İktidarda savaş histerisi, düzen partilerinde teslimiyet

Düzenin muhalefet partileri, savaş histerisinin esiri olan AKP-saray rejimine teslim olmuş durumdalar. Bu ise savaşın daha da şiddetleneceği, daha çok yıkıma, daha çok sefalete, daha çok ölüme yol açacağı anlamına geliyor.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 03 Mart 2020
  • 13:37

Uzun süreden beri İdlib’de uygulanan işgalci-ilhakçı savaşa “Bahar Kalkanı” adı verildi. Böylece fiili savaş, resmen de ilan edildi. Kendi topraklarını terk etmesi için Suriye ordusuna ültimatom veren AKP şefinin küstah tehditleri işe yaramayınca, zıvanadan çıktı. Her ağzını açtığında öldürmekten, yakmaktan, yıkmaktan, işgal etmekten söz eden AKP şefi, IŞİD zihniyetini içselleştirdiğini dünya-aleme gösteriyor. Faşist partinin başı “yansın İdlib, yıkılsın Suriye” diye nara atarken, kokuşmuş dikta rejimin başı T. Erdoğan “taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayacağız” diye bağırıyor.

Saray rejiminin verdiği ültimatom süresinin dolmasından iki gün sonra Suriye ordusu bir kez daha Serakib’i cihatçı çetelerden kurtardı. AKP şefiyle müritlerini diken üstünde bırakan bu gelişme tehdit dozunun daha da arttırılmasına neden oldu.

Türk ordusunun IŞİD artıkları ile El Kaide çetelerinin ortasına mevzilenip savaşa katılması, emperyalist/siyonist merkezleri sevindiriyor. Keza cihatçı çetelerin zehirli ideolojisini yayan şeyhler de AKP şefinin emrindeki Türk ordusunun hizmetlerinden duydukları memnuniyeti dile getiriyor. Bu arada Türk ordusu İdlib savaşını derinleştirince bir kez daha Şam’a füze saldırısı düzenleyen siyonist İsrail, savaşı uzatması için AKP-saray rejimini motive ediyor.  IŞİD artıklarıyla El Kaidecileri himaye eden NATO’nun ikinci büyük ordusu, bölgesel bir çatışmayı, yani Ortadoğu’yu cehenneme çevirebilecek bir savaşı kışkırtmak için elinden geleni yapıyor. Özellikle ABD ordusunu ya da emperyalist savaş aygıtı NATO’yu fiilen çatışmaya ortak etmek için yalvarıp-yakaran T. Erdoğan’la müritleri, tüm Ortadoğu halkları için ciddi bir tehdit oluşturmaya başladı.

***

Sermayenin dikta rejimi cephesinde durum bu iken, burjuva muhalefet partilerinin duruşu da suç ortaklığı yapmanın ötesine geçemiyor. Oysa düzen partileri uzun süreden beri Tayyip Erdoğan AKP’sinin Suriye politikasını eleştiriyordu. Saray rejimi suya-sabuna pek dokunmayan eleştirileri ciddiye bile almadı. İşgalci-ilhakçı histeri şiddetlenirken eli böğründe izleyen bu partiler, Türk ordusunun adım adım İdlib’i işgal etmesine dair kayda değer bir tepki göstermedi. Bir tarafına IŞİD artıklarını, öte tarafına El Kaide çetelerini alarak savaşa giren Türk ordusu kayıp verince, düzen muhalefetinin başını çeken CHP ile İYİ Parti olağanüstü toplanarak “duyarlılıklarını” gösterdiler.

 “Olağanüstü” toplantılardan ne sonuç çıktı, bunun siyasal pratikteki karşılığı ne oldu? Bilen yok. Ama yıllardan beri Suriye’de savaş suçu işleyen AKP-MHP koalisyonuyla hamaseti kendinden menkul bir açıklamaya imza atmak için acele ettiler. 15 Temmuz darbe girişiminin sorumlusu olan AKP ile “Yenikapı ruhu”nda buluşanlar, bugün de savaş suçu işleyen bu rejimle ortak bildiriye imza attılar.

Resmi açıklamalara göre 34 askerin ölmesinden sonra AKP zihniyetine göre yazıldığı anlaşılan bildiriye imza atanlar, Türk ordusu-IŞİD artıkları-El Nusra ittifakına destek verdiler. Mecliste sınır ötesi operasyon tezkeresine imza atanlar, şimdi de işgali meşru gösteren bildiriye imza attılar. Düzen partilerinin içine düştüğü bu alçaltıcı durum, kapitalistlere hizmet etmek için kurulan bütün partilerin kritik durumlarda aynı hendekte buluştuklarını bir kez daha gözler önüne serdi.

***

Görüldüğü üzere düzenin muhalefet partileri, savaş histerisinin esiri olan AKP-saray rejimine teslim olmuş durumdalar. Bu ise savaşın daha da şiddetleneceği, daha çok yıkıma, daha çok sefalete, daha çok ölüme yol açacağı anlamına geliyor. AKP-MHP koalisyonu ekonomik krizin olduğu gibi savaşın faturasını da işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yıkmak için elinden geleni yapacaktır. İşsizliğin, yoksulluğun, sefaletin zaten diz boyu olduğu yerde, kabaran savaş faturasının getireceği ek yükler, durumu çok daha vahim bir hale getirecektir.

İşçi sınıfı ve emekçiler bu kaba sefalete katlanmak mecburiyetinde değiller. Zira ekonomik krize onlar sebep olmadığı gibi, işgalci savaşı isteyen de onlar değil. Yine de ağır bedeller ödemekten kurtulmalarının tek yolu, örgütlü mücadeleyi yükseltmek. İşçi sınıfı örgütlenerek gücünü birleştirdiğinde, grev dahil farklı mücadele araçları kullandığında işgalci savaşı da durdurabilir, faturayı da saraylarda sefahat sürenlerle kapitalistlere ödettirebilir.

Bu koşullarda en kritik şey kendi bekası için kan döken AKP-saray rejiminin zehirli demagojilerine karşı uyanık olmak, “şehit edebiyatı” yapan sahtekarların tuzağına düşmemek, muhalefetteki düzen partilerinden medet ummamaktır. Tersine, sınıfın gücünü birleştirmek, sınıfa karşı sınıf eksenli mücadeleyi her alanda yükseltmektir.