Sermaye devleti AKP yönetimi altında tarihinin en çürümüş, çeteleşmiş ve mafyalaşmış dönemini yaşıyor. Sermaye düzeni her alanda içinden çıkılmaz çok boyutlu bir kriz içinde debeleniyor. İktidar, en kirli ve en kanlı icraatlarıyla, emekçiler için yaşamı cehenneme çeviren politikalarıyla, eriyen tabanı, büyük darbe almış meşruiyeti ve yüz yüze kaldığı çıkışsızlığıyla ömrünün sonunu gelmiş durumda. Ayakta kalışını daha çok zora ve zorbalığa, toplumda yarattığı kutuplaşmaya borçlu. Fakat tüm çabalarına rağmen onun dönemi kapanmaktadır. TÜSİAD’ın demokrasi ve laikliğin önemine, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığına, tüm vatandaşlar için hak ve özgürlüklerin güvenceye alınmasına özel vurgular içeren “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa” programı da AKP sonrası döneme hazırlığın ürünüdür. Artık tartışılan, Erdoğan ve AKP’sinin döneminin kapanıp kapanmayacağı değil, bu dönemin nasıl kapanacağı ve yeni dönemin nasıl olacağıdır.
Erdoğan’ın izlediği ve boyunu aştığı maceralar içeren dış politikası, uşaklığını yaptığı emperyalist efendileri başta olmak üzere uluslararası bir dizi güç tarafından da “isyan” ve tepkiyle karşılanmaktadır. Erdoğan iktidarının müttefikleri tarafından da artık kabul görmediği, onlar nezdinde de döneminin kapanmakta olduğunu-olması gerektiğini gösteren çokça işaret var. Uluslararası Mali Eylem Görev Gücü’nün kara para aklama ve terörizmin finansmanı ile mücadele konusunda Türkiye’yi gri listeye alması, 10 ülkenin Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını isteyen açıklaması, Halkbank’ın ABD’de de yargılanabileceği, ABD Kongre üyelerinden Dışişleri Bakanı Blinken’a Türkiye’ye F-16 satmayın mektubu, Batılı emperyalistlerin “sertleşen” tutumu ve ABD ile gerilimin tırmanarak sürmesi gibi adımlar, bu gerçeğin dikkate değer bazı göstergeleridir.
Bütün bunlar, dinci faşist iktidarın içte olduğu kadar dışta da büyük bir çıkışsızlık ve kuşatılmışlık içinde olduğunu gösteriyor. ABD ve Rusya arasındaki çatlaklara oynama manevraları da pek işe yaramıyor. Dolayısıyla sadece iç politikaya dönük olma hedefiyle zaman zaman kükrediği ABD ve NATO karşısında kuyruğunu kısmış, kendini onların insafına terk etmiş durumda. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, NATO Savunma Bakanları Toplantısı sonrası soruları yanıtlarken, “Bazıları bilinçli veya bilinçsiz olarak ‘Türkiye bir yere mi gidiyor’ gibi söylemlerde bulunuyor. Türkiye’nin bir yere gittiği yok. 70 yıldan beri biz NATO’nun şerefli bir üyesiyiz.” açıklaması da bunu göstermektedir. Zira onlar, zaten her zaman NATO’cu ve Amerikancıydılar.
İçerdeki çöküşü işgal ve ‘savaşla’ aşma girişimi
Erdoğan ve rejimi, çok boyutlu kuşatılmışlık karşısında içerideki konumunu güçlendirmek için özellikle de Suriye’de yeni bir maceraya girişmek istiyor. Yeni bir savaş histerisi tırmandırıyor. Son haftalarda gündem konusu olan Suriye ve Irak’a askeri operasyon arzusu, rejim için bir çıkış imkanı olarak görülüyor. Erdoğan’a verilen yetkinin iki yıl daha uzatılması da bunun sonucudur. Artık içerde çok yönlü kuşatılmışlığın çaresizliği içinde olduğunu, iktidardaki ömrünün sonuna geldiğini bilen Erdoğan, işgal harekatını gündeme getirerek ömrünü uzatmak istiyor.
AKP-MHP iktidarı, savaş tamtamlarıyla içerde yaşanan büyük ekonomik, siyasal ve sosyal sorunların, bu sorunların emekçilerin yaşamanda yarattığı büyük acıların ve yıkımların üzerini “ulusal güvenlik” ve “terörle mücadele” gibi gerekçelerle örtmeye çalışmaktadır. Yarattığı bataklığın içinden çıkamayan rejim, çözümü dışa dönük saldırganlıkta aramaya yöneliyor. Yükseltilecek milliyetçilik ve şovenizm dalgasıyla Türkiye emekçileri yeniden şoven histeriyle kuşatılmak isteniyor. Böylece, eriyen tabanını ve yerlerde sürünen itibarını koruyabileceğini ve aynı zamanda burjuva muhalefeti yedekleyebileceğini, onun yükselişini önleyebileceğini hedefliyor. Öte taraftan da biriken sosyal mücadele dinamiklerini patlamadan bastırmak istiyor. Temel bir amaç olarak da işgalci saldırganlığa yeni bir halka ekleyerek, Kürt halkı ve hareketinin elde ettiği mevzileri ve bunun kalıcı bir statüye kavuşmasını engellemek, dahası tasfiye etmek istiyor. Bölgedeki emperyalist yağmada pay kapmak da amaçlar arasındadır.
Türkiye kapitalizmi ve onun dümeninde bulunan AKP-MHP bloku, zorbalığın yanı sıra militarist ve savaşçı girişimlerini “iç ve dış düşmana” karşı sürekli güçlendirmesi de bundandır. İçerde tırmandırılan zorbalığa ve devlet terörüne dışarda saldırgan ve savaşçı adımlar eşlik ediyor. “Ulusal güvenlik ve teröre karşı mücadele” adına iç ve dış güvenlik harcamalarının ulaştığı devasa boyut da bunu kanıtlıyor.
Operasyon için ABD ve Rusya’ya muhtaçlık
Bu ve benzeri amaçlar için Suriye ve Irak’a karşı gündeme getirilen askeri operasyonun, ABD ve Rusya’nın onayı olmadan gerçekleşmesi olası görünmüyor. Putin’le yaptığı ve hiçbir devlet temsilcisini katmadığı “baş başa” toplantıda Erdoğan’ın Rusya’ya ne gibi tavizler karşılığında işgal “izni” alacağı bilinmiyor. ABD ise uşağına karşı “sertliğini” sürdürmekte ve Kürt müttefiklerini yalnız bırakmayacağını söylemektedir. Dolayısıyla Erdoğan, operasyon için ekim ayında Roma’da yapılacak olan G-20 zirvesini, yani Biden ile yapacağı görüşmeyi bekliyor. Kürt sorunu sadece iç değil, bölgesel bir sorun, dahası emperyalist güçlerin de müdahil olduğu uluslararası bir sorun haline geldiği içindir ki Rusya, ABD, AB, Arap ülkeleri vb. arasındaki çelişki ve çıkar çatışmaları gibi faktörler ve küresel emperyalist güçlerin tutumu, Türkiye’nin askeri operasyon tutumunu belirleyecek temel etkenlerdir.
Suriye’de Esad rejimini yıkmak için Türk devletiyle birlikte hareket eden ülkelerin çoğu, gelinen aşamada “Esad’sız Suriye” dayatmalarından vazgeçmiş görünüyorlar. Diğer yandan da Suudi Arabistan, BAE, Ürdün, Bahreyn, Cezayir, Tunus gibi ülkeler Suriye ile tekrar ilişki kurmaya yönelmiş, telefon trafiğini sıklaştırmış bulunuyorlar. Rusya ile ABD’nin Fırat’ın doğusuna çözüm arayışında olduğu da söyleniyor. Avrupa ülkelerinin Şam’daki elçiliklerini yeniden açacağı iddia ediliyor. Yanı sıra Interpol, Suriye’yi yeniden üyeliğe kabul ettiğini ve Şam ofisine tüm yetkilerini iade ettiğini açıkladı. Avrupa Parlamentosu (AP) ise Suriye savaşının 10. yılı nedeniyle aldığı kararda Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’deki varlığını “uluslararası hukuku ihlal etmek” ve “işgal” olarak tanımladı. Bu ve öteki başka gelişmeler, Suriye’de yeni bir evreye geçileceğine işaret ediyor. Amerikan dergisi Newsweek’in Esad’ı son sayısının kapağına taşıyarak “Geri döndü” manşetini atması, Esad’ın “dünya sahnesine dönmekte olduğunu” yazması da bunu anlatıyor.
Tüm iç ve dış hezimet, Erdoğan’ı askeri operasyon ihtiyacına zorlamış ve onun bu yönlü arzularını kamçılamış görünüyor. Ama lehine olan tüm gelişmelere rağmen Erdoğan ve rejiminin herkese “kafa tutması”, nasıl bir gözü dönmüşlük içinde bulunduğuna ve ömrünü uzatmak için (yapıp yapamayacağından bağımsız olarak) olmadık çılgınlıklara baş vurma ihtiyacına işaret ediyor.
Hedef, aynı zamanda Kürtlerin kazanımlarının tasfiyesidir
ABD önderliğindeki Batılı emperyalistler Ortadoğu halklarına cehennemi yaşatıp, bunu halen de sürdürüyorlarken, Türkiye’nin faşist AKP iktidarı da işlenen büyük suçların baş sorumluluğunu üstlendi. Hedefinde ise büyük Osmanlıcılık rüyasının yanı sıra Kürt halkının kazanımlarının tasfiyesi vardı. Kürt hareketi ve halkının bölgesel düzeydeki kazanımlarının tasfiye edilmesi, Türkiye’nin Ortadoğu’ya ilişkin izlediği dış politikanın temel esaslarından biri olmaya devam ediyor.
Türkiye’nin “ulusal güvenlik” olarak ileri sürdüğü şey, Kürt halkının ve hareketinin kazanımlarıdır, somut olarak Rojava’daki fiili özerk yönetimdir. Kürtlerin Suriye’deki özerklik gibi fiili bir kazanımının uluslararası alanda meşruiyet kazanıp onay görmesi düşüncesi, Türkiye’nin kabusu gibidir. Türk sömürgeci rejimi, bunları tehlike olarak görüyor ve karşı adım atmaya çalışıyor. Halihazırda Suriye ve Irak’ta işgalci konumda bulunan Türk sermaye devleti, Suriye ve Irak’a yapmayı planladığı yeni bir askeri operasyonla işgal edilen alanlara yenilerini eklenmek istediği gibi, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük özlemini de boğmayı hedefliyor.
Sömürgeci Türk sermaye iktidarı, Kürt halkına, hareketine ve kazanımlarına saldırmak ile Türkiye işçi sınıfını ve emekçi kitleleri ırkçı-şoven zehirle sersemletmeyi iç içe yürütmektedir. Ağır ekonomik krizin sonu gelmeyen faturalarına, zora ve zorbalığa, dinsel gericiliğe ve yobazlığa, hırsızlık, yolsuzluk ve yağmaya karşı emekçilerin büyüyen öfkesini denetim altına almanın da yollarından biridir bu. Yanı sıra “ulusal güvenlik”, “teröre karşı mücadele” palavralarıyla demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesine ve devlet terörünün tırmandırılmasına da meşruluk kazandırılmak istenmektedir savaş tamtamlarıyla.
İşgal girişiminin karşısına dikilmek ilerici ve devrimci güçlerin önünde duran temel görevlerden biridir. Dolayısıyla, sömürgeci Türk sermaye devletinin, kardeş Kürt halkının kazanımlarını tasfiye çabasına ve komşu halklara yönelik saldırganlığına karşı Türkiye işçi sınıfını ve emekçi kitleleri harekete geçirebilmek için çok yönlü ve kesintisiz bir çaba içinde olmak yakıcı önemdedir. Zira Türk sermaye devletinin komşu halklara ve Kürt halkının kazanımlarına karşı elde edeceği başarı, Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitleler üzerindeki sınıfsal kölelik zincirlerine yeni halkalar eklemek anlamına gelecektir.