Dinsel gericiliğin toplumdaki sonuçları: İstismar, şiddet, çürüme!

Sömürünün ve yoksulluğun iktisadi temellerini hedef alan sosyal mücadeleler bu ileri çıkışın ifadesi olacaktır. İşçi ve emekçilerin harekete geçmesi ve mücadeleyi büyütmesi, dinin sersemletici etkisini de toplum içerisinden söküp atmanın yolunu açacaktır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Kadın
  • |
  • 30 Kasım 2020
  • 19:50

Emperyalistlerin kanatları altında palazlanan Türk burjuvazisi, toplumsal uyanışa karşı dinsel gericiliği ve milliyetçiliği etkili bir şekilde kullanmıştır. AKP, bu çabaların bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Zaman içinde yaşadığı evrimin ardından, günümüzde dinsel gericiliğin iktidar gücü konumunu kazanmıştır.

Sermaye sınıfı ise işçi sınıfının birliğini parçalamak, örgütlülüklerini dağıtmak, böylelikle sınıfı kölelik koşullarına razı etmek için uzun uğraşlar vermiştir. Yaptıklarının semeresini ise AKP döneminde fazlasıyla toplamıştır. En yüksek kar marjları, en büyük vurgun ve rantlar bu dönemde yaşanmıştır. İşçi sınıfının ve emekçilerin bilinç düzeyi sürekli aşağı çekilmiş, örgütlenmesi yıkıma uğratılmıştır. 1980 darbesinin dahi el uzatamadığı işçi hakları bu dönemde bir bir gasp edilmiştir. AKP, 18 yıl boyunca iktidar koltuğunda oturabilmeyi tam da bu sınıfsal konumuna borçludur. 

Kadın cinsinin aşağılanmasını meşrulaştıran, onu erkeğin kölesi olarak gören ataerkil kültür ve geleneksel aile yapısı da bizzat AKP iktidarı tarafından güçlendirilmektedir. Bunun en etkili araçlarından biri Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Finansal ve kurumsal kapasitesi hayli artırılan DİB, kadınların aile içindeki geleneksel cinsiyet rollerini pekiştirme doğrultusunda Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetle Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığıyla eşgüdüm halinde çalışmaktadır. Bu işbirliğine dayalı olarak Kadın vaiz projelerinden Aile ve Dini Rehberlik Bürolarına, Diyanet Vakfı birimlerinden Kadın ve Demokrasi Derneği'ne ve Aile Eğitim Programlarına pek çok plan, proje ve birim hayata geçirilmiştir. Bu örgütlenme araçları ve basın-yayın faaliyetleri, eğitim, seminer, rehberlik hizmetleriyle kadınların dindarlaşması, kadınlar eliyle de toplumun dindarlaştırılmasında önemli aşamalar geçirilmiştir. DİB'in diğer bakanlıklarla eşgüdümlü olarak kurumsal faaliyet alanlarını genişletmesi, iktidarın gerici, cinsiyetçi politikalarını topluma akıtacak kanalları da çoğaltmaktadır. Bu çok yönlü ideolojik, kültürel saldırıları kadınlara yönelik yeni hak gaspları ve hukuk alanındaki saldırılar tamamlamaktadır. İmam nikahı öncesi resmi nikah şartının kaldırılması, miras-boşanma, nafaka ve koruma kararları konularında kadınlar aleyhine sunulan öneriler, çocuk istismarında rıza yaşının düşürülmesi, müftülüklere resmi nikah kıyma yetkisi verilmesi bu saldırıların güncel örneklerdir. Güncel saldırılar kapsamında çocuk istismarının “evlilik” adı altında yasalaştırılması ve İstanbul sözleşmesinin iptali de yer almaktadır.

Bununla birlikte, meclis kürsülerinden açılışlarda yapılan konuşmalara, basına verilen demeçlere kadar AKP'nin kadın düşmanı açıklamaları eksik olmamakta, bu söylemlere üniversite profesörlüğüne getirilen gerici kadrolar ayrıca eşlik etmektedir. Bu gerici koro hep bir ağızdan kadının sadece anne olabileceğini, çocuk yaşta evliliklerin normal olduğunu ve kadının erkeğe köleliğini vaaz etmektedir. Devletin tüm kademelerinde ve sosyal yaşam alanlarında yüksek perdeden kadınların eşit olmadığı propagandası yapılmaktadır.

Dinsel gericiliğin kurumsallaşması kadına yönelik şiddet oranını artırmaktadır. Şiddette son safha olan kadın cinayetleri dur durak bilmemekte, ortalama her gün üç kadın yaşamını yitirmektedir. Kadınların olağan yaşamı ise istismar, sistematik şiddetle tüketilmektedir. Kadınların yaşadığı bu çok yönlü fatura, onların olduğu kadar toplumdaki yabancılaşmanın, manevi, kültürel, ahlaki çürümenin bir yansımasıdır. İzmit'te cinci hocalardan medet uman ve karı-koca tecavüze uğrayan aile, dinci-gerici iktidar koşullarında toplumda yaşanan çürümenin en ucube örneklerinden biri olmuştur. Ezilen kesimler zihinsel, kültürel, sosyal gelişimlerini sağlayacak imkanlarını kaybetmekte, karınlarını doyuracak ve bir sonraki güne uyanacak olanakları günden güne yitirmektedir. Ortaya çıkan ucube örneklerin temelinde bu gerçeklik yatmaktadır. 

Özetle, sömürü ve eşitsizlik girdabındaki işçi ve emekçiler, bunları gölgelemek için kullanılan dinsel örtüyle derin bir karanlığın içerisine hapsedilmektedir. Ezilen sınıfa mensup kadınlar ise dinci-gerici ideolojinin sonuçlarından çok daha fazla etkilenmektedir. Buradan daha geri bir nokta yok; ancak ileriye doğru bir adım atmak mümkündür.  Sömürünün ve yoksulluğun iktisadi temellerini hedef alan sosyal mücadeleler bu ileri çıkışın ifadesi olacaktır. İşçi ve emekçilerin harekete geçmesi ve mücadeleyi büyütmesi, dinin sersemletici etkisini de toplum içerisinden söküp atmanın yolunu açacaktır.

D. Emir