Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bu göreve atandıktan kısa süre sonra Körfez ülkelerini ziyaret etmişti. Londra’daki “faiz lobisi” ile arası iyi olsa da petro-dolar zengini şeyhler Şimşek’i pek ciddiye almadılar. “Sen git ağan gelsin” demiş olmalılar ki, AKP şefi Tayyip Erdoğan, üç günlük bir Körfez turuna çıktı. 17 Temmuz’da başlayan üç günlük gezinin ilk durağı Suudi Arabistan oldu. İkinci gün Katar’a geçen AKP şefi ile yanındaki kalabalık heyet, üçüncü gün Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) geçti.
Yağmaladıkları hazineye petro-dolar bulma telaşı
AKP-MHP rejimi hem yağmalayarak hem seçim rüşveti dağıtarak hazineyi boşalttı. Öncesinde ise Merkez Bankası’nda bulunan 128 milyar dolarlık rezervi zaten yağmalamıştı. Memur maaşlarını arttıran rejim, kaynak oluşturmak için anında yüksek oranlı zamlar ve dolaylı vergi artırımına gitti. Yani yapılan zammı, memurlar maaşlarını almadan, işçilerden emekçilerden tahsil etmeye başladılar. Seçimlerin ardından yaptığı zam yağmuruna ek olarak dolaylı vergileri de arttıran gerici-faşist rejimi emekçiler için “kemer sıkma” değil “boğaz sıkma” politikasına geçiş yaptı.
Bu arada TL değer kaybetmeye devam ediyor. Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu heyet Körfez şeyhlerinden para dilenirken, Euro 30, dolar 27 lirayı aştı. Asgari ücretliler, emekliler başta olmak üzere tüm emekçileri yoksullaştıran enflasyon yükselmeye devam ediyor. Önümüzdeki günlerde faizleri yeniden arttırmaya hazırlanan rejim, belli bir dönem daha “boğaz sıkma” politikasına tam gaz devam edecek.
Yerel seçimlerin mart ayında yapılacak olması, AKP-MHP koalisyonunu asıl büyük darbeyi bir süre ertelemeye zorluyor. Londra’daki büyük tefeciler faizleri yeterli görmedikleri için gerici-faşist rejimin beklediği para akışını başlatmadılar. Şimşek’le aralarının iyi olması bunun için yetmiyor. Onları ilgilendiren konu yapacakları vurgundur. Bu ise, paraya acilen ihtiyacı olan “dünya lideri”ni şeyhlerin huzurunda diz çöküp para dilenmek zorunda bıraktı.
Tayyip Erdoğan’ın dediğine göre BAE Emiri “15 Temmuz darbe girişiminin finansörü”, Suudi veliaht bin Selman ise “Cemal Kaşıkçı’nın kasabı”dır. Bu ağır suçlamalara rağmen geçen aylarda keskin bir U dönüşü yaparak her ikisiyle barışmıştı. Şimdi ise “Kaşıkçı’nın kasabı” dediği kişiye İtalyan imalatı “yerli/milli” TOGG bile hediye etti. Darbe finansörüne ise, cazip teklifler sunmaya gidiyor. Çünkü şimdilik umudunu bu kral, emir ve şeyhlere bağlamış görünüyor.
“Neyin satılacağını neyin satılmayacağını çok iyi biliriz”
Petro-dolar zengini kral ve emirler Türkiye’de hem hazinenin tam takır hem Tayyip Erdoğan’ın onlara mahkum olduğunu biliyorlar. Bundan dolayı kesenin ağzını açmadan önce cazip tekliflerin sunulmasını beklediler. Şimşek’in ardından AKP şefinin şeyhlerin huzuruna çıkması bundandır. Onlar Türkiye’de kârlı olan devlete ait şirketleri kelepir fiyatına ele geçirme hesabı yapıyorlar. Nitekim son dönemde BOTAŞ ve bazı büyük işletmeleri istediklerine dair spekülasyonlar gündeme gelmişti. Bu spekülasyonlar boşuna yayılmıyor. Zira kral ve emirlerin karlı işletmeleri kelepir fiyatına ele geçirme eğilimleri biliniyor. Tank-palet fabrikasının Katar emirine satılması örneğinde olduğu gibi…
AKP şefi, BOTAŞ’ın satılacağı iddialarını yalanladı. Ancak bu yalanlama, bir doğrulama ile birlikte yapıldı. Körfez turuna çıkarken havaalanında gazetecilere konuşan Erdoğan, konuya dair şunları söyledi: “…Bu ülkelerin Türkiye’den belirli 'asset'leri alma durumları olacak. Ama bazı cambazların söylediği gibi. 'BOTAŞ'ı satıyorlar' gibi bir şey yok, neyin satılacağını neyin satılmayacağını çok iyi biliriz.”
Arada İngilizce bir sözcük kullanan AKP şefi “sükse” yapmıyordu. Hitap ettiği kitlenin anlamayacağı ‘asset’ lafını kullanması bir şeyleri örtme telaşından kaynaklanıyor. Zira bu sözcüğün Türkçe karşılığı “kıymetli şey, mal, servet.” Adamlar neyi satacaklarını çok iyi biliyorlar. ‘Asset’leri Körfez şeyhlerine altın tepside sunacaklar ki, bu tüccarlar satın almaya istekli olsunlar.
Saray beslemesi medya tarafından “dünya lideri” diye pazarlanan Tayyip Erdoğan’ın ülkenin işletmelerini pazarlamak için Körfez şeyhlerinin huzuruna çıkması tam bir rezalettir. 20 yıldır bölgenin en büyük birkaç ülkesinden biri olan Türkiye’nin tepesinde oturan AKP şefinin “dünya lideri” değil, bir tür dilenci durumuna düştüğünü dünya-alem ibretle izliyor.
Büyük darbeyi yerel seçimler sonrasına ertelemek için…
Tayyip Erdoğan içine yuvarlandığı vahim durumun farkındadır elbet. Ancak sermayenin bu tür temsilcilerinde ‘insani değer’ ya da ‘ahlaki ilke’ diye bir şey olmadığı için, bu türden kepazelikleri kolayca içlerine sindiriyorlar. Çünkü kurdukları dinci-faşist rejim yağma ve talan olmadan ayakta kalamaz. Hele de “normal” bir seçimi kazanma imkanını yitirdikten sonra. Bundan dolayı rejimin bekası için katlanmayacakları rezalet yoktur.
Körfez şeyhlerine muhtaçlar, zira büyük yıkımı yerel seçimlerin sonrasına ötelemek istiyorlar. Halihazırda dolu-dizgin devam eden “boğaz sıkma” politikasına seçimler yaklaşınca ara vermeyi hesaplıyorlar. Eğer emekçiler sefalete isyan etmezlerse, AKP-MHP koalisyonu yerel seçimlerin ardından işçilere, emekçilere, emeklilere esas darbeyi indirecektir. Zira o koşullarda oy telaşına düşmeleri için bir neden olmayacaktır.
Bu kirli plan ancak örgütlü sınıf mücadelesiyle bozulabilir!
Saray rejimi bu planı hem kendi bekası hem sermaye ve emperyalistleri memnun etmek için uygulayacaktır. Şimdiden işçi ve emekçilere ağır bedeller ödeten bu rejim, durdurulamazsa eğer, yerel seçimlerin ardından esas darbeyi indirmek için harekete geçecek.
Planları o kadar kirli ki hem emekçileri aldatıp oylarını almak hem onları sefaletin en koyusuna mahkum etmek için ellerinden gelenin azamisini yapacaklar. Bunu, din istismarına daha da ağırlık vererek, şoven ırkçılığı azdırarak dikkatleri farklı yönlere çekmeye çalışacaklar. Bu kirli oyunu, emekçilerin zihin dünyalarını kirletip oylarını almak için olduğu kadar, onları sefalet karşısında eli-kolu bağlı hale getirmek için de oynayacaklardır.
Onlar oyunlarını kurmuş şimdiden sahnelemeye başlamış durumdalar. Ancak işçi ve emekçiler bu kirli oyuna gelmek, onun “iradesiz figüranları” olmak zorunda değiller. Sermayenin “demir yumruğu” olduğunu pek çok kez kanıtlayan bu rejime karşı örgütlü sınıfı mücadelesini yükselterek hazırladıkları kirli oyunu bozmak mümkündür. Zira emekçiler örgütlü bir direniş geliştirdiklerinde ne saraylarında sefahat sürenler ne onların kurduğu kokuşmuş rejim bunun karşısında durabilir. İşçi ve emekçiler için tek onurlu çıkış yolu budur: Yani örgütlü mücadeleyi yükselterek rejimin oyununu bozmak ve emekçilere karşı işlediği suçların hesabını sormaktır.