Sokağa çıkma yasağı ve algı operasyonu

Her türlü bilimsel yaklaşımdan uzak, hafta sonunu kapsayan ve sadece 48 saatle sınırlı sokağa çıkma yasağı rezaleti, Türkiye sınırlarını aşan tepkilere neden oldu. Dünya Sağlık Örgütü de dahil birçok bilim kuruluşu ve siyasi otorite tarafından eleştirilere konu edildi.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 14 Nisan 2020
  • 08:22

Geçtiğimiz hafta sonu 31 ilde sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi ve sonrasında yaşanan gelişmeler, AKP-Erdoğan iktidarının sahnelediği rezaletlerin yeni bir örneği oldu. Gece yarısından itibaren geçerli olacak yasağın akşam saat 22.00’da ilan edilmesi, keyfiyette her türlü sınırın aşıldığının göstergesiydi. Yasağa hazırlıksız yakalanan insanlar en zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için açık olan market, bakkal, fırın vb. yerlere yığılmak zorunda kaldılar. Bir salgın sürecinde ortaya çıkan tablo vahimdi.

Sarayın borazanı Sabah gazetesinde köşe “yazarlığı” yapan ve Erdoğan’ın şakşakçılarından olan Mehmet Barlas ile Engin Ardıç, yasak ilanı nedeniyle alışverişe giden insanlara hakaretler yağdırdılar. 12 Nisan Pazar günkü gazete köşelerinde, acil ihtiyaçlarını karşılamak için sokağa çıkanlara alenen “ayılar, alt tabaka, lümpen, zekâ özürlüler” diyerek hakaret etmeleri, düzen şakşakçılığının, trolcülüğün ve üst tabaka aymazlığının geldiği noktayı gösteriyor.

Zorunlu ihtiyaçlar nedeniyle sokaklara yığılma yaşanacağı biline biline alınan karar, salgının yayılma hızını arttıracağı için eleştirilere ve büyük tepkilere yol açtı. Bırakın “muhalefeti”, AKP tabanında ve birtakım yöneticileriyle birlikte sarayın bekçisi MHP’de bile tepkisini dile getirenler oldu.

Adı var kendi yok “Bilim Kurulu”nun üyeleri, sokağa çıkma yasağı kararını açık otumda oldukları bir televizyon kanalında öğrendiler. Gizleyemedikleri şaşkınlıklarına rağmen, “çalınan minareye kılıf uydurma”ya çalıştılar. Böylece hem kişiliksizliklerini hem de “bilim insanı” unvanına sahip olmadıklarını ispatladılar. Sokağa çıkma yasağını, salgın sürecini yönetmede birinci dereceden sorumlu olması gereken Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da herkes gibi televizyonlarda öğrendi.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da dahil sözde “Bilim Kurulu” üyelerinden, bu rezalet karşısında onurlu bir davranış beklemek elbette naiflik olurdu. Örneğin, insani onurun zedelenmesi nedeniyle istifa etmek bile, kukladan ötesi olmayı, bir kimlik-kişilik sahibi olmayı gerektiriyor. Bu ise hangi “bilimsel” payeleri taşıyor olurlarsa olsunlar bile isteye iplerini Erdoğan’a teslim edenleri fersah fersah aşıyor. Yaşanan gelişmeler neticesinde salgın riski katbekat artmış, üst üste tepkiler yağmış, “Bilim Kurulu”nun umurunda mı?

Her türlü bilimsel yaklaşımdan uzak, hafta sonunu kapsayan ve sadece 48 saatle sınırlı sokağa çıkma yasağı rezaleti, Türkiye sınırlarını aşan tepkilere neden oldu. Dünya Sağlık Örgütü de dahil birçok bilim kuruluşu ve siyasi otorite tarafından eleştirilere konu edildi.

İlk başta tepkilere cevap vermeye çalışan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “Sokağa çıkma yasağı sayın Cumhurbaşkanımızla istişare edilerek alınmıştır” diyerek kendini savunmaya aldı. Fakat tepkiler büyüyüp sınırlar aşınca sarayın algı operasyonu gündeme getirildi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya önce “Yaşanan olumsuzlukların nedeni benim. Eleştirileri de, hakaretleri de kabul ediyorum” dedirtildi. Ardından o bilinen “istifa” açıklaması geldi: “Gayretle ve titizlikle yürütülen bir süreçte tamamen salgının önlenmesine yönelik hafta sonu sokağa çıkma kararının uygulanmasının sorumluluğu, her yönüyle şahsıma aittir, İçişleri Bakanlığı görevimden ayrılıyorum.”

Böyle bir durumda muhalefetten “bu yetmez esas sorumlu olan Recep de istifa etmelidir” demesi beklenirken, düzen muhalefeti böyle bir açıklama bile yapamadı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Sayın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bu kararı tek başına aldığına inanmıyorum, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elini rahatlatmak için almıştır. Saygı duyuyorum.” demekle yetindi. Millet İttifakı’nın diğer bileşenleri de bu ve benzeri açıklamalarla aynı koroda yer aldılar. Böylece, AKP şefinin onları aşağılamak için kullandığı “çömez muhalefet” tanımını bir kez daha haklı çıkardılar.

Danışıklı dövüş olan “istifa”dan bir süre sonra Cumhurbaşkanlığı tarafından istifanın kabul edilmediği açıklandı: “Bir makam sahibinin istifasını sunması kendi takdiridir, fakat nihai karar sayın Cumhurbaşkanımıza aittir. Sayın Bakanımız istifa talebini sayın Cumhurbaşkanımıza sunmuş, Cumhurbaşkanımız bu talebi uygun bulmadığını kendisine ifade etmiştir. İçişleri Bakanımızın istifası kabul edilmemiştir, kendisi görevine devam edecektir.”

“Hassasiyetinden” dolayı Erdoğan ve Bahçeli’den takdir gören Soylu ise ikisine de itaatini ileterek, göreve devam dedi. Saray bu hamle ile hem kendine yönelen tepkileri dindirmek ve hem de imajı zedelenen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun elini güçlendirerek algı operasyonunu tamamlamak istemektedir.

Tüm bu yaşananlar Erdoğan-AKP iktidarının sınır ve kural tanımaz aymazlığının yanı sıra, onun açmazlarını ve çaresizliğini de gösteriyor. Muhalefetin elinde olan belediyelerin bağış toplamalarının yasaklanması, ihtiyacı olanlara yardım malzemeleri ulaştırmaların engellenmesi, bu belediyelere ait aşevlerinin fonlarının dondurulması gibi zorbalıklar da bunun bir yansımasıdır. Ordunun devreye sokulması, sadaka paketlerinin jandarma aracılığıyla işçi, emekçi ve yoksul halkın eline “Cumhurbaşkanımızın selamı var” diyerek tutuşturulması gibi arsızlıklar da öyle... Bu zıvanadan çıkmışlık hali AKP iktidarının gücünün değil, güçsüzlüğünün ikrarıdır aslında.

Gelinen aşamada muhalefeti ve iktidarı ile sermaye düzeni bir açmazla karşı karşıyadır. Bütün mesele bu açmazın hangi yöne evrileceğidir. İşçi ve emekçiler, yaşanan salgının, açlığın, yoksulluğun, baskıların ve sömürünün sorumlusu olan sermaye düzenine dur demedikleri sürece, sürecin nasıl seyredeceği bellidir.