtdışına çıkarma bahanesi ile Ali Ertekin tarafından Bulgaristan sınırına yakın bir yerde katledilir. Cesedi 2 Nisan 1948’de bulunur.
***
Sabahattin Ali’nin yazı ve şiirlerinde açık politik bir dil kendisini göstermez. O, toplumun gerçeklerine farklı bir tarzda ışık tutar. Evet, genel başlık açısından toplumcu gerçekçidir fakat onun kitaplarındaki kahramanların, örneğin iktidara karşı bir direnişini, başkaldırısını görmek çok mümkün değildir. Açık siyasi mesajlar yerine toplumun herhangi bir ezilen kesiminin acılarını işlemeyi yeğler. Ve bunu son derece başarılı bir şekilde yansıtır.
Eserlerinde -özellikle ilk evrelerde- açık siyasi mesajlar vermemesi onu iktidarın baskısından kurtaramamıştır. Bu baskılar onun üzerinde daha ilerletici bir rol oynamış, İçimizdeki Şeytan’la beraber eserleri daha da politikleşme yoluna girmiştir. Aziz Nesin ile beraber çıkarmaya başladığı Marko Paşa dergisi bunun daha açık bir örneğidir.
Şüphesiz Sabahattin Ali bir Nazım Hikmet değildir. Onda politik kimlik kendini daha duygusal bir şekilde dile getirir. Sevgi unsuru eserlerinde daha çok yer tutar. Bu unsur içerisinde toplumsal gerçekçi bir tarz kendini var eder.
Eserlerinde işçi sınıfı vurgusuna rastlanmaz fakat “kader mahkumları”, “ezilen köylüler”, “kadınlar”, “ötekileştirilmişler” kendini daha çok hissettirir. Bu yönü ile haliyle toplumun ezilen kesimi içerisinde yer alarak iktidarı rahatsız etmeye yetmiştir. Ali’nin toplumculuğu kendini bu şekilde gösterir.
2 Nisan 1948’de hunharca katledilen Sabahattin Ali edebiyatımızın ak sayfalarında kendi yerini almıştır. Onurlu ve eğilmeyen başı ile büyük yazarımızı saygı ile anıyoruz.
F. Deniz