İstanbul Sözleşmesi, kadın düşmanı AKP-MHP iktidarı tarafından gerici yaklaşımlar ve içeriğine ilişkin yanlış bilgilendirmelerle saldırının konusu haline getirildi. Nihayet 20 Mart gecesi İstanbul Sözleşmesi'nden çıkıldı. Ve açıkça görülüyor ki, bu saldırının hemen sonrasında 6284 sayılı yasanın gaspı gerçekleşecek.
25 Kasım'ın öngünlerinden itibaren yoğun bir saldırı, tartışma ve mücadele konusu olan İstanbul Sözleşmesi, fesih kararı tanınmayarak sahiplenildi. Sözleşmeden resmen çıkılacak tarih olan 1 Temmuz'a kadar bu saldırıya karşı seslerin yükseltilmesi devam edecek. Kadına yönelik şiddete, kadın katliamlarına, AKP-MHP zihniyetinin kadın düşmanı politikalarına karşı kadın hareketi ve toplumsal muhalefet kazanılmış haklardan vazgeçmeyeceğini yaşamın her alanında göstermeyi sürdürecek.
“Hayatlarımızdan, haklarımızdan ve geleceğimizden vazgeçmiyoruz!” diyen kadınlar ile pandemi ve kriz girdabında yaşanan tüm hak gasplarına karşı yükselen tepkinin ortaklaşmasının önemi açıktır. Zira, “yaşamak istiyorum” çığlığını yükselten kadınlar ile “insanca yaşam” talebini yükselten emekçiler bunları ancak eşitliğe ve özgürlüğe dayalı bir toplumsal düzende elde edebilirler. Dolayısıyla, “yaşamak için sosyalizm” bilinci ile yükseltilecek bir mücadele ancak sonuç alıcı ve kalıcı olanı sağlayabilir.
***
İstanbul Sözleşmesi yaşatır mı?
Kağıt üzerinde kalan bir sözleşme ya da yasayla kadınların yaşatılması mümkün değildir. Hele de kapitalizmde insanca yaşamak mümkün değilken, hele de hiçbir yasa ve kural tanımayan bir tek adam diktatörlüğü koşullarında... Sözleşmenin imzalanmasından bu yana gerekli önleyici önlemler sağlandı mı, katiller gerekli cezayı aldı mı? Elbette hayır! Ama öte yandan, varolan yasal hak ve kazanımların gasp edilmesiyle durumun daha da ağırlaşacağını görmek zor değil. Tedbirler ve caydırıcı yaptırımların hayata geçmesi ise, ancak örgütlü bir güç olarak hareket edilebildiği koşullarda mümkündür. Bu düzende kadınları ancak ve ancak mücadele ve örgütlü güç yaşatabilir!
Sözleşme bizim mi?
Uluslararası düzlemde böyle bir sözleşmenin kabul görmesi, kadınların dünyanın dört bir yanında yürüttüğü mücadelelerin etkisinden bağımsız değildir. Ama bu sözleşme ya da burjuva yasaları değil, bizleri kurtaracak olan kendi mücadelemizdir! Ancak örgütlü bir güç olarak hareket ettiğimizde, mücadeleyi yükselttiğimizde yasaların kağıt üzerinde kalmasını engelleyebiliriz.
Sözleşmenin uygulanmasını talep etmek ne anlama geliyor?
Sözleşme kadına yönelik şiddete karşı önlemler alınmasını sağlamayı, bu çerçevede uluslararası düzlemde denetim ve basınç uygulamayı hedefliyor. Burada her yasal hak için geçerli olan, kazanımların ilerletilmesi bilincinin kötürümleşmesini ve her şeyin yasalarla çözüleceği yanılgısının oluşmasını engellemek, bu mücadele sürecinin sorumluluğudur. Öte yandan, gasp edilmekte olan haklardan vazgeçmeme iradesini koymak da bugünün acil demokratik görevlerindendir. Vazgeçmeyeceğimiz, kazanılmış hakları koruma ve geliştirme mücadelesidir. Vazgeçmeyeceğimiz, kadına ve çocuğa yönelik şiddeti önleyici tedbirlerin uygulanması, şiddet uygulayanlara caydırıcı cezalar verilmesi için örgütlü mücadeleyi büyütmektir.
***
AKP-MHP iktidarının kararını tanımamak, kadına yönelik şiddetin teşvik ve tolere edilmesinin karşısına dikilmektir. 1 Temmuz'da “Hayatı durduralım!” çağrısıyla, fesih kararının tanınmadığını, kadına yönelik şiddetin önlenmesi için mücadele kararlılığını ortaya koymak için Türkiye'de eylemler gerçekleştirilecek. Dünyanın farklı yerlerinde gerçekleşecek eylemlerle de enternasyonal bir ses yükseltilecek.
Bugüne kadar sözleşmenin feshine karşı kadınlar bulundukları her alandan seslerini yükselttiler. Bu eylemsel tepki yaygınlaşarak devam edecek. Tepkileri daha güçlü ve yaygın bir biçimde açığa çıkararak, 1 Temmuz sürecini örgütlemeliyiz.
Bu süreç boyunca kadınların hayatlarına sahip çıkma, kadına yönelik şiddetin yaşamın her alanında son bulmasını sağlama mücadelesini örmek, kadınların örgütlü gücünü büyütmek sorumluluğu ile davranmalıyız. Açığa çıkan enerjiyi kadın düşmanı AKP-MHP iktidarına, kadına yönelik cinayetleri aklayan devlete, şiddeti her alanda yaratan ve besleyen çürümüş-çeteleşmiş kapitalist düzene yöneltmeliyiz. Dinci-faşist iktidarı geriletmek için her saldırıya karşı mücadele ile gedik açmayı ve ortak bir toplumsal muhalefet hattı oluşturmayı hedeflemeliyiz.
Toplumun her kesimi AKP-MHP iktidarının yasakçı-baskıcı uygulamalarından, pandemi ve krizin faturasının işçi ve emekçilere kesilmesinden, devletin çürüyüp çeteleşmesinden etkileniyor. Kadınların nefes alabildiği, gerçekten insanca yaşayabileceği bir toplumu inşa etmenin yolu, bugün yürüyen mücadelelerin şiddetin kaynağı olan düzene yönelmesinden geçiyor. Kadınların mücadelesinin değişik mücadele dinamikleri ile birlikte ortak kanala akmasından geçiyor.
Kadın hareketi son yıllarda kesintisiz eylem pratiği ile toplumsal mücadelenin önemli bir dinamiği haline gelmiştir. İstanbul Sözleşmesi'nin feshine karşı yürütülen mücadele işçilerin eylemleriyle, doğanın talanına karşı direnenlerle, eğitim hakkını ve özgürlüğünü savunan gençliğin mücadelesiyle birleşebildiğinde, saldırıları püskürtmek çok daha kolay olacaktır.
Toplumun farklı kesimlerinde birikmiş bulunan öfke, tepki ve hoşnutsuzluğun ortak bir mücadele hattında birleştirme, saldırılara karşı güçlü bir karşı koyuşu örgütleme hedefiyle hareket etmeliyiz. İstanbul Sözleşmesi'nin feshinin hükmü yok demek, AKP-MHP iktidarının bir hükmünün kalmadığı demekse, var gücümüzle yüklenmenin tam zamanıdır.
İşçi Emekçi Kadın Komisyonları