AKP iktidarı iş başına geldiği günden bu yana hiçbir sınır tanımadan sermaye sınıfına hizmet etti. Bu hizmeti yaparken büyük bir servete, medyaya, devlet kurumlarına da el koydu. Tek adam diktasına dönüşen rejim ülkeyi kaba bir keyfiyetle yönetiyor. Kendisine biat etmeyen herkese “terörist” damgası vurmaya çalışıyor. Doğayı talan eden “mega projeler” yapıyor. Bunlarla hem yandaş sermayeyi palazlandırıyor hem kendi payını alıyor.
Bu palazlanma işçi ve emekçilerin daha ağır şartlarda daha düşük ücretlerle çalıştırılması sayesinde mümkün oluyor. İşsizlik, pandemi, zamlar emekçilerin belini büküyor. Buna rağmen rejim, dışarıda sürdürdüğü savaş ve saldırganlık politikalarıyla “güçlü Türkiye” safsatasına sarılıyor. Oysa saldırgan politikalardan dolayı dünyada yalnız kalmış ve bataklığa sürüklenmiş bulunuyor.
İçeride ve dışarıda sıkışan rejim, temel hak ve özgürlükleri hedef alarak baskıyı artırıyor. Yalan ve demagojilerle toplumu yönetmeye ve her aykırı sesi bastırmaya çalışıyor. Son dönemde bu tutumu pervasızlıkla sergileyenlerden biri de Erdoğan’ın devşirerek İçişleri Bakanı yaptığı Süleyman Soylu’dur. Sanatçılara, gazetecilere, aydınlara, milletvekillerine saldıran, tehditler savuran Soylu, son olarak Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı (AYM) hedef aldı. AYM Başkanı’na sokak ağzıyla sataşması, rejimdeki çürümenin vardığı boyutu gözler önüne serdi.
Anayasa Mahkemesi, 1980 askeri faşist darbesinden kalma “şehirlerarası yollarda gösteri yürüyüşünü yasaklayan” kanunu iptal etti. Karara tepki gösteren faşist Soylu, AYM başkanına saldırdı. “Madem onayladınız. Polis koruması olmadan bisikletinle işe git gel bakalım. Ben arabamla tek başıma gitmeye varım, sen var mısın?” sözleriyle, bir “çete reisi” gibi hareket ettiğini bir kez daha ortaya koydu.
Rejimin şeflerinin devlet gücüne yaslanarak muhaliflere saldırmaları artık “olağan” davranış biçimi haline gelmiştir. Fakat bu kez sistemin önemli kurumlarından biri olan AYM’ye sataşmaları, işin nasıl da çığırından çıktığını gözler önüne serdi. Temel hak ve özgürlükleri yok sayan, her eylemi keyfi bir şekilde yasaklayan rejim, böylesi bir ortamda sistemin önemli kurumlarından biri olan Anayasa Mahkemesi’nin “eylem, toplantı, yürüyüş yapmanın önünde engel yok” anlamına gelen bir karar alması karşısında büyük bir tahammülsüzlük sergiliyor.
AKP-MHP rejiminin asıl derdi Anayasa Mahkemesi’nin kendilerinden bağımsız karar almasıdır. Yürütmenin yasama üzerindeki tahakkümüne kısmen de olsa itiraz etmiş olmasıdır. Elbette rejim AYM’nin verdiği karara uymuyor. Her eyleme kolluk kuvvetleriyle saldırarak “eylem-toplantı-yürüyüş yapma hakkı”nı kaba şiddetle çiğniyor. Buna rağmen AYM’nin kararını “aykırı ses” sayıp saldırıyor.
Soylu’nun AYM başkanını tehdit ederken, “ülke kan gölüyken, teröristler cirit atarken bu karar nasıl alınır” anlamına gelen ifadeler kullanması gülünçtür. İçişleri Bakanı unvanı taşıyan bir kişi, ülkesinde teröristlerin cirit attığını söylüyor. Bu aynı zat başka bir vaazında ise toplumda huzurlu bir ortam sağladıklarını iddia edebiliyor.
Saray tarafından bakanlığa atanan bu zat tam bir “çete lideri” gibi davranıyor. Sokaklarda hazır bekleyen faşist beslemelerin tasmasını elinde tutan Soylu, ihtiyaç duyduğunda onları devreye sokuyor. Tecavüzcülere, katillere kalkan oluyor.
Toplumdaki öfke ve hoşnutsuzluğun büyümesinden kaynaklı herkese çatan rejimin şefleri, derinleşen krizi yönetmekten bile acizler. Bundan dolayı yapay gündemlerle biriken sorunların üzerini örtmeye çalışıyorlar.
Her geçen gün daha fazla çürüyen ve kokuşan rejim ayakta kaldığı sürece toplumu da yıkıma sürüklemeye devam edecek. Bu yıkımın önüne geçebilmek için, toplumda büyüyen hoşnutsuzluğu örgütlü bir güce kavuşturup, faşist zorbalığa karşı mücadeleyi yükseltmek gerekiyor.