Çalışma yaşamına kölelik koşullarının hakim olduğu Türkiye’de sendikalaşma oranı oldukça düşüktür. Cumhuriyet öncesi ve hemen sonrası işkolu bazlı kimi işçi birliklerini saymazsak, işçi sınıfı içerisinde ortaya çıkan kurumsallaşmalar büyük oranda sendikal yapılar ve ona benzeyen örgütlenme modelleri olmuştur. Bu durum kuşkusuz Türkiye kapitalizminin gelişim süreçleriyle de doğrudan ilintilidir.
Günümüzde işçi sınıfının örgütsüzlüğü sermayeye cesaret vermekte, bu da hak gasplarının artarak devam etmesine yol açmaktadır. Servet ve sefalet arasında gittikçe büyüyen uçurum hoşnutsuzluklara yol açsa da bugün işçi sınıfı tepkisini büyük oranda sendikal mücadele sınırları içinde göstermektedir. Sendikal zeminler dışında Türkiye işçi sınıfının örgütsel deneyimi oldukça sınırlıdır. Tabandan başlayarak birlikler kurulamamış, kimi zaman ileri ve militan biçimler alsa da işçi sınıfının eylemleri büyük oranda sendikal bir alanla sınırlı kalmıştır. Siyasallaşamamış işçi sınıfının gerçekliği şimdilik budur. Bu gerçek aynı zamanda Türkiye’de sınıfın örgütlenme alanlarından biri olan sendikaların önemini de göstermektedir.
Bu olgu sermaye sınıfı tarafından da görülmektedir. Türk İş Sendikası’nın kuruluş öyküsü ibretlik bir örnektir. İşçilerde örgütlenme eğiliminin ortaya çıkmasıyla birlikte konuyla yakından ilgilenen kapitalistler ve onların alanla görevli memurları işçi sınıfının bu örgütlenme zeminini etkisizleştirmek için ellerinden gelen tüm yöntemleri uygulamıştır. Bunda ne yazık ki büyük oranda başarılı olduklarını söylemek durumundayız. Sendikalara müdahale edilerek bu işçi örgütlerini işçilerin denetimi dışına çıkarmayı başarmışlar, “söz, yetki, karar” hakkının geçerli olduğu mücadeleci bir işçi örgütünden ziyade bürokrasinin egemen olduğu düzen sendikacılığını yerleştirmişlerdir.
Ancak artan sömürü ve büyüyen toplumsal eşitsizlikler işçileri kendi örgütlerine yine de yabancılaştıramamış, işçileri sendikalardan uzak tutamamıştır. Fırsat buldukça işçiler sendikalı olmak için çabalamıştır. Bu çabalar sürekli işten atma vb. saldırılarla karşılansa da, defalarca başarısızlığa uğranılsa da; hatta sendikalı olmakta direngen tutum alan işçiler bizzat sendika ağalarınca satılsalar da sürmüştür.
Sendikal haklarını korumak için mücadele eden işçiler gerek grevler esnasında, gerekse çeşitli direniş, eylem ve örgütlenme süreçlerinde sayısız saldırıya uğramışlardır. Öncü, devrimci işçiler tutuklanmış hatta katledilmiştir. Grev çadırları kurşunlanmıştır. Bu saldırılar geçmişten günümüze dozajı, biçimi değişse de devam etmiştir. Kavel Direnişi’yle kazandıkları grev hakkını kullanan işçilerin bu hakkı dün grev çadırları kurşunlanarak engellenmeye çalışıyordu. Bugün ise sermaye devleti daha “yasal yöntemleri” tercih etmekte, patronların talebiyle grevleri yasaklamaktadır. Elbette hala daha işçilerin direniş çadırlarına polis saldırıları devam etmekte, işçiler gözaltına alınmakta, hatta tutuklanmaktadır. Değişmeyen bir başka şey kazanılmış “anayasal haklarını” kullanarak sendikalı olan işçilerin işten atılmaya devam ediliyor olmasıdır. Yani milyonlarca işçinin sendikasız çalışıyor olmasının en temel nedeni sendikalaşma önünde çıkarılan engeller ve baskılardır.
Türkiye’de sendikalaşmaya yönelik yapılan baskılar hiçbir zaman gündemden düşmemiştir. Bu gerçek son olarak Küresel Sanayi İşçileri Sendikası (IndustriALL) Avrupa Genel Sekreteri Luc Triangle tarafından yapılan bir röportaj ile gündeme getirildi. Triangle, Avrupa’da sendikal örgütlenme konusunda Türkiye kadar sert ve kötü başka ülke olmadığını söylerken, Türkiye’de sınıf mücadelesinin hangi çetin koşullarda sürdüğünü de dile getirmiş oldu.
Sendika şart!
Hem sermaye devletinin saldırılarına hem de mevcut sendikal bürokrasinin ihanetlerine rağmen sendikalı olmak isteyen, bu nedenle çok zor şartlarda direnişi göze alan işçiler önemli bir gerçeği işaret etmektedir. Sendikalaşmanın önündeki engellere, işten atılmalara ve sendika ağalarına duyulan haklı güvensizliğe rağmen çalışma koşullarını iyileştirmenin, güvenceli ve görece daha iyi bir ücretle çalışabilmenin sendikalı olmakla mümkün olabileceğini bugün aklı başında hemen her işçi bilmektedir.
Bu gerçekten yola çıkarak henüz sendikal sınırlarda olsa da işçi sınıfının örgütlenme eğilimini güçlendirmek, somut kazanımlara dönüştürmek oldukça önemlidir. Şu verili durumda işçi sınıfı sermayenin saldırılarına karşı daha çok sendikal mevzilerden yanıt verebiliyorsa, bir; bu mevzileri artırmak, iki; bu mevzileri her açıdan güçlendirmek ve üçüncüsü de bu mevzileri işçilerin söz, yetki ve karar sahibi olduğu mücadele örgütleri haline getirmek gerekmektedir. Sendikal haklar için verilecek mücadele aynı zamanda sermaye sınıfının sendika ağaları yoluyla sendikaları denetlemesine de karşı olmalıdır. Zira, gerçek devrimci sınıf sendikası sermayeden ve onun devletinden bağımsız bir örgütlülüğe, çizgiye ve pratiğe sahip olmayı gerektirir.