Dersim GKB'den Veli Gültekin'i anarken...

Dersim gençliğinin yiğit önderi

Veli Gültekin gibi seçkin bir genç devrimcinin ölümünün devrimcilik iddiası taşıyanların elinden olması gerçekten trajikti. Ama 1970’lerin o büyük devrimci kabarışının içinde bu türden çok sayıda başka örnek yaşandığını biliyoruz. Dönemin devrimci hareketinin yapısal zafiyetleri yazık ki böylesi trajik olayların da asıl kaynağıydı.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 24 Mart 2022
  • 08:00

Dersim GKB üyesi Veli Gültekin 24 Mart 1980’de katledilmişti. Onun devrimci yaşamını ve katledilişini konu alan bu metin, yayın hazırlıkları süren Sinan ve Dersim kitabının “Olaylar ve İnsanlar” bölümünden alınmıştır…

Sinan’ı anlatırken onun militanlarından söz etmemek olmaz. Zaten Sinan da “devrimci Dersim’i birlikte yarattık” demeye özel bir dikkat gösterirdi. Bu birlikteliğin köşe taşlarından biri de gençlik kadrolarından Veli Gültekin’di.

Doğduğu köyün adı Putik’ti. Putik bir zamanlar Ermeni köyüymüş. Egemenler Ermenileri kırarak ve sürerek köyü boşaltmışlar. Bu kez Alan aşiretinin bazı ezbetleri o boş köye yerleşmişler. Yeni yerleşenlerin kaderi de Ermenilerden farklı olmamış.

Daha geriye gitmeye gerek yoktu. Köyün yaşlıları iki “tertele”den (etnik kırım ya da kıyım) sözederlerdi. İlki 1915’teki Ermeni Tertelesi’ydi. Buna Tertele Hermeniu denirdi. Diğeri ise, Tertelo péén, Dersimlilerin ifadesiyle Tertele Kırmancu. Yani 1937-38 Kırımı. 1937-38 Kırımı bazı aşiretleri özel olarak hedeflemişti ama kırımdan her Dersimli aile az ya da çok nasibini almıştı.

İlkokul yıllarında “talebeler”den söz ediliyordu. Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan sözü edilen talebelerdi. Aklı erdiğinde onların aslında devrimciler olduklarını anlamıştı. Devrimi merak etmiş ve izini sürmüştü. Devrim en basit anlatımla kurulu düzeni yıkarak yerine yeni bir toplumsal düzen kurmak demekti, bunu öğrendi. O halde halkımıza acı, açlık ve gözyaşı veren bu düzen yıkılmalıydı. Kurulacak yeni düzen halkın yararına olmalıydı. Bu nedenle devrimci oldu.

Korku dağları yıkılıyor

1970’li yıllarda Türkiye gibi Dersim’de bir değişim sürecine girmişti. Dersim bu değişimi kendine özgü yaşıyordu. Feodal karanlık parçalanıyordu. 1938 Kıyımı’nın yarattığı korku dağları yıkılırken, 12 Mart 1971 zulmü de püskürtülüyordu. Feodal döneme ait kültür geride bırakılırken, Dersim gençliğinin yeni bir toplum, yeni bir yaşam, yeni bir dünya arayışı da kendine akacağı bir kanal arıyordu. Yoksulluk ve zulmün olmadığı, insanın insanı sömürüp ezmediği bir dünya arayışı, Dersim’de gençlerin asıl uğraş alanı olmuştu. Dünün birbirini çekemeyen, mahkeme kapılarında süründüren, pusu kuran ya da malların gasp eden aşiretler gerçeğinin yerini bütün aşiretlerden gençlerin kardeşleşmeleri almıştı. “Hangi aşiretten?” sorusu tarihe karışmıştı. “Biz ve onlar” ayırımı yine vardı; ama artık öteki aşireti, öteki mezhebi, öteki milleti göstermek için değil, kurulu sömürü ve baskı düzenin temsilcileri için kullanılıyordu. O da kendini bu atmosfer içinde bulmuştu. Dünya ilerici-devrimci gençliğinin idolü Che Guevara’ydı. Veli’in idolü Deniz olmuştu. Deniz gibi olacak, Deniz’i kendinde yaşatacaktı. Çünkü Deniz, 12 Mart cuntasının İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu’nun makamında söyledikleriyle onun hayranlığını kazanmıştı:

İçişleri Bakanı’nın karşısına çıkarılıyorum. Çok keyifliydi. Ayaktaydı. Odası, sabahın sekizinde gazetecilerle doluydu. Ben hep başımı dik tutmaya, canlı, dipdiri görünmeye çalışıyorum. Nasıl bitkinim oysa, ayaklarımı güçlükle sürüklüyorum. Ayakta duracak gücüm yok. Ama belli etmiyorum. ‘Geçmiş olsun’ dedi İçişleri Bakanı, gülerek. Suratına baktım pis pis. Hiçbir karşılık vermedim. Bakan, gazetecilere döndü: ‘Şu pejmürde kılıklı adam, Halk Kurtuluş Ordusu’nun kahramanıymış’ dedi. ‘Beğenemedin mi’ dedim. ‘Tabii kahramanıyım. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun savaşçısıyım. Ne olduklarını gösterdiler. Bundan sonra da gösterecekler’ dedim. ‘Nereye gidiyordun?’ dedi. ‘Devrime’ dedim. Duvardaki haritayı gösterdi, haritada Sivas’ı gösterdi. ‘Buradan mı gidiliyor devrime?’ dedi. ‘Senin kafan almaz böyle şeyleri’ dedim. ‘Karşınıza bir gün dikildiğimiz zaman anlarsın’ dedim. ‘Türkiye’de bir tek ordu vardır, o da Türkiye Cumhuriyeti Ordusu’dur’ dedi. ‘Onun için Demirel ve senin gibi uşakları, hemen istifayı bastınız’ dedim. Sinirlendi. Üzerine yürür gibi yaptım, bir adım attım. Geriledi. Şaşırdı. Dehşetli bir panik havası içinde, elini kolunu sallayarak kekeleyerek, ‘Gö-gö-götürün bunu’ dedi. Sürükleyerek çıkardılar beni odadan. ‘Göstereceğiz sana da, senin gibilere de, Amerika’nın güvenilir uşakları!’ diye bağırdım kapıdan çıkarılırken. Gördüm: Gazetecilerin yüzlerinde büyük bir şaşkınlık vardı.” (Erdal Öz, Gülünün Solduğu Akşam, Can Yayınları)

Deniz darağacında “Yaşasın Marksizm-Leninizmin yüce ideolojisi! Yaşasın Kürt ve Türk halkının kardeşliği!” diye haykırmıştı. THKO-Halkın Kurtuluşu militanı olmak için bu sözler yeterliydi, arayış içindeki bir çok genç gibi Veli için de. Ortada henüz bir program yoktu, ama olsun, Deniz’in adı ve bıraktığı miras yeterliydi. Deniz cuntacıların bakanına “karşınıza bir gün dikildiğimiz zaman” demişti. O zaman işte bu zamandı!

Dersim’in Filip Kota’sı 

Veli Gültekin örgütlü mücadeleye lise yıllarında adım attı. Yoldaşları ona Filip adını verdiler. Sınıf arkadaşları hariç, GKB ve YDGD çevresi onu hep Filip olarak tanıdı. O Dersim GKB’nin Filip yoldaşıydı. Ve gerçekten de yoldaştı. Abisinin durumu nispeten iyiydi.  Kardeşleri tarafından seviliyor olmasını, örgütü ve yoldaşları için avantaja çevirmişti. Fedakarlığının sınırı yoktu. Politik mücadeledeki ataklığını alçak gönüllüğü ve insanı şaşırtacak düzeydeki utangaçlığıyla birleştirmek güçtü. İnsan ilişkilerinde sanki sinirleri alınmıştı. Fidan gibi boyu, parıldayan gözleri, çabuk kızaran yüzü, dost ilişkilerinde her zaman güleç yüzü daha ilk anda insanı etkiliyordu. Gözlerinden güven ışıkları saçılıyordu adeta.

Beni anla abi!

Lise yılları tümüyle devrimci mücadele içinde geçti. Okulunu bir gün bile aksatmadı. Siyasal mücadelede bildiri, afiş, yazılama ve köylere propaganda gezilerine o kadar zaman ayırdığı halde bir tek yıl bile ikmale kalmadı. Okumayı ve öğrenmeyi seviyordu. Dersim GKB kadroları içinde fırsat buldukça marksist klasikleri okuyan komünistlerden biriydi. Bilgili olduğu için, tartışmalarda çok sakin ve muhatabına saygılıydı. Çoğu lise öğrencilerine has hırçınlık ve kırıcılık onda yoktu. Bir meselede henüz fikir oluşturmamışsa, susmasını bilirdi. Tartışmadaki muhatabının hassasiyetlerini asla kaşımazdı, saygılıydı. 

Dersim’de liseli gençlerin görkemli bir eylem örgütledikleri, polis ve asker işgaline son verdikleri, Lise pansiyonunu öğrencilerin kullanımına sundukları, okul yönetiminde söz sahibi olacak kadar öğrenci örgütlülüğünü güçlendirdikleri bir sürecin önderlerinden biriydi. Asıl politik kişiliğini de bu süreçte oluşturup oturtmuştu.

Filip’in içinde yer aldığı süreçte en dikkat çeken yan, onların tek tek bireyler olarak değil, kollektif olarak süreci omuzlamalarıydı. Güçleri de buradan geliyordu. Onlarca gencin yer aldığı kadınlı-erkekli bu komünal grup, iç atmosferlerinde çok samimiydi. Birbirlerine karşı açık, dürüst, sevgi dolu ve paylaşımcıydılar.

Ailesi devrimcilere karşı hep iyi duygular besledi. Veli’nin devrimciliği onlar için hiçbir zaman sorun olmadı. Ama özellikle büyük abisi, liseden sonra eğitimine devam etmesini istiyordu. Bu nedenle, belki hayatında hiç karşı çıkmadığı abisiyle karşı karşıya gelmişti. Sonuçta, onun üzüleceğini bile bile, devrimciliği meslek olarak seçtiğini ona açıklamak zorunda kalmıştı.

Abisi çok üzülmüştü. Ama Veli çok kararlıydı. Onu rahatlatmak için mealen şunları söylemişti:

Ben çok mutluyum. Devrimcilik insanın yaşayacağı en güzel duygulardan biridir. Ben kendimi bu duygudan mahrum edemem. Örgütsüz yaşamanın asıl kaynağı cehalettir. Geleceğin devrimcilerine ‘öncellerimiz cahildi’ dedirtmemeliyiz. Hata yapmayız demiyorum ama hatalarımızı tekrarlamayacağız diyorum. Gelecek devrimci kuşaklar hatalarımız yüzünden bizi ayıplamayacaktır. Che’nin dediği gibi, ‘devrimcinin görevi devrim yapmaktır!’ Anla beni abi!”

Abi rahatlayamasa da, gerilim bitmişti. O abilerinin de Filip’iydi artık.

Dersim GKB’nin bir köşe taşı

TDKP Dersim gençlik çalışmasının özerk örgütü GKB kurulduğunda, gençlik çalışmasının en zayıf alanlardan biri olan Nazımiye ilçesi özel bir tartışma konusu olmuştu. Sinan’la birlikte bir başka MK üyesi ve bir il yöneticisinin hazır bulunduğu GKB kuruluş toplantısında, yeni dönem çalışması etraflıca tartışılmıştı. Pratik planlaması GKB’nin kendi inisiyatifine bırakılan karar gereğince, Nazımiye çalışması ilerde ayrıştırılmak üzere GKB’ye bağlanacaktı. Bu alana kadro desteği verilmesi, alanda çalışan yoldaşın talebi olmuştu.

THKO döneminden beri hareketin Nazımiye’de bir çalışması vardı, fakat ilişkiler geniş değildi. Nazımiye merkezde etkin olan PKK, Halkın Kurtuluşu’nu alana sokmamak konusunda kararlıydı. Siyasal çalışma bu nedenle devlete ve “sizi buraya sokmayacağız!” diyenlere karşı gizlilik içinde yürütülebiliyordu. Kitle ilişkileri daha çok köylerdeydi. İlçe merkezindeki tek tabanca İmam Hoca ile biri henüz çok genç iki kadın taraftar, Halkın Kurtuluşu adına kamuoyu önünde direniyorlardı. Dışarıdan gönderilenler alanda uzun süre kalmak istememişler ya da barınamamışlardı. Bu durumda alandaki tek partili Sedat yalnız başına sabırla çalışıyordu. Buna bütün olumsuz koşullara rağmen alanda tutunmak için direnmek de denebilir. Gerçekten direndi de. Sıkıyönetim geldiğinde Dersim’deki genel gelişmenin de etkisiyle, ilişkiler artmıştı. Yeni yeni yakalanan ilişkileri kucaklamak ve geliştirmek kadro gerektiriyordu.

Pansiyon işgalini örgütleyip gerçekleştirdikleri yılın sonunda Veli Gültekin liseden mezun olmuştu. Tereddütsüz olarak örgütlü mücadeleyi seçmişti. GKB Nazımiye sorumlusu Veli’yi iyi tanırdı, Veli Nazımiye için biçilmiş kaftandı. Sakindi ve kışkırtmalara gelmeyecek kadar olgundu. Kendini ve yoldaşlarını koruyacak kadar uyanık ve deneyimliydi. Nazımiye çalışması onunla atılım yapardı. Alçak gönüllüğü altında güçlü bir sosyal kişilik taşıyan Veli, Dersim’deki deneyimi ile Nazımiye gençlik çalışmasını kısa sürede ayakları üzerine oturturdu. “Filip’i verin, altı ayda size gençlik örgütü kurar” demişti Sedat. Sonradan açığa çıktı ki, GKB’ye bu öneri geldiği sırada, Sedat yoldaşı Filip’le zaten anlaşmıştı.

GKB’de Veli’nin alandan ayrılışına ilişkin tereddütler elbette oldu. Filip üzerinde kavga edilecek bir kadroydu. Fakat onun yaratacağı boşluğu doldurabilecek sayısız militan vardı. Bu nedenle özel istem reddedilmemişti. Fakat Komır (Hüseyin Demir) asla yumuşamamıştı. Veli’nin gidiş kararına öfke duyuyordu. Sanki Veli ile ebediyen ayrılacaklar telaşındaydı.

Bu gençler bir çekirdek grup olarak birbirilerine alışmışlardı. İçlerinden biri hapşırsa ötekiler nezle olurdu. Komır’ın korkusu bu bütünlüğün bozulmasından geliyordu. Çok üzgündü. Sanki bir parçasını kaybediyor gibiydi. Son bir yıl içerisinde onun da içinde olduğu merkezdeki çekirdek gençlik grubuyla çok anlamlı bir siyasal süreç yaşamışlardı. Daha 1-2 yıl önce birbirini tanımayan bu gençler artık içlerinden birinin yokluğunu düşünemiyorlardı.

Filip ile Komir pansiyonda aynı odayı paylaşıyorlardı. Komir odalarını ziyaret eden bir yoldaşın Filip'’nin gönderilmemesi için ikna etmeye çalışırken, Filip’in bir “sırrı”nı da ağzından kaçırarak “ifşa” etmişti. Filip sevdalıydı! Filip kızarmış ve Komır’a öfkeli bir bakış fırlatmıştı.

Filip’in eğitim grubundaki bir yoldaşına ilgi duyduğu daha önce de espri konusu olmuştu. Bu utangaç, çabuk kızaran ama kızmayı bilmeyen delikanlı, hayatına dair herşeyi davasına bağlamıştı. 12 Eylül gericiliğinin öncelikle bu duyguyu yok etmeye ve yerine gençlik içinde aşırı bireyci, çıkarcı, topluma karşı sorumsuz ve düzenbaz bir kültür yerleştirmeye çalışması boşuna değildi.

Veli Gültekin Haziran ‘79’da yeni çalışma bölgesine gitti. İşe hızlı başlamıştı. Ne kendisi yabancılık çekmiş ne de Nazımiye’deki yeni genç yoldaşları... Sanki Dersim merkezdeki yoldaşlarıyla çalışıyor gibiydi. Üç aylık bir süreçte bir dağ köyünde 25 gencin katıldığı gençlik örgütünün kuruluşu gerçek bir şölen havasında geçmişti. Tamı tamına üç gün devrimi ve sosyalizmi konuşmuşlardı. Dersim merkezdeki havayı oraya da taşımıştı. Tek tek oldukları zamanlardaki tedirginlik kaybolmuştu. Gözler artık çakmak çakmaktı. GKB’liler artık bir ekipti. Yoldaşlarıyla örgüte sunacağı raporu yazmış ve gençlik çalışmasının özerkleşmesi gerektiğini GKB’ya önerdiğinde, gerçekten de yaklaşık olarak altı ay geçmişti (Verilen söz tutulmuştu!).  

24 Mart 1980’de GKB il yönetimine sunacağı raporu yanına alarak yayınları almak üzere örgüt randevusuna gitmek için yola çıkmıştı. Dersim merkeze gitmek için Nazımiye’den yola çıkarken dağ yolunu seçmişti. Bu yol ona güvenlikli gelmişti. Daha önce aynı güzergahı sayısız kez kullanmıştı. Araziyi iyi tanıyordu. Bir terslik durumunda köylüler kendisini askere karşı uyarır ve korurlardı. Bir tehlike olmaz diye düşünmüştü.

Annesi bütün hayatı boyunca “Düzgün Baba seni korusun!” diye dua etmişti. Veli, Düzgün Baba Dağı’nın hemen dibindeki Kıl köyüne girdiğinde, belki de akşam uğrayıp göreceği annesini düşünürken, üç yönden çapraz ateşe tutulmuştu. Pusu çok hainceydi. Bedenine sayısız kurşun bir anda girmişti. Kol ve bacakları sanki özel olarak taranmıştı. Hareket edecek hali kalmamıştı. Pusu kuranlar üzerine gelmiş ve işkence etmeye başlamışlardı. Eli kolu tutmayan Veli, bütün gücünü toplamış ve slogan atmaya başlamıştı. İçlerinde biri öldürücü son kurşunu sıkmıştı. Vücudundaki kan hızla boşalırken, katiller Veli’nin üzerindeki raporu ve ilk ateşle birlikte omuzundan uzağa fırlayan silahını alarak, aksi istikamete doğru uzaklaşmışlardı.

Veli’ye ilk ulaşan ‘90’lı yıllarda Tunceli Belediye Başkanlığı yapacak olan Mazlum Aslan’ın babası olmuştu. Veli, Hasan Ali amcayı tanırdı. Merkezdeki çekirdek gruptan bir yoldaşının amcasıydı. Büyük bir güçlükle ona köyünü ve babasının adını söylemişti, bir de katillerden birinin adını ve örgütünü. Devamını getirememişti. Vücuduna giren onca kurşuna bedeni anca dayanabilmişti.

Veli Gültekin gibi seçkin bir genç devrimcinin ölümünün devrimcilik iddiası taşıyanların elinden olması gerçekten trajikti. Ama 1970’lerin o büyük devrimci kabarışının içinde bu türden çok sayıda başka örnek yaşandığını biliyoruz. Dönemin devrimci hareketinin yapısal zafiyetleri yazık ki böylesi trajik olayların da asıl kaynağıydı.