Katledilişinin 38. yılında Necmettin Büyükkaya…

Sınır tanımayan bir dava insanı

Dr. Şivan ve mirasına devrimci tarzda sahip çıkan ender Kürt devrimcilerinden Necmettin Büyükkaya’nın kendisi de, tıpkı Dr. Şivan gibi unutturulmaya bırakılmıştı. Daha doğru bir ifadeyle, o yalnızca 12 Eylül Diyarbakır 5 No’lu zindanında militan bir devrimci olarak anlatıldı. Oysa Necmettin Büyükkaya hem Kürdistan açısından ve hem de “5 No'lu Cezaevi” denilen cehennemde devrimci duruşu ve yaptıklarıyla Kürdistan davasının ve Kürdistan’daki devrimciliğin bir köşe taşıdır.

  • Değerlendirmeler
  • |
  • Güncel
  • |
  • 24 Ocak 2022
  • 16:28

Dr. Şivan çalışması bizi, Kürdistan ve Kürt ulusal davası için çok şey yapmış ama, yakınları dışında, Kürt yurtseverlerinin çok az anlattığı, Kürdistan’ın sınır tanımayan bir özgürlük savaşçısı, bir dava insanı Necmettin Büyükkaya ile tanıştırdı. Bu tanışıklık yeni bir hüznün de nedeni oldu. Çünkü Kürt yurtsever çevreleri Dr. Şivan ve onun devrimci mirası karşısındaki tutumlarının bir benzerini Necmettin Büyükkaya’ya da göstermişlerdi.

Dr. Şivan’ın yarattığı değerleri ve açıklıkları Kürt halkına anlatmak yerine, Kürt ve Türk gericiliğinin ısrarla öne çıkardığı “Saitler olayı” gibi yapay bir platformun içinde debelenip durmak, yurtseverlik adına akıl dışıydı. Bu akıl dışı davranışın dışında kalan ve Dr. Şivan ve mirasına devrimci tarzda sahip çıkan ender Kürt devrimcilerinden Necmettin Büyükkaya’nın kendisi de, tıpkı Dr. Şivan gibi unutturulmaya bırakılmıştı. Daha doğru bir ifadeyle, o yalnızca 12 Eylül Diyarbakır 5 No’lu zindanında militan bir devrimci olarak anlatıldı. Oysa Necmettin Büyükkaya hem Kürdistan açısından ve hem de “5 No'lu Cezaevi” denilen cehennemde devrimci duruşu ve yaptıklarıyla Kürdistan davasının ve Kürdistan’daki devrimciliğin bir köşe taşıdır.

Onun neden bir köşetaşı olduğunu yazının ilerleyen bölümlerinde tanıklarının anlatımlarından da göreceğiz. Kısaca şöyle ifade edelim: Kürtlerin bugün sahip olduğu mevzilerde Necmettin Büyükkaya’nın gelecek kuşaklar tarafından minnetle anılacak bir emeği vardır. Bunu atlayıp onu yalnızca 1984 yılında “5 No'lu Cezaevi” denilen cehennemdeki devrimcilerden biri olarak anmak inkarcılık ve vefasızlıktır. Doğan Özgüden’in Bilim ve Sosyalizm Yayınları kurucusu Süleyman Ege’nin yaşamını yitirmesi üzerine yaptığı haklı serzenişte ifade ettiği gibi, Türkiye solu ve Kürt yurtseverleri bu konuda maalesef iyi bir geçmişe sahip değiller. Her grup ya da çevre yalnızca kendince kahraman olanı anlatıyor. Hatta kimileri bir zamanların kimi kahramanlarını, sırf kendilerine tutum aldı diye, yok sayabiliyor. Oysa, hangi grup ya da partiden olduğundan bağımsız olarak, ezilenlerin ve emekçilerin davasına mal olmuş kahramanlar vardır. Necmettin Büyükkaya, Kürdistan’ının dört parçasında sınır tanımayan Dr. Şivan devrimciliğinin gerçek temsilcisi olarak böyle bir dava adamıdır. Kendi sözleriyle Necmettin Büyükkaya, marksist-leninist bir komünist olarak insanlığın gerçek kurtuluşunun sosyalizmle mümkün olduğuna inanır. Fakat ona göre, yaşadığı coğrafyada sosyalizme giden yolun olmazsa olmaz ilk aşaması, Kürt milletinin varlığının kabul edilmesi, edilmiyorsa ettirilmesidir.

12 Eylül Diyarbakır cehenneminde sonlanan hayat

Necmettin Büyükkaya 24 Ocak 1984 günü Diyarbakır “5 No'lu Cezaevi” denilen zindanda ağır işkenceler sonucu katledilir. Bu kadarı, Kürt basınında da dönem dönem anlatıldığı için, az çok bilinir. Ama onun bu zindana girerken karşılaştığı tablo ile kaldığı birbuçuk yılda başardıkları çok az kesim tarafından bilinir.

12 Eylül’ün Diyarbakır zindanı çok yazıldı. Bugüne dek o cehennemi yazanların çoğu, ne yazık ki, daha çok kendi pencerelerinden görünenden söz etti. Bu sınırları sadece Çayan Demirel’in yaptığı 5 No'lu Cezaevi Belgeseli belli bakımlardan yıktı.

Necmettin Büyükkaya’nın 5 No'lu Cezaevi’nde yaptıklarının anlamını kavrayabilmek için, tutuklandığında karşılaştığı tablo ile oynadığı rolü bilmek gerekir.

12 Eylül süreciyle birlikte Türkiye’deki bütün hapishanelerde olduğu gibi Diyarbakır’da yeni açılan 5 No'lu Cezaevi’nde de bir sindirme operasyonu başlar. Siyasi tutsaklar baskılara tutum alırlar. Kasım 1980’den itibaren baskılar yoğunlaşınca tutsaklar içinde çatlaklar başlar. Mehdi Zana’nın “yapmayın, elinizi verirseniz kolunuzu kurtaramazsınız” uyarısını, kendi arkadaşları başta olmak üzere, deneyimli Kürt siyasetçileri ve bazı örgüt şefleri dikkate almazlar. Onlara göre, daha ağır yaptırımlarla karşılaşmamak için bir askerin uyabileceği kuralları kabul etmek en akıllıca olanıdır.

Direniş çizgisini yine devrimciler örerler. PKK, Kurtuluş, TİKKO, TDKP, Ala-Rızgari, Devrimci Yol ve Kawa tutsakları direnme kararı alırlar. Direnen 700 kişi hücrelere doldurulur. Yaptırımları kabul eden 300 kişi koğuşlarda kalır. Direnenlere sistematik işkenceler başlar. Açlık grevinin 45. gününde işkenceci şef Esat Oktay “asker sözü, ölüm orucunu bırakın, normal yaşama geçeceğiz” açıklaması yapar. Açlık grevi biter. Beş gün sonra işkenceci şef “ulan ben allahla pazarlık yapmam” diyerek görülmemiş şiddette bir işkence süreci başlatır. Açlık grevinin zamansız bırakıldığına dönük bir kanaat oluşur. Bu kararı almada etkili olan PKK kadroları eleştirilir. Tutsakların ilişkilerine güvensizlik girer. Tek savunma yolu olan yeniden ölüm orucuna başlamak gündeme bile gelmez. Çözülme bunun ardından gelir. 1981 Mayıs ayı sonunda işkenceciler tutsakları toplu teslim aldıklarını ilan ederler.

Direniş kırıldıktan sonra insan aklının almayacağı işkenceler başlar. Sürecin başında direniş yanlısı olmayanlar bu kez saldırıların ağırlıklı hedefleri olurlar. Canlı kurbağa yutturma, zorla kusturma, kusmuk ve dışkı yedirme, jop sokma, bot yalatma, makatta sigara söndürme gibi Nazi toplama kamplarında bile pek rastlanmayan yöntemler en çok ve özellikle sürecin başında teslim olanlara uygulanır. Amaç teslimiyeti itirafçılığa dönüştürmektir. Bunun için de yine zayıf halkadan başlarlar. İtirafçılığın ortaya çıkması uzun sürmez.

Mazlum Doğan’ın eylemi itirafçılık dayatmasına karşı ilk çığlıktır. Bedenleri esir alınan ama idealleri yok edilemeyen devrimciler bu çığlığa karşılık verme sürecine girerler. Dörtler gecesini PKK önderlik kadrolarından Hayri Durmuş ve Kemal Pir’in mahkemede ilan ettiği 14 Temmuz 1982 ölüm orucu süreci izler. PKK davası tutsaklarının o aşamadaki istemleri daha çok savunma hakkı içeriklidir.

Necmettin Büyükkaya, Hayri Durmuş ve Kemal Pir’in ölüm orucunu ilan ettikleri günlerde tutuklanır. Necmettin Büyükkaya’nın 5 No’lu cehennemde farkettiği ilk şey tutsaklar arasındaki dağınıklıktır. Direnişten yana olanlar bile birlik içinde değildirler. Cezaevinin en kalabalık grubu olan PKK’lılar ile diğer gruplar arasındaki ilişkiler ciddi düzeyde yıpranmıştır. Bu işkenceci faşist cezaevi yöneticilerinin işini kolaylaştırmaktadır. Deneyimli bir devrimci olarak Necmettin Büyükkaya’nın misyonu burada devreye girer. Direnen devrimciler arasında birleştirici olma işlevini üstlenir. Gelişmeler onun başarılı olduğunu ve sonuçta hedefine ulaştığını gösteriyor.

Diyarbakır cehenneminde 1984 yılı Ocak ayında yaşanan direniş, Hayri Durmuşlar’ın ardından başlayan yeniden dirilişin final eylemidir. Necmettin Büyükkaya bu direnişi ören önderlerdendir. 5 No'lu Cezaevi denilen işkence tezgahı tam 32 devrimciyi yutmuş, yüzlercesini sakat bırakmıştır. Ocak 1984 direnişinde ise, 1977 yılı başından itibaren hiçbir ilişkisi kalmadığı halde, örgüt şefi Ömer Çetin’in verdiği bilgilerle Kürdistan İşçi Partisi (KİP-DDKD) davasına dahil edilen Necmettin Büyükkaya, Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi davasından yargılanan Yılmaz Demir, Ala Rızgari davasından yargılanan Remzi Aytürk, PKK davası tutsağı Cemal Arat ve Devrimci Yol davası tutsağı Orhan Keskin ölüm orucu ve ağır işkenceler sonucu yaşamdan koparılmışlardır.

Fakat sonuçta kazanan, bütün ağır bedellere rağmen, devrimci direniş olur. Bunun onuru Kürt ve çeşitli milliyetlerden Türkiyeli devrimcilere aittir. Necmettin Büyükkaya bir önder olarak rolünü layıkıyla oynamıştır. Nitekim onun o günün koşullarında yaptığı müdahalenin yol açtığı sonuçları farkeden cezaevi müdürü Binbaşı Birol Şen bu nedenle onu tehdit etmiştir: ”Seni araştırdım, sen bu cezaevini bozuyorsun, Ortadoğu’nun en tehlikeli adamısın. Senin kalemini kırdık!”

Recep Maraşlı’ının facebook sayfasında H. Hayri Aslan’ın anlatımından aktardıkları da Necmettin Büyükkaya’nın neyi başardığını ortaya koymaktadır:

“[İdare] direnişin öncüsü durumundaki tutsakların teslim alınmasına özel bir önem veriyordu. Necmettin Büyükkaya, direnişlerdeki adıyla “ZINARÊ MEZIN”, PKK dışındaki Kürt grupları içinde gerek Eylül gerekse Ocak direnişinde öne çıkan ve DDKO’lardan, Dr. Şivan geleneğinden (T-KDP) gelen önemli bir isim olmasıyla da idarenin gözünde ‘çıban başlarından biri’ olarak gözüküyordu. Büyükkaya hem Kurmanci ve hem de Zazaki’yi biliyordu ve havalandırmalara doğru gür sesiyle bağırarak haberleşmeyi sağladığı gibi, direnişin koordine edilmesi ve moralize edici bir rol üstleniyordu. Bu aynı zamanda cezaevi idaresinin PKK ve dışındaki grupları direnişte birbirinden ayırma politikasını da boşa çıkarmış oluyordu.”

Diyarbakır’da yaşanan teslimiyet elbette utanç vericidir ve bu utanç öncelikle sürecin başında sözkonusu tablonun ortaya çıkmasında rol oynayan, “bu kadarından bir şey olmaz” diyen sözümona örgüt şefleri ile Kürt ileri gelenlerine aittir. Ama bu kınama, akıl almaz koşullarda sürdürülen bir direnişi asla gölgelememelidir. “Bir tas çorba için direndiler” suçlaması, hayatlarında tek fiske yemeyen, bir gün bile açlık grevine yatmayanların bayağı suçlamasıdır. Bu direnişteki kollektif ruhu ve fedakarlığı gölgeleyen “sadece bizim grup direndi” inkarcılığı da, “ben Remzi Aytürk olarak bu genç bedenimi faşist sömürgeci ırkçı T.C Devleti’nin insanlık dışı işkencelerini teşhir etmek ve lanetlemek üzere feda ediyorum. Hiç kimse bunun aksini düşünmemelidir. Ocak Direnişinde de, 5 Eylül Direnişinde de kazandığımız gibi, bunda da başaran taraf biz tutuklular olmasına destek olmak için ölüyorum. Kahrolsun işkence, kahrolsun sömürgeci TC Devleti, Yaşasın Direniş, insanlık onuru işkenceyi yenecek” diyen Remzi Aytürk’ün anısına saygısızlıktır.

Ocak direnişinde can veren devrimci yoldaşların yıldönümleri vesilesiyle Diyarbakır zindanında insan onurunu yüceltenlerin anıları önünde saygıyla eğilirken, direnişin önderlerinden Necmettin Büyükkaya’yı, gruplara, partilere ve sınırlara sığmayan özgürlük savaşçısı bir devrimci olarak ayrıca tanıtmak istiyoruz.

Necmettin Büyükkaya

Necmettin Büyükkaya 1943 yılında Siverek’in bir köyünde yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğar. İlk ve ortaokulu Siverek’te okur. Lise eğitimine ise Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi’nde başlar. Ama öğrenimini sürdürmek için çalışmak zorundadır. Diyarbakır’da iş bulamadığı için Adana’ya göçer. Eczane çıraklığı ile eğitimini bir arada sürdürür. Ayrıca Çukurova’da pamuğa gider, Güney Sanayi’de gece vardiyasında işçi olur. Bu yıllarda devrimcileşir. 

1965-66 öğrenim yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girer. Bir yıl sonra aynı okula kayıt yaptıran Deniz Gezmiş’in okul arkadaşıdır. Bu yıllardaki tüm önemli öğrenci ve işçi eylemlerinde Necmettin Büyükkaya vardır. Amerikan 6. Filo’sunu protesto eylemlerinde ön sıralardadır. 1968-69 yıllarındaki üniversite işgallerinde Deniz Gezmiş’le birlikte işgal konseyi üyesidir. Alibeyköy Demir Döküm, Sungurlar Kazan ve Gamak Motor fabrikası grev ve işgallerinde işçileri destekleyen gençler arasındadır. 15-16 Haziran büyük işçi gösterilerine Sağmalcılar-Topkapı bölgesinden katılır.

Necmettin Büyükkaya 1966 yılında TİP’e, 1967 yılında da Fikir Kulüpleri Federasyonu’na üye olur. 1969 yılında İstanbul DDKO kurulduğunda kendisi başkanıdır. DDKO başkanı olduğu günlerde kuruluş çalışmasını tamamlayan Devrimci Kadınlar Birliği’ne, dayanışma amacıyla, derneğin bir odasını tahsis eder.

12 Mart dönemini Yılmaz Güney’in yardımıyla yakalanmadan atlatır ve Ömer Özsekmenler’le birlikte sınırı geçerek Güney’e gider. Dr. Şivan’la buluşması böylece gerçekleşir. Aslında Dr. Şivan 1970 yılında Necmettin Büyükkaya ile görüşerek onu T-KDP’nın kuruluşuna dahil etmek ister. Fakat aradaki kişi bu işi aksatır ve buluşma sağlanmaz. Necmettin Büyükkaya 10 Temmuz 1971 günü parti yemini ederek T-KDP’ye üye olur. Ettiği yeminin devrimci ruhuna ömrünün sonuna kadar sadık kalır.

Henüz çiçeği burnunda bir parti üyesiyken kaldıkları kamp Barzani güçlerinin saldırısına uğrar ve partinin önderi Dr. Şivan ile iki MK üyesi Brusk ve Çeko tutuklanırlar ve ardından katledilirler. Yeni biri olduğu için ortama henüz hakim olmamakla birlikte, elinden geldiğince kimi belgeleri kurtarmaya çalışır. Brusk’un oğlu Kawa (Eren) henüz çok küçüktür. Brusk’tan yadigar Kawa’yı bağrına basar, yemeğini onunla paylaşır. Yaramazlık yaptı diye Kawa’yı tokatlayan birini düelloya davet eder.

Güney’den ayrılmak zorunda kaldığında, baskında kurtardıklarını gizlediği yerden çıkartarak sırtlar ve Kawa’yla birlikte Batı Kürdistan’a geçer. Kawa yol boyunca Neco amcasının omuzlarındadır. Fakat tam sınırı geçerken onu kucağına alır. Eğer arkadan ateş edilirse böylece Kawa’ya siper olacaktır. Kawa, Neco amcasının bu davranışını hep hatırlar. Necmettin Büyükkaya Kawa ve Dr. Şivan’ın çocuklarını asla unutmaz. Öldürüldüğünü öğrendiğinde, Dr. Şivan’ın eşi İsmet Özevcek “Şivan’ı bir kez daha katlettiler” diyecektir.

Suriye’ye geçtikten sonra bir dönem, yeni bir yol bulup partisine sahip çıkmak için Filistin, Ürdün, Avrupa ve Güney Kürdistan arasında mekik dokur. Dışeşe kampından kurtardıklarının bir kısmını Suriye’de Ömer Çetin’e teslim eder. Fakat bunu yapmakla iyi yaptığından emin değildir. Çünkü Dr. Şivan’ın tutuklandığı ilk günlerin ardından Ömer Çetin’de bir gariplik olduğunu farkeder ama bunu anlamlandıramaz. Nazmi Balkaç’ın Barzani, MİT ve T-KDP ile üçlü çalıştığını da en erken o farkeder. 1973 yılından itibaren onun devrimci saflardan uzak tutulmasına çalışır. (Nazmi Balkaç, Orhan Kotan üzerinden yeniden partiye sızmaya çalışır. Son çare olarak Kemal Burkay’la ilişki kurar. Kendisinin T-KDP ile bir ilişkisi kalmadığı halde Burkay’a T-KDP’ye başkan olmasını önerir. Muhtemelen böylece T-KDP’ye dönüş yolunu açmaya çalışır.)

Necmettin Büyükkaya 1974 yılında Kuzey’e geri döner. T-KDP’nin yeniden toparlanması döneminde örgütün fiili önderi durumundadır. İlk toparlanmanın ardından kimi geçici yol arkadaşlarıyla yolunu ayırır. Kısa bir süre sonra Ömer Çetin’in parti MK’sında bir ekip oluşturduğunu ve partiyi tasfiyeye götürmek istediğini farkeder. Bunu Urfa-Siverek ve Dersim sorumlularıyla paylaşır. Bu tartışmanın devamı o günlerde gelmez çünkü Güney Kürdistan’dan kendilerine acil yardım talebi ulaşır.

Barzani silah bırakıyor, YNK savaşıyor

‘70’li yılların ortasına gelindiğinde, Kürdistan’ın Güney parçasındaki Kürtler 1958 yılından beri sürdürdükleri mücadeleleri ile önemli mevziler kazanırlar. Sovyetler Birliği’nin Baas rejimini Kürtlerle iyi geçinmeye zorlamasının bir payı olsa da, Kürtler bu mevzileri kendi özgüçleriyle verdikleri mücadelelerle elde ederler. Kürtlerin Baas rejimiyle çatışmalı olduğu süreçte yardımların aktığı tek kanal İran sınırıdır. Baas rejimiyle çekişmeli olan İran Şahı Güney Kürtlerini kendi amacı için kullanmaya çalışır ve bu nedenle sınırı onların kullanımına açık tutar. Güney Kürtlerinin bazı mevziler kazanmaya başladığını gören İran Şahı, bunun Doğu Kürdistan’a etkisini önlemek için, Amerikanın da teşvik ve zorlamasıyla, 1975 Mart’ında Baas rejimiyle Kürtlere karşı Cezayir Antlaşması’nı imzalar. Bunun sonuçları Kürt direnişi için tam bir felaket olur. Kürtlere yardımlar bir anda bıçak gibi kesilir. İran sınırı kapatılır. Irak Baas rejimi İran Şahı’yla yaptığı anlaşmanın verdiği özgüvenle Kürtlerin üzerine yürür. Uzun yıllar boyunca kendi özgücüyle direnen ve düşmanıyla baş edebilen bir hareket, 1972 yılından beri kendini tümüyle ABD-Şah desteğine uyarladığı için, bu destek kesilince boşluğa düşer. Barzani mücadelenin bittiğini ilan eder ve silah bırakır.

Bu büyük bir yıkımı beraberinde getirir. Barzani liderliğindeki KDP bölünür. Bu bölünmeden çıkan gruplardan marksist-leninist ideolojiye sahip olduğunu söyleyen Şahap Şıx Nuri önderliğindeki KOMELA, Kürt yurtseverleri Celal Talabani önderliğindeki Bizuti Newa ve Ömer Debabe önderliğindeki Xeta Gişti grupları, silahlı mücadeleyi sürdürmek üzere Yekiti Niştimani Kürdistan (YNK) (Kürdistan Yurtseverler Birliği) adıyla Talabani liderliğinde birleşme ve savaşı sürdürme kararı alırlar. Kuzeyli Kürt gruplarından da yardım talep edilir.

Ağa çocukları arkadan vurur!

YNK’nın Kuzey’de temasa geçtiği örgütlerden biri Dr. Şivan’ın partisinin devamı olan T-KDP olur. Necmettin Büyükkaya (Salah) bu partinin yöneticilerinden biridir. Zazaca, Yukarı Kurmanci ve Aşağı Kurmanciyi (Soranca) iyi konuşan, Zazaca ve Kurmanciyi iyi yazanlardan biri olarak görüşmelere Necmettin Büyükkaya gider. Güney’in birlik hareketi her türlü desteğe şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Sınırları aşarak ulaştırılması gereken silahlardan erzak teminine, ilaç yardımından yaralıların tedavi edilebileceği mekanların sağlanmasına kadar.

Ömer Çetin’in başında olduğu Merkez Komitesi’nin direncini kıran Necmettin Büyükkaya istenilen yardımların örgütlenmesini bizzat kendisi üstlenir ve bunu bir dönem sürdürür. Fakat Dr. Şivan şahsında parti önderliğinin imha edilmesine karşı gösterilen suskunluk, sonrasını izleyen atalet ve kimi parti yöneticilerinin devrimcilikte kabul edilemez yaşam tarzı, partide zaten var olan ama bir dönemdir ertelenen tartışmaları yeniden alevlendirir. Bu tartışmaların bir uzantısı olarak Ömer Çetin ve ekibi olanakların sınırlı olduğunu, yardımın daha fazla sürdürülemeyeceğini belirtirler. MK çoğunluğu KYB’ye yardım yapamayacakları görüşünde birleşir. Necmettin Büyükkaya bu tutumu T-KDP’yi işlevsizleştirme çabası olarak değerlendirir. Hatta sonraları “Ömer Çetin’e yardımları durdurması için talimat geldi” diye yorumlar. Peşmerge’yi yalnız bırakmak onları dağlarda ölüme terk etmektir. Neye mal olursa olsun, Güney’deki savaşa seyirci kalmamak konusunda çok kararlıdır. MK kararına rağmen yardımı sürdürmek için kolları sıvar ve yanına aldığı bir ekiple yeni yollar arar. İşin başına kendisi geçer. Ona göre savaştaki Peşmerge ile ortak mücadele o gün için en öncelikli görevdir. Bu savaştan kaçan yurtsever ve devrimci değildir.

Necmettin Büyükkaya’nın Güney’deki savaşın yoğunluğunu yaşadığı günlerde ağa çocuğu Ömer Çetin ve arkadaşları ondan kurtulmanın yolunu bulurlar. Yaptığı işin deşifre olma riskini ona karşı kullanırlar. Onun işi gizli tutmasını bir fırsata çevirirler. Altttan alta “Neco mücadeleyi bıraktı, kaçakçılık yapıyor” karalamasıyla onu arkadan vururlar. Necmettin Büyükkaya’ya göre Ömer Çetin’in kuyruğu Şivan olayından itibaren Barzani çetesinin elindedir. Irak’lı devrimcilerden aldığı bilgiye göre ise, Baas rejimi YNK’ya yardımı kesmeleri karşılığında Ömer Çetin ve ekibine yüklüce para vermiştir. Bu nedenlerle ağa çocuklarının yaptığı işe şaşırmaz. Onu asıl üzen binlerce militanın kolayca aldatılmış olmasıdır.

Dr. Şivan’ın kurduğu, Necmettin Büyükkaya’nın toparlanmasına önderlik ettiği T-KDP’li binlerce militan ve sempatizan gerçekten de Necmettin Büyükkaya ve ekibinin yaptıklarını bilmezler. Ömer Çetin ve ekibinin karalama çabaları karşısında Necmettin Büyükkaya’nın eli kolu, yaptığı işin deşifre olmaması kaygısıyla bağlıdır. 

“Necmettin Büyükkaya olmasaydı Kürdistan’daki federal yapı var olmayacaktı!”

“Kürdistan Yurtseverler Birliği kurulduğu günden bugüne kadar on binlerce şehit verilmiştir. Verdiğimiz şehitlerimiz arasında 28’i Merkez Komite üyesidir. Merkez Komite üyeliği yapmış bu kişiler arasında aynı zamanda genel sekreterlik görevini yapanlar da vardır. Dr Xalit, Eli Askeri ve Nuri Şeyh Şehabı bunlara örnek olarak verebiliriz. Böyle olmasına rağmen bugün Süleymaniye’de parti merkezimizin kapısında sadece bir tek insanın heykeli vardır: Necmettin Büyükkaya.”  

Bu sözlerin sahibi, 2014 yılında Güney Kürdistan Özerk Bölgesi Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin özel temsilcisi, Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin politbüro üyesi ve aynı zamanda örgütün genel sekreteri Melle Bahtiyar’dır. Melle Bahtiyar 2014 yılında Siverek’te Osman Baydemir ve İsmail Beşikçi gibi aydınların da hazır bulunduğu Necmettin Büyükkaya’nın mezarı başında yapılan anma töreninde sözlerine şöyle başlar:

“Değerli Dostlar,
“Aslında bu konuşmayı benim yerime Mam Celal Talabani yapacaktı. Fakat onun bilinen rahatsızlığı yüzünden ne yazık ki kendisi bu onurlu görevi yerine getiremedi. Onun yerine şu an ben buradayım. Necmettin Büyükkaya’ya karşı olan vefa ve vicdan borcumuzu ödemek için.”  

Celal Talabani’nin zamanın Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a “Siz Necmettin Büyükkaya’yı öldürmekle bana evlat acısı yaşattınız” dediğini hatırlatan Melle Bahtiyar konuşmasında Necmettin’in kendileri için neden özel olduğunu soruyor ve şöyle devam ediyor:

“Bizler, Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin varlığını tümüyle Necmettin Büyükkaya’ya borçlu olduğumuzu düşünüyoruz. (…) İran ve Irak kendi aralarında bir anlaşmaya varıyorlar. (…) Anlaşma gereği Saddam Hüseyin tüm güçleriyle bulunduğumuz alana yüklendi. Saddam’ın amacı Talabani’nin de içinde bulunduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin yönetim merkezini ve ileri kadrolarını tümüyle ortadan kaldırmaktı. Talabani ve bütün merkez komite üyeleri ile birlikte çatışmanın tam ortasında kalmıştık. Yaşanan bu şiddetli çatışmalar bizim için var olma ya da yok olma savaşıydı. Çatışmanın sonucu ülkemizin geleceği açısından çok önemliydi. (…) Bir haftanın sonunda mühimmatımız bitme noktasına gelmişti. Bütün kaçış yollarımız tutulmuştu. Hiçbir yerden en ufak bir yardım alamıyorduk. İmha olmamız an meselesiydi. İçine alındığımız bu hain çemberden nasıl kurtulacağımız konusunda herhangi bir fikrimiz yoktu. Kurtulmamız için ilahi bir mucizeye ihtiyaç vardı. (…)

“Yapabileceğimiz fazla bir şey kalmamıştı. Mühimmatımız bitmek üzereydi ve dört bir yandan tamamen kuşatılmış durumdaydık. Umutsuz bir halde sabahı beklerken beklenilmeyen bir mucize gerçekleşti. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Necmettin Büyükkaya kış kıyamet ortasında birçok pusuyu atlatarak bize ulaştı. Allah’tan istediğimiz mucize gerçekleşmişti. Necmettin İran’dan bulunan bir miktar cephaneyi olağanüstü koşullarda bize ulaştırmıştı. (…) Sonuçta ablukayı yararak kendimizi emniyetli bir alana atmıştık. (…) Necmettin’in bu fedakârlığı olmamış olsaydı Kürdistan Yurtseverler Birliği diye bir hareket bugün olmamış olacaktı. Ve yine Kürdistan’daki federal yapı var olmayacaktı! En azından biz böyle düşünüyoruz. İşte bu nedenle de Süleymaniye’deki parti binamızın kapısında sadece Necmettin Büyükkaya’nın heykeli vardır.” *

“Necmettin Hızır gibi yardımımıza yetişti”

Melle Bahtiyar ziyaret günlerinde Necmettin Büyükkaya’nın henüz bir buçuk yaşındaki torununu kucağına aldığında yine minnet dolu sözcüklerle konuşur:

“Kak Necmettin’in halkımız için yaptığı hizmetleri saymakla bitiremeyiz. Onun Kürdistan Yurtseverler Birliği için yaptığı fedakârlıkların haddi hesabı yoktur. Bu konuda söylenecek çok şey vardır. Sizinle özelikle bir anımı paylaşmak istiyorum. Kürdistan Yurtseverler Birliği daha yeni kurulmuştu. Yurtdışında bulunan Mam Celal her şeyi geride bırakarak mücadele alanına dönmüştü. Geleceği belli olmayan çok genç bir harekettik. İmkânlarımız son derece kısıtlıydı. Bize destek veren dostlarımızın sayısı oldukça sınırlıydı. Bu yüzden barınmaya çalıştığımız alanlarda birçok sorunla boğuşuyorduk. Bu sorunların başında ne yazık ki lojiktik destek geliyordu. Erzak sorunu bizim açımızdan ciddi bir problemdi. Bazen günlerce yardım alamıyorduk ve bu durum karşısında çok zorlanıyorduk. 1976 yılının nisan ayında erzak stokumuz bitme noktasına gelmişti. Mam Celal ile birlikte resmen açlıkla boğuşuyorduk. Soruna çözüm bulması için Kak Necmettin’den yardım istedik. Bütün umutlarımızı yitirdiğimiz bir gün Necmettin Hızır gibi yardımımıza yetişti.”

Bu sözler Necmettin Büyükkaya’nın Kürt ulusal davası için yaptıklarını anlatmayı gereksiz kılıyor. Yekiti temsilcisinin vefa dolu sözleri Güney’deki Kürt solcuları ile Kuzeydekiler arasındaki farkı da anlatıyor.

“Gelme, Diyarbakır seni yutacak oğul!”

Necmettin Büyükkaya, “Güney şu anda öncelikli” diyerek 1982 yılı Nisan ayına kadar asıl olarak savaş sahasında kalır. Arada savaş yükünün altında bunalımlı günler yaşasa da, bu Kuzey’i tümüyle ihmal ettiği anlamına gelmez. O tek parçayı değil Kürdistan’ın tümünü kucaklayacak öncü devrimci bir partiyi hedefler.

1978’de bir grup arkadaşı ile birlikte Komeleya Azadiya Kürdistan (KAK) isimli bir örgüt kurar. Ama asıl amacı grubunu büyütmek değil, değişik gruplardaki komünistlerden öncü bir çekirdek örgüt yaratmak ve bütün yurtseverleri tek cephede buluşturmaktır. Bu amaçla Kuzey’de başta Ala-Rızgari olmak üzere birçok Kürt grubunun önderleriyle görüşmeler yapar. Bu grupların içinde komünist hücreler oluşturmayı planlar ve buna uygun bazı adımlar atar. Fakat henüz ilk sonuçları elde ettiği bir sırada 12 Eylül cuntası işbaşına gelir. Kürt grupları peş peşe büyük darbeler yemeye başlar. Kuzey’e daha fazla zaman ayırmaya başlar. Sınırdan Suriye tarafına geçmeye çalışan Kürt yönetici ve militanlarına yardımı elden bırakmazken, kendi yoldaşına şöyle yazar:

“Bizim durumumuzda fazla bir değişiklik olmadı. Bazı arkadaşlarımız, önceki yurtsever-demokratik-legal çalışmalarından (sendika, Töb-Der, Tüm-Der vs.) yakalandılar. Şimdiye kadar taviz verip çözülen olmadı” (…) “Son çareye kadar, ülkemizde halkımız içinde kalarak (mektup Diyarbakır'dan yazılıyor) devrimci görevlerimizi yerine getirmeğe ve hazırlıklarımızı yapmağa karar aldık.(Necmettin Büyükkaya, Kalemimden Sayfalar, s.147)

Çok kimsenin Kuzey’den kaçtığı günlerde Necmettin ve ekibi sonuna kadar Kuzey’de kalma kararı alırlar.

Güney’e aralıklarla gitmek zorundadır. Son olarak 13 Nisan 1982 günü Hatay’dan Kuzey’e yeniden giriş yapar. Annesinin “Diyarbakır seni yutacak, gelme oğul” uyarısına aldırış etmez. Ona göre önemli olan gizlilikte kural hatası yapmamaktır. Bunu defalarca söylediği halde son gelişinde Diyarbakır’da kendisi kural hatası yapar ve yakalanır.

İşkenceciler peşmerge kıyafetleriyle fotoğraflarını önüne koydukları zaman umursamaz bile. O sınır tanımayan bir özgürlük savaşçısıdır. Önderi olduğu çekirdek ekibe ilişkin düşmanın pek bilgisinin olmadığını farkettiğinde ise çok rahatlar. Eşini işkenceye aldıklarında tutumu değişmez. Ragıp Zarakolu’nun ifadesiyle, “Necmettin, İbrahim Kaypakkaya gibi, ne ser ne de sır verir en ağır işkencelerde…”

Cemile Büyükkaya üç ay sonra çıkarıldığı mahkemede serbest bırakıldıktan sonra poliste olup biten öğrenilir. Onun anlatımına göre, biri Bismilli, biri Siverekli ve üçüncüsü de Hakkarili olan üç kişi, Necmettin Büyükkaya hakkında çok ağır ifadeler verirler. İşkence seansları esnasında onlar da sanki işkence timinin elemanlarıymış gibi davranırlar. Cemile Büyükkaya’nın Bismilli dediği KİP-DDKD şefi Ömer Çetin, Siverekli dediği 1979 yılında Ömer Çetin’in sol gruplara karşı kullandığı şiddet nedeniyle ondan yolunu ayıran Mahmut Çıkman ve Hakkarili dediği de KİP-DDKD yöneticisi Hafız Tugan’dır. 1977 yılı başından itibaren onlarla ilişkisini kestiği halde Necmettin’e dair bildikleri herşeyi anlatırlar, dahası uydururlar. Güney’e giden silah sevkiyatından, bunu Necmettin’in organize ettiğinden, onun silah depolarının yerlerini bildiğinden söz ederler. Kemal Burkay’ın anılarında belirttiğine göre, tüm bunlar Ömer Çetin’in yazılı ifadelerine de geçer.

12 Eylül işkencelerini bilen tüm devrimciler böyle bir ifadenin bir devrimciyi öldürtmek için verileceğini bilir. “Silah deposu ve nakliyat güzergahı” bilgisi işkencecileri çıldırtmıştır. Buna bir de Kürtlere ve devrimcilere düşmanlık eklendiğinde, işkencede sınır tanımazlar. Üç aylık işkenceye rağmen tek kelime alamayan işkenceci şef dönüp Necmettin Büyükkaya'ya, “yırttım diye sevinme, daha 5 No’lu var” diyecektir.

İhanetlerin tanığı Necmettin Büyükkaya

Necmettin Büyükkaya 1971 yılından beri T-KDP süreçlerinin tanığıdır. Dr. Şivan’a kurulan komploda önce Ömer Çetin de tutuklandığı halde çok geçmeden onun serbest bırakılıp yerine bu kez Hasan Yıkmış’ın (Brusk) alınıp öldürülmesi olayında, Ömer Çetin payına bir sorun ya da kusur görmez. Olayın böyle yaşanmasını Kürt toprak ağalarının araya girmesine bağlar. Fakat bir dönem sonra böyle düşünmenin fazlasıyla safça olduğunu, böyle düşünmeye kendisini zorladığını farkeder. Gerçekten de Ömer Çetin bir görev verilerek bağışlanmıştır, tıpkı Nazmi Balkaç gibi. Onun görevi, Dr. Şivan’dan arta kalan partiyi etkisizleştirmek ve zamanla tasfiye etmektir. Ama belli ki Ömer Çetin bunun daha ilerisine gitmiştir. Necmettin Büyükkaya hareketin dışına çıktıktan sonra vurucu timler oluşturarak bunları devrimcilere karşı kullanmıştır.

Güney’deki savaşa verilen desteği engellemek, mümkün olmayınca sabote etmek, olmadı “Necmettin Büyükkaya kaçakçılık yapıyor” diyerek hedef göstermek, Ömer Çetin’in üstlendiği bir başka görevdir. KİP adını almak T-KDP’nin politik tasfiyesinin paravanıdır. Sürecin bütün tanıkları Ömer Çetin’in başında olduğu örgütün sömürgeciliğe karşı tek bir eyleminin olmadığını söylerler. Ömer Çetin’e ilişkin olarak “Kawa Hareketinin Kırılma Süreçleri”** adlı kitabında Hasan H. Yıldırım kan dondurucu bilgiler verir. Buna göre Ömer Çetin 12 Eylül sorgucularına tam 400 kişlik bir liste verir. Onu yakalamak için bir operasyon yapılmaz. Kardeşi Lokman Çetin köye helikopter gönderir ve onu aldırır.

Ömer Çetin 12 Eylül’den önce sola şiddet uygulayacak timler kurar. Gücünün olduğu yerlerde sol grupları, özellikle de devrimcileri barındırmaz. Kawa’nın da içinde olduğu Mao ya da Enver Hoca yanlılarına nefes aldırmaz. Sözkonusu gruplar özellikle Diyarbakır’da DDKD’ye karşı gizli çalışmak zorunda kalırlar.

Sol ve devrimci çevrelere yönelik düşmanlık ve şiddet Ömer Çetin ve Mahmut Çıkman’ı 1979 yılında karşı karşıya getirir ve örgüt bölünür. Ağa çocuğu Ömer Çetin’in vurucu timi onları da pusuya düşürür ve kurşunlar. Mehmet ölür, Mahmut yaralı kurtulur. Kendisinden uzaklaşanları susturmak için sistematik şiddet Ömer Çetin’de bir kuraldır. Onlarca devrimci ve yurtseverin kanını döken Ömer Çetin, Dr. Şivan olayı ve sol içi şiddeti niye örgütlediğine ilişkin bir açıklama yapmadan, sırlarıyla gömülür.

Necmettin Büyükkaya’yı işkencede öldürtmek istemesinin gerisinde onun tanıklığını ortadan kaldırma amacı vardır. Çünkü Haziran 1977’de Necmettin Büyükkaya, geç de olsa Ömer Çetin gerçeğini çözmüştür.

“Aslında baştan itibaren bazı hatalar yapmışım. Bunu kabul etmem gerekir. Niteliklerini bildiğim halde kendi kendimi kandırarak onları kendim gibi görmeğe kendimi zorladım. Nihayet gelişme bunun hata kabul edecek bir iş olmadığını bana gösterdi.” (Necmettin Büyükkaya, age, s.80-82)

“Sosyalist, devrimci ve ulusal bazı kelimeleri geveliyen[ler] Türkiye Kürdistanı ulusal ve demokratik mücadelesine ve genel olarak ta Kürdistan ulusal ve demokratik mücadelesine karşı durmağa başladılar.”

“Altı senedir şehit düşmüş Genel Sekreterlerinin canice katledilme nedenini bir haber şeklinde dahi olsa kitleye, hatta kendi parti saflarına dahi duyurmadılar. Duyurmak ta istemiyorlar.”

“Her davranışta başıbozukluk, laubalilik, ihmalkarlık ve kasıtlı davranış hakim.”

“İçte ve dıştaki bütün ilişkileri başkalarını kandırma ve günlük olarak durumu kurtarma ile menfaat elde etme ve diğer fraksiyonlara kara çalma prensibi ve anlayışı ile hareket ediyorlar.” (Necmettin Büyükkaya, age, s.81-82).

Bu satırları yazdıktan tam üç hafta sonra, 28 Haziran 1977 günü yurtdışına gönderdiği mektupta, “benim burdaki hakim sınıf çocukları arkadaşlarla aram giderek açılıyor” dedikten sonra şöyle devam eder: “Şivan'ın ölümünden hemen sonra Parti safındaki hakim sınıf mensuplarının ihanetin[den] gerekli dersleri almak birinci prensibimdir.” (Necmettin Büyükkaya, age, s.85)

Necmettin Büyükkaya’nın böyle bir dersi bütün boyutlarıyla almak için yeterli zaman ve fırsatı bulamadığını biliyoruz. Ama onun Diyarbakır zindanı müdürü Binbaşı Birol Şen’in “Seni araştırdım. Senin kalemini kırdık!” sözlerine verdiği cevapla ölümsüzleştiğini biliyoruz:

“Senin gibilerin çocukları babalarının işkenceci olduğunu öğrendiklerinde vicdan azabı çekecekler, ömür boyu sizden, sizin çocuklarınız olduklarını düşündükçe nefret edecekler. Ama bizim çocuklarımız yaşam boyunca bizimle gurur duyacaklar!”

Elbette yalnızca çocukları değil, Kürt halkı başta olmak üzere Türkiye’nin komünistleri, devrimcileri ve ilericileri, ‘68’in devrimci ruhunu hep koruyan ‘68 kuşağının devrimci gençlik önderlerinden Necmettin Büyükkaya’yı Denizler’in yoldaşı olarak anacaklardır.

 

* Büyükkaya, Kadir. "Necmettin Büyükkaya'nın anısına"

** Yıldırım, Hasan H. "KAWA Hareketinin Kırılma Süreçleri"