AKP-MHP iktidarının eseri olan ekonomik, sosyal ve siyasal kriz her geçen gün derinleşiyor. Dinci gerici iktidar bloku toplumsal meşruiyetini yitirirken, gerici, faşist, şoven politikalarla ömrünü bir gün daha uzatmak için her yola başvuruyor. Bir yandan işçi ve emekçilerin bilincini Kürt halkına yönelik kirli savaş politikalarıyla bulandırıyor, diğer yandan toplumsal muhalefete karşı azgın bir polis ve yargı terörünü devreye sokuyor.
Yirmi yıllık saltanatı boyunca sermayenin en sadık uşağı olan dinci-faşist iktidar bugün de sermayeye hizmette kusur etmiyor. Üstelik bu sefer, mafyalaşan devletin tüm çürümüş kurumları, bu gerici ortaklığın kendileri de birer sermayedara dönüşen şeflerine çalışıyor. Yirmi yılda yağma, rant ve talan politikalarıyla muazzam servetlere kavuşan bu yiyiciler ordusu, şimdi de son vurgunlarını yapma peşinde.
Yirmi yılda eşi benzeri görülmemiş bir hızda dereleri, gölleri, denizleri, dağları, ormanları, kıyıları, zeytinlikleri, kentleri -kısacası akla gelebilecek her türlü kamusal doğa varlığını ranta, talana açtılar. Cengiz’e, Limak’a, Kolin’e, Kalyon’a, Makyol’a peşkeş çektiler. Elbette ki bu yandaş şirketlerden yüklü rüşvet ve paylar almayı ihmal etmediler. Rant, yağma ve talan projeleri son zamanlarda hiç görülmediği kadar hızlandı. Kuşkusuz bunun arkasındaki en büyük etkenlerden birisi AKP-MHP iktidarının yarınını garantiye alamamış olmasıdır. Bu yiyiciler güruhu toplumun sırtında bir kambur gibi duruyor. Derinleşen krizin mayaladığı kaynaşma, yanı sıra işçi ve emekçilerin, gençlerin, kadınların sokaklara akma potansiyeli taşıyan öfkesi gerici-faşist iktidarı ürkütüyor. Bunun getirdiği acelecilikle adeta son dereleri, zeytinlikleri, nehirleri, ormanları aç gözlü bir canavar misali ranta ve talana açıyor.
Bunun son adımı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın kıyılarla ilgili yönetmeliğinde yapılan değişiklikle atıldı. Anayasada ve yasalarda tüm toplumun eşit derecede yararlanma hakkı olan kıyıların, turizm sermayedarlarına peşkeş çekilmesinin önü açıldı. Söz konusu değişiklik ile kıyı çizgilerinin yeniden belirlenmesine üç yeni istisna getirildi. Bunlar “Meskûn olmayan ve henüz tapu iptal davası açılmamış hazine taşınmazlarının bulunduğu kıyı alanları”, “Turizm işletmesi belgesi almış bazı yapıların bulunduğu kıyı alanları” “Mevcut kıyı çizgilerine yapılan itirazların teknik raporla yeni bir kıyı çizgisi tespiti yapılan kıyılar” olarak belirlendi.
Halihazırdaki yasalara göre sahil şeridine yapılacak yapıların kıyı çizgisine en fazla 50 metre olmasına izin veriliyordu. Bu üç değişiklik ile kıyı çizgisinin tespit edilişi oldukça muğlak bırakılıyor. Üstelik kıyı çizgilerinin belirlenmesi valiliklere bırakılıyor. Yani bir turizm şirketi vb. bir işletme valiliğe başvurarak bu istisnalardan kolayca yararlanabilecek. Kıyıya 50 metre kala yapılması öngörülen tüm yapılar, kıyılara yapılacak. Kıyılar işçi ve emekçilerin kullanımına kapatılarak, turizm sermayedarlarına peşkeş çekilecek. Üstelik söz konusu düzenleme yalnızca denizleri değil, nehirleri ve gölleri de kapsıyor. Bu kapsamda en büyük yıkımlardan birini de halihazırda iktidarın ranta ve talana açtığı “Salda Gölü’nün” yaşayacağını söylemek mümkün.
Yasal olarak tüm toplumun eşit kullanımına açık olduğu söylenen kıyılar AKP iktidarının “ben yaptım, oldu” mantığı ile aynı yasalarca sermayeye peşkeş çekiliyor. Kuşkusuz bu rant ve yağma kıyılar, zeytinlikler, ormanlar ve denizlerle sınırlı kalmayacaktır. Dinci-faşist iktidar bu konuda kapitalist düzenin ruhuna uygun davranmaktadır. Kapitalist sistemde her şeyin değeri pazarda getireceği kâr üzerinden ölçülür. Bu yüzden yaşamlarımızı, doğamızı, kentlerimizi, geleceğimizi koruyabilmenin tek yolu bu sistemin alaşağı edilmesinden geçmektedir. Yoksa bugün AKP-MHP iktidarının sermayeye hizmet için pervasızca oynadığı bu uğursuz rolü yarın bir başka sermaye iktidarı oynayacaktır.
S. Dede