Ortadoğu’da cereyan eden hegemonya çatışmasının merkezi olan Suriye yeni gelişmelere sahne oluyor. Çatışmanın belirgin iki tarafı olsa da, çıkarlara dayalı girift ilişkiler eksik olmuyor. Bölgede etkisi zayıflayan ABD emperyalizminin İsrail’i koruma telaşı, Rusya ile müttefikleri arasındaki ilişkilere de yansıyor.
Bölgedeki hegemonya çatışmaları dengeleri sarsarken, yeni dengelerin oluşturulmasını da zorlaştırıyor. ABD konumunu yeniden güçlendirmede zorlansa da provokatif rolünü etkin bir şekilde hâlâ oynayabiliyor. Trump yönetiminin Suriye’nin işgal altındaki Golan Tepeleri’ni İsrail’e bahşetme girişimi bu provokasyonlarının devam edeceğine işaret ediyor.
Tahran-Bağdat-Şam hattı
İran ile Suriye arasındaki stratejik işbirliği baba Esad dönemine dayanıyor. Saddam Hüseyin yönetimi her iki komşusuyla da sorunluydu. Mart 2003’teki ABD işgalinden sonra Bağdat’ta kurulan hükümetlerin ise bağımsız hareket alanları kısıtlıydı. Bundan dolayı Irak’ı İran-Suriye çizgisine yaklaştırma çabaları pek sonuç vermiyordu.
IŞİD’in ABD’nin onayıyla Irak kentlerini işgal etmesi ve sonrasında gelişen olaylar, durumu değiştirdi. ABD karşıtlığı Bağdat’ta yüksek sesle dile getirilmeye başladı. Özellikle IŞİD’e karşı savaşta belirgin rol oynayan “Halk seferberlik güçleri”nin (Haşd el Şabi) önemli bir kısmı ve bazı siyasi partilerin, “Amerikan askerleri Irak’ı terk etmeli, aksi halde onları silah zoruyla çıkartacağız” mesajı veren beyanları duyulmaya başladı. Bu tutumu geliştiren güçler son yıllarda İran-Suriye-Hizbullah ve Filistinli direnişçi örgütler eksenine yakınlaştı. IŞİD’e karşı savaşta etkin rol oynayan bazı örgütler, “direniş ekseni” ile ortak hareket etmeye başladıklarını ilan ettiler.
Bağdat’taki hükümet ise, ABD’yi kızdırmama kaygısıyla hareket ettiği için, İran-Suriye ekseniyle ortak işler yapsa da, ayrı bir duruş sergilemeye özen gösteriyordu. Yakın zamanda Irak Genelkurmay Başkanı’nın Şam’daki “üçlü zirve”ye (İran-Suriye-Irak Genelkurmay Başkanları) katılması, Bağdat yönetiminin ABD’yi rahatsız etmek pahasına da olsa Tahran-Şam eksenine yakınlaşmaya başladığını gösterdi.
Sancılı da olsa Suriye ekseninde bölgede yeni dengelerin kurulmaya çalışıldığı koşullarda gerçekleşen bu gelişme, ABD ile suç ortaklarını huzursuz edecek nitelikte. ABD’nin Suriye-Irak sınırını kontrol altında tutmak amacıyla geliştirdiği manevralar boşa çıkarılmıştı. Şimdi ise Bağdat yönetimine uyguladığı baskıların da ters tepmeye başladığı görülüyor. Irak yönetimi ihtiyatı elden bırakmayacak, ancak İran-Suriye hattına yakınlaşmaya devam etmekten de geri durmayacak. Bu ise, ABD’nin Irak’ta dayandığı zemini zayıflatan yeni bir gelişme.
Bu gelişme, Suriye’yi İran’dan uzaklaştırsın diye Moskova’nın kapılarını aşındıran siyonist yönetimi de huzursuz ediyor. Zira İran-Irak-Suriye-Lübnan Hizbullahı ve Filistin direniş hareketlerinden oluşan eksen güçlenirse, ABD ile Körfez şeyhlerinin desteğine rağmen siyonist rejim karşısında ciddi bir güç bloku bulacak.
Rusya’nın ikilemi
Tahran-Bağdat-Şam hattındaki gelişmeler sadece ABD-İsrail-Körfez şeyhlerini değil, Rusya’yı da hareketlendirdi. Üçlü zirvenin ardından Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun Şam’a gitmesi, meseleye verilen önemi gösteriyor.
Rusya’nın daha önce olmadığı kadar güçlü bir şekilde Orta Doğu’ya yerleşmesi, Suriye ile müttefiklerinin direnişi sayesinde mümkün oldu. Rusya’nın Eylül 2015’te savaşa doğrudan dahil olması da, Suriye’nin daha ağır, daha yıkıcı bir bedel ödemesini önledi. Bu noktada iki tarafın da çıkarları kesişiyor. Bununla birlikte bazı alanlarda çıkarları da öncelikleri de farklı olabiliyor.
Emperyalist bir güç odağı olarak Rusya’nın Orta Doğu politikası, Suriye-İran ikilisiyle geliştirilen ilişkilerle sınırlı değil elbet. Suriye ile müttefiklerine düşman olan İsrail-Körfez şeyhleri-Tayyip Erdoğan AKP’si “şer üçlüsü” ile de yoğun ilişkiler geliştiriyor. Öte yandan bölgede ABD için de kabul edilebilir bir denge kurulmasına özen gösteren Rusya’nın bazı öncelikleri, haliyle İran-Suriye cephesini rahatsız ediyor. Bu cephenin bazı çıkışları ise tersinden Rusya’yı rahatsız ediyor.
Bölgedeki etkisini arttıran Rusya’nın bu “denge oyunu”nu ne kadar sürdüreceği, nerede hangi taraf lehine esneyeceği belli değil. Yine de kesin olan bir şey varsa, o da Orta Doğu’daki zemininin sağlam kalması için “şer üçlüsü”nden önce İran-Suriye ekseniyle ilişkileri iyi tutmak zorunda olduğudur. Kendi emperyalist çıkarları bugünkü güç dengeleri içinde tam da bunu gerektiriyor.
Verili koşullarda Tahran-Bağdat-Şam ekseni, Rusya ile işbirliğini zedelemekten kaçınacaktır. Ancak bu, üçlü eksenin Rusya’nın bölgesel çıkarları için her zaman taviz vereceği anlamına gelmiyor. Beşşar Esad’ın sürpriz Tahran ziyareti, Şam’da gerçekleştirilen ‘üçlü zirve’ ve önümüzdeki günlerde atılması beklenen yeni adımlar, bu eksenin duruma göre Rusya istemese de bazı adımlar atabileceği izlenimini güçlendiriyor.
Son dönemde farklı çevreler tarafından dillendirilen Suriye’nin İran’dan uzaklaştırılması, Lübnan ve Filistin direniş hareketlerine verdiği desteği kesmesi dayatmalarının -Rusya istese bile- karşılık bulması mümkün değil. Emperyalist/siyonist güçlerle suç ortaklarının Suriye’ye saldırmalarının nedeni de bu aynı dayatmaların reddedilmesiydi. Dolayısıyla savaş tehdidine rağmen bu dayatmaları reddeden Esad yönetiminin, bu saatten sonra bunlara itibar etmesi olası görünmüyor.
Çatışmaların yayılma riski bakidir
ABD, İsrail, Körfez şeyhleri, AKP-saray rejimi dört koldan müdahale ederek Suriye’deki savaşın bitmesine engel oluyorlar. AKP-saray rejimi hem İdlib’deki cihatçı çetelerin tasfiye edilmesini geciktiriyor hem Kürt halkının kazanımlarını ortadan kaldırma histerisiyle ortamı provoke ediyor. PYD’nin Esad yönetimiyle anlaşmasını engelleyerek Fırat’ın doğusunu çatışmaya açık hale getiren ABD, siyonist rejimin yayılmacı politikasının uygulayıcılığını da üstlenerek, Golan Tepeleri sorununu körüklüyor. Trump’ın eteklerine yapışan Körfez’in Orta Çağ artığı kral ve emirleri ise, İran’a karşı “Sünni, siyonist, emperyalist” bir sefer düzenlemesi için emperyalist efendilerine yalvarıyorlar.
Suriye’ye karşı savaşta hezimete uğrayan bu güçler hem çatışmaların bitmesini engelliyor hem yeni savaş cephelerinin açılmasına neden olabilecek politikalar izliyor. Bu girift tabloda bölge halklarının rahat bir soluk almaları, yıkım ve savaştan arınmış bir sürece girme şansları çok düşüktür. Bu aşamadan sonra bölgede gerçek barış ve kardeşlik ortamı ancak emperyalizme, siyonizme ve gericiliğe karşı halkların birleşik mücadelesiyle inşa edilebilir.