Gerici-faşist rejimin şefi Tayyip Erdoğan, seçimlerden önce “Kamuya işe alımlarda zorunlu bazı alanlar dışında başarı sıralamasına göre işe alımı esas haline getireceğiz” diyerek kamuda mülakatları kaldıracaklarını vaat etti. Her sözü gibi bunun da sahte olduğu ortaya çıktı. Çünkü kamuda işe alımlarda mülakat devam ediyor.
“Mülakatın” yarattığı sonuçların geldiği boyut
Kamuda işe alımlarda “mülakatlar” aracılığıyla sınavlarda başarılı olanlara değil dinci-faşist rejimin destekçilerine öncelik tanınıyor. CHP Ankara Milletvekili Murat Emir’in TBMM gündemine taşıdığı iddialara göre, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda “görevde yükselme ve unvan” değişikliği sınavında 90 ve üzeri puan alan adaylar mülakatla elendi. Ayrıca, Personel Daire Başkanı eşini “hülle” yoluyla şube müdürü yaptı. “Kamu Personeli Seçme Sınavı”ndan (KPSS) sonra mülakat sisteminin getirilmesindeki asıl amaç liyakatsizliği, kayırmacılığı ön plana çıkarmaktı. AKP-MHP iktidarı, bunu yıllardır uyguluyor.
Gerici-faşist rejimin mülakat uygulaması ile yandaşlarını kamu alanında iş sahibi yapması bir yanıyla bu alandaki yozlaşmanın da en temel göstergesidir. Mülakat sistemi iş güvencesinden yoksun kesimler arasındaki kayırmacılığın ve keyfiyetin geldiği boyutu ortaya çıkarmaktadır.
AKP-MHP iktidarının parti-devlet olarak işlediği, devleti tüm kurum ve olanakları ile elinde, denetiminde ve hizmetinde tuttuğu böylesi bir dönemde yaşananlar bir sonuçtur. Mülakat devleti ele geçiren bu dinci-faşist koalisyonun kendi düzenini oturtabilmesi için elini kolaylaştıran işlevsel bir araçtır. Mülakat sistemi bu kapsamda ele alınmadığında, karşısında öne çıkarılan “liyakat” söylemi çürümüş sermaye düzeninin eleştirisi olarak değil, çoğu zaman güzellemesi olarak kullanılıyor.
“Liyakat ve mülakat” ikilemi
Eşitsiz koşullarda yapılan sınav sistemi üzerinden “yeterliliğin ölçülmesi”nin ne kadar sağlıklı bir yöntem olduğu tartışmalıdır.
Liyakat, “layık” kökünden geliyor ve uygun olmak anlamında kullanılıyor. İfade edilen çerçevede ise işin üstesinden gelebilecek yetenekte olmak manasına geliyor. TDK ise liyakatı “Bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu, değim, yararlık, yaraşık” olarak tanımlıyor.
Elbette bir işe yatkınlık, yetenek, deneyim, tecrübe önemli olgulardır. Ancak kapitalizm koşullarında, eşitsiz bir yarışta, sınava ve elemeye dayalı bir sistemde “yatkınlık” ve “yetenek” tartışmalıdır. “Kimin için liyakat” ve “hangi sınıf için liyakat” sorularını da bunun yanına koymak gerekiyor. Zira, kapitalist devlette “liyakatin” yani “yeterliliğin” ölçütü, sermaye adına toplumu ve kurulu devlet yapısını amaca uygun bir şekilde yönetmektir. Devleti ve kurumlarını yönetmede “yeterlilik” burjuvazi adına burada bir anlam kazanır.
Liyakat ve mülakat karşılaştırmaları kapitalizm koşullarında emeğin sömürüsünü derinleştirmek, işçi ve emekçilerin bilinçlerini bulandırmak dışında bir işe yaramaz. Gerici-faşist rejimin hüküm sürdüğü günümüz koşullarına “mülakat” aracılığıyla kayırmacılığın, keyfiyetin geldiği boyut elbette teşhir edilebilir. Ancak bunu yaparken “liyakat savunusu” üzerinden kurulu düzenin işleyişini sahiplenmek, hele ki kitleleri bu söyleme kazanmak için uğraşmak devrimci-ilerici güçlerin işi olamaz. Zira bu yaklaşım “genel planda kapitalist düzende bir sorun yok, düzenin işleyişinde, bunun yol ve yönteminde sorunlar var” demek anlamına gelmektedir.
G. Umut